v02.01.25 Geliştirme Notları
Meryem Sûresi
311
Cuz 16
96﴿ Şüphesiz o kimseler ki, (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; muhakkak ki Rahmân (Te‘âlâ kullarının kalplerinde) onlar için büyük bir sevgi yaratacaktır.
97﴿ Biz ancak onu (o okuduğun Kur’ân’ı) senin dilin (olan Arap lisânı) ile (indirmek sûretiyle ümmetine) çok kolaylaştırdık ki, sen onunla takvâ sâhiplerini müjdeleyesin, düşmanlığı şiddetli olan (ve hakkı kabûl etmeyerek zâlim olan)lar gürûhunu da yine onunla korkutasın.
98﴿ Hâlbuki Biz onlardan önce nice asırlar (halkın)ı helâk etmiştik. (Şimdi) sen onlardan hiçbirini (ortalıkta mevcut olarak) hissediyor musun?! Ya da onlar için çok gizli bir ses bile duyabiliyor musun? (Aslâ! Çünkü Biz onları öyle bir helâke çarptırdık ki; kendileri de, eserleri de kaybolmuş, hattâ onlardan bahseden kimse bile kalmamıştır.)



YİRMİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Tâhâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 135 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Tâ! Hâ! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
2﴿ (Habîbim!) Biz bu Kur’ân’ı sana (“Kâfirler niye inanmıyor?!” diye üzülerek, teheccüd namazında çok ayakta durarak ve sıralı oruçlarla aç susuz kalarak) yorulasın diye indirmedik.
3﴿ Lâkin (Allâh-u Te‘âlâ’dan) korkmakta ol(duğu için îmân etmiş ol)an /(henüz îmân etmiş olmasa da ileride Allâh’tan) korka(rak îmân sâhibi ola)cak olan/ kimselere büyük bir öğüt verme (vesîlesi) olsun diye (indirdik).
4﴿ Yeri(n tamâmını) ve yüksek yüksek olan gökleri yaratmış olan O Zât (tarafın)dan (icrâ edilen) peyderpey bir indirişle!
5﴿ O Rahmân (Te‘âlâ’nın emir ve yasakları, nurları ve tecellîleri) Arş(a yönelmiş ve böylece Allâh-u Te‘âlâ’nın hükümranlığı en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışlar)ı istivâ (ve istîlâ) etmiş (hepsine de hükmünü kabûl ettirmiş)tir. Bu ve benzeri bâzı âyet-i kerîmeler “Müteşâbih âyetler”den oldukları için kendilerini yanlış yorumlayan bâzı sapık fırkalar, Allâh-u Te‘âlâ’nın gökte olduğunu ve Arş’ın üzerinde oturduğunu iddiâ etmektedirler. Hâlbuki Allâh-u Te‘âlâ, sonradan yaratılanlara herhangi bir yönden benzemekten, zaman ve mekân bağımlılığı gibi ihtiyaçlardan son derece münezzehtir! Bu hususta geniş mâlûmât için bakınız: Âl-i ‘İmrân Sûresi:9; el-A‘râf Sûresi:54
6﴿ Göklerde bulunan şeyler de, yerde olan şeyler de, o ikisinin arasında bulunan (hava, bulut, kuşlar ve bilinmeyen nice) şeyler de, o (yedi kat yerin dibindeki) nemli toprağın altında olan şeyler de (mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir.
7﴿ (Habîbim! Zikir, duâ veyâ herhangi bir iş için yüksek sesle konuşarak) sözü (konuşurken bağırarak) açık yaparsan, (bil ki Allâh-u Te‘âlâ’nın buna ihtiyâcı yoktur.) Çünkü gerçekten O, (başkasıyla fısıldaştığın, hattâ konuşmayıp kalbinde sakladığın) sırrı da, (bir zaman sonra kalbine neler geleceğiyle alâkalı senin dahî bilmediğin, bu nedenle henüz kalbinde bulunanlardan) daha gizli olanı da bilmektedir.
8﴿ Allâh ki; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur! (Delâlet ettikleri takdîs, tahmîd, tâzîm ve tenzîh mânâları açısından) en güzel olan isimler sâdece O’na âittir. (Ama isim ve sıfatlarının çokluğu Zâtının birliğine zıt değildir.)
