v02.01.25 Geliştirme Notları
Tâhâ Sûresi
315
Cuz 16
65﴿ (Büyücüler buluşma yerine geldiklerinde Mûsâ (Aleyhisselâm)a karşı güzel bir edep sergileyerek) dediler ki: “Ey Mûsâ! Ya senin (hünerini ortaya) atman ya da bizim (yapacağını ortaya) atmış olan kimselerin ilki olmamız (arasında bir seçim yap)!”
66﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm)): “Hayır (ben önce atmam), (ilk başta) siz atın” dedi. Sonra (onlar hünerlerini ortaya koyunca) sihir (ve büyü)lerin(in büyüklüğün)den dolayı (civalayıp boyalayarak vâdiye getirdikleri) ipleri ve değnekleri; gerçekten de onlar koşuyorlar diye birdenbire ona hayâl ettiriliyordu. Beyzâvî (Rahimehullâh)ın, bir risâlesindeki beyânı vechile; sihrin hakîkî olan kısmı vardır (Allâh-u Te‘âlâ’nın yaratmasıyla onun etkileri dışta görünür), gerçek dışı olan kısmı da vardır ki ona göz boyama denilir. (Nitekim büyücülerin, üzerine civa sürdükleri iplere ve halatlara güneş vurunca Mûsâ (Aleyhisselâm) onları koşan canlı varlıklar sanmıştır.) İşte bu âyet-i kerîmede anlatılan büyü, göz boyama kabîlinden olan bir sihir olduğu için hayal kabîlinden sayılmıştır. Nitekim diğer bir âyet-i kerîmede geçen: “İnsanların gözlerini büyülediler” (A‘râf Sûresi:116) kavl-i şerîfi bu hakîkate işâret etmektedir. Bâzıları bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak; sihrin bütün çeşitlerinin bir hayalden ibâret olduğunu, büyünün bir hakîkati olmadığını, dolayısıyla hiçbir etkisinin görülemeyeceğini, etki gibi görülen şeyin de bir evhamdan ibâret olduğunu söylemekte iseler de bu görüş âyet ve hadîslere zıt düşmektedir. Zîrâ Felak ve Nâs sûrelerinin iniş sebebi okunduğunda, ayrıca Bakara Sûresi’nin 102. âyet-i kerîmesi iyi incelendiğinde anlaşılacaktır ki, sihir, Allâh-u Te‘âlâ’nın izniyle bâzı zararlar verebilir. Ancak ondan kurtuluş çâresi sâdece âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde belirtilen özel birtakım zikir ve duâlar vesîlesiyle Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınmaktır. (el-Âlûsî, 16/381; Ebû Hayyân, 15/92)
67﴿ Hemen Mûsâ kendi içinde bir korku gizledi. Mûsâ (Aleyhisselâm)ın burada belirtilen korkusu, kendi nefsi adına bir endişe içermemektedir. Ancak onların sergiledikleri oyunlar karşısında insanların kafası karışarak asâ mûcizesi hakkında bir şüpheye düşerler de îmân etmezler korkusudur. Fakat kendisine güven sarsılır diye düşünerek bu endişesini içinde gizlemiştir. (en-Nesefî, et-Teysîr, 10/312)
68﴿ Biz buyurduk ki: “(Onların sana bir zarar vereceği ya da insanların şüphelenerek sana uymayacakları gibi düşüncelere kapılarak) korkma! Şüphesiz ki sen; ancak sen en üstün olacak kişisin.
69﴿ (Ey Mûsâ! Sen onların sergiledikleri bunca halatları, urganları ve koşan yılan şeklinde görülen civalı boyalı şeyleri hiç önemseme!) Sağ elinde bulunan şeyi (o küçücük görünen değneğini yere) bırak da, onların sanat hâlinde yapmış oldukları şeylerin tümünü yutuversin. Onların sanat diye icrâ ettikleri o şeyler, gerçekten bir büyücü hîlesidir. Büyücü ise nereye gel(ip git)se (ve ne yapsa) felâh bulmaz (ve hiçbir murâdına erişemez).”
70﴿ Bunun üzerine o büyücüler (sergiledikleri vâdîler dolusu malzemenin, küçücük bir değnek tarafından bir lokma gibi yutulduğunu görünce, bunun bir büyü olmayıp ancak bir mûcize olduğunu anlayarak) secde eden kimseler hâlinde (yere) atıldı(lar) da: “Biz Hârûn ile Mûsâ’nın Rabbine îmân ettik” dediler.
71﴿ (Firavun) dedi ki: “(Demek) ben size izin vermeden önce siz ona îmân ettiniz! Şüphesiz ki o (Mûsâ), elbette sizin öyle bir büyüğünüzdür ki size bu sihri o öğretmiştir. (Siz bu işi aranızda anlaşarak, ondan küçük büyüler sergilediniz. O ise daha büyük oynayarak sizi yendi.) Şimdi andolsun ki; elbette ellerinizi ve ayaklarınızı (sağ el, sol ayak şeklinde) değişik taraf(lar)dan iyice keseceğim, sonra yemîn olsun ki; mutlaka hepinizi hurma dalları üzerinde fecî bir şekilde asacağım. Andolsun ki; azap bakımından (ben mi, Mûsâ’nın İlâhı mı) hangimiz daha güçlü ve (işkencesi) daha kalıcı imiş, elbette kesinlikle bileceksiniz.”
72﴿ (Büyücüler Firavun’un bu tehditleri karşısında hiçbir tereddüt geçirmeden) dediler ki: “Bize gelmiş olan o çok açık mûcizelere ve bizi yoktan yaratmış olan O Zâta karşı seni aslâ tercih etmeyeceğiz. Artık sen karar verici olduğun şeye hükmet. Sen ancak işte bu en alçak hayatta (istediğine) hükmedebilirsin. (Senin gücün ancak bu fânî dünyâda söker, kısa bir zaman sonra da kaybolup gider.)
73﴿ Gerçekten biz (bugüne kadar işlediğimiz) hatâlarımızı ve bizi kendisine zorladığın büyücülüğü(n günahını) bizim için bağışlasın diye Rabbimize îmân ettik. Zâten Allâh (sevap verme bakımından) çok hayırlıdır ve (azap bakımından) çok devamlıdır.
74﴿ Şu bir gerçektir ki; her kim (şirk üzere ölüp) suçlu bir kimse olarak Rabbin(in hesap yurdu olan mahşer)e gelirse, gerçekten de onun için cehennem vardır ki, o orada öl(üp istirâhat ed)emeyecektir ve (faydalanacağı bir hayatla da) yaşayamayacaktır.
75﴿ Ama her kim gerçekten sâlih ameller işlemiş bir mümin olarak (ölür de) O (Allâh-u Te‘âlâ’nın hesap yurdu)na gelirse, (Habîbim) işte sana! Onlar (öyle fazîletli kimselerdir) ki, (cennetteki) en üstün dereceler sâdece onlara âittir.
76﴿ O Adn cennetleri (îmân edip sâlih amel işleyenlere âittir) ki; (ağaçlarının ve köşklerinin) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. İçinde ebediyyen kalıcı kimseler olarak (oraya gireceklerdir)! (Habîbim!) İşte sana! Bu (müjde) ancak (kâfirlik ve günah kirlerinden) iyice temizlenmiş olan kimselerin