9﴿ (Ey peygamberlik görevini yüklenen Habîbim! Senden önce de peygamberler bu dâvâ uğrunda çok büyük eziyetlere katlanmıştır. Nitekim) sana Mûsâ’nın o önemli haberi geldi değil mi?!
10﴿ O zamânı (ve onda yaşadığı önemli olayların haberini ümmetine anlat) ki o, (kayınpederi Şu‘ayb (Aleyhisselâm)dan izin alıp annesini ziyâret için Mısır’a doğru giderken, Tûr Dağı’nın bulunduğu Tuvâ Vâdîsi’ne gelmiş, o sırada karlı ve karanlık bir kış gecesi hanımı çocuk doğururken) bir ateş görmüş de, âilesine: “Yerinizde durun! Gerçekten ben âşikâre olarak bir ateş gördüm, ola ki ben size ondan (alınan) bir meşale getiririm (de ısınırsınız) ya da o ateşin yanında (bana yol gösterecek) bir rehber bulurum” demişti.
11﴿ Oraya geldiği zaman (kendisine) nidâ edildi ki: “Ey Mûsâ!
12﴿ Şüphesiz ki Ben; senin Rabbin ancak Benim! Hemen iki nâlinini çıkar (ki ayakların da bu mekânın bereketinden istifâde etsin). Muhakkak ki sen, o mukaddes (ve mübârek) Tuvâ Vâdîsi’ndesin.
سُورَةُ مَرْيَمَ
الجزء ١٦
٣١١
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا ﴿٩٦
فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِه۪ قَوْمًا لُدًّا ﴿٩٧
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍۜ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُمْ مِنْ اَحَدٍ اَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزًا ﴿٩٨
سُورَةُطٰهٰ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
طٰهٰۜ ﴿١
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ ﴿٢
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ ﴿٣
تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ ﴿٤
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى ﴿٥
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى ﴿٦
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى ﴿٧
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى ﴿٨
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ ﴿٩
اِذْ رَاٰ نَارًا فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى ﴿١٠
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى ﴿١١
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ ﴿١٢
Meryem Sûresi
311
Cuz 16
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا ﴿٩٦
96﴿ Şüphesiz o kimseler ki, (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; muhakkak ki Rahmân (Te‘âlâ kullarının kalplerinde) onlar için büyük bir sevgi yaratacaktır.
فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِه۪ قَوْمًا لُدًّا ﴿٩٧
97﴿ Biz ancak onu (o okuduğun Kur’ân’ı) senin dilin (olan Arap lisânı) ile (indirmek sûretiyle ümmetine) çok kolaylaştırdık ki, sen onunla takvâ sâhiplerini müjdeleyesin, düşmanlığı şiddetli olan (ve hakkı kabûl etmeyerek zâlim olan)lar gürûhunu da yine onunla korkutasın.
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍۜ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُمْ مِنْ اَحَدٍ اَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزًا ﴿٩٨
98﴿ Hâlbuki Biz onlardan önce nice asırlar (halkın)ı helâk etmiştik. (Şimdi) sen onlardan hiçbirini (ortalıkta mevcut olarak) hissediyor musun?! Ya da onlar için çok gizli bir ses bile duyabiliyor musun? (Aslâ! Çünkü Biz onları öyle bir helâke çarptırdık ki; kendileri de, eserleri de kaybolmuş, hattâ onlardan bahseden kimse bile kalmamıştır.)




YİRMİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Tâhâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 135 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
طٰهٰۜ ﴿١
1﴿ Tâ! Hâ! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ ﴿٢
2﴿ (Habîbim!) Biz bu Kur’ân’ı sana (“Kâfirler niye inanmıyor?!” diye üzülerek, teheccüd namazında çok ayakta durarak ve sıralı oruçlarla aç susuz kalarak) yorulasın diye indirmedik.
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ ﴿٣
3﴿ Lâkin (Allâh-u Te‘âlâ’dan) korkmakta ol(duğu için îmân etmiş ol)an /(henüz îmân etmiş olmasa da ileride Allâh’tan) korka(rak îmân sâhibi ola)cak olan/ kimselere büyük bir öğüt verme (vesîlesi) olsun diye (indirdik).
تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ ﴿٤
4﴿ Yeri(n tamâmını) ve yüksek yüksek olan gökleri yaratmış olan O Zât (tarafın)dan (icrâ edilen) peyderpey bir indirişle!
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى ﴿٥
5﴿ O Rahmân (Te‘âlâ’nın emir ve yasakları, nurları ve tecellîleri) Arş(a yönelmiş ve böylece Allâh-u Te‘âlâ’nın hükümranlığı en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışlar)ı istivâ (ve istîlâ) etmiş (hepsine de hükmünü kabûl ettirmiş)tir. Bu ve benzeri bâzı âyet-i kerîmeler “Müteşâbih âyetler”den oldukları için kendilerini yanlış yorumlayan bâzı sapık fırkalar, Allâh-u Te‘âlâ’nın gökte olduğunu ve Arş’ın üzerinde oturduğunu iddiâ etmektedirler. Hâlbuki Allâh-u Te‘âlâ, sonradan yaratılanlara herhangi bir yönden benzemekten, zaman ve mekân bağımlılığı gibi ihtiyaçlardan son derece münezzehtir! Bu hususta geniş mâlûmât için bakınız: Âl-i ‘İmrân Sûresi:9; el-A‘râf Sûresi:54
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى ﴿٦
6﴿ Göklerde bulunan şeyler de, yerde olan şeyler de, o ikisinin arasında bulunan (hava, bulut, kuşlar ve bilinmeyen nice) şeyler de, o (yedi kat yerin dibindeki) nemli toprağın altında olan şeyler de (mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir.
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى ﴿٧
7﴿ (Habîbim! Zikir, duâ veyâ herhangi bir iş için yüksek sesle konuşarak) sözü (konuşurken bağırarak) açık yaparsan, (bil ki Allâh-u Te‘âlâ’nın buna ihtiyâcı yoktur.) Çünkü gerçekten O, (başkasıyla fısıldaştığın, hattâ konuşmayıp kalbinde sakladığın) sırrı da, (bir zaman sonra kalbine neler geleceğiyle alâkalı senin dahî bilmediğin, bu nedenle henüz kalbinde bulunanlardan) daha gizli olanı da bilmektedir.
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى ﴿٨
8﴿ Allâh ki; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur! (Delâlet ettikleri takdîs, tahmîd, tâzîm ve tenzîh mânâları açısından) en güzel olan isimler sâdece O’na âittir. (Ama isim ve sıfatlarının çokluğu Zâtının birliğine zıt değildir.)
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ ﴿٩
9﴿ (Ey peygamberlik görevini yüklenen Habîbim! Senden önce de peygamberler bu dâvâ uğrunda çok büyük eziyetlere katlanmıştır. Nitekim) sana Mûsâ’nın o önemli haberi geldi değil mi?!
اِذْ رَاٰ نَارًا فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى ﴿١٠
10﴿ O zamânı (ve onda yaşadığı önemli olayların haberini ümmetine anlat) ki o, (kayınpederi Şu‘ayb (Aleyhisselâm)dan izin alıp annesini ziyâret için Mısır’a doğru giderken, Tûr Dağı’nın bulunduğu Tuvâ Vâdîsi’ne gelmiş, o sırada karlı ve karanlık bir kış gecesi hanımı çocuk doğururken) bir ateş görmüş de, âilesine: “Yerinizde durun! Gerçekten ben âşikâre olarak bir ateş gördüm, ola ki ben size ondan (alınan) bir meşale getiririm (de ısınırsınız) ya da o ateşin yanında (bana yol gösterecek) bir rehber bulurum” demişti.
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى ﴿١١
11﴿ Oraya geldiği zaman (kendisine) nidâ edildi ki: “Ey Mûsâ!
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ ﴿١٢
12﴿ Şüphesiz ki Ben; senin Rabbin ancak Benim! Hemen iki nâlinini çıkar (ki ayakların da bu mekânın bereketinden istifâde etsin). Muhakkak ki sen, o mukaddes (ve mübârek) Tuvâ Vâdîsi’ndesin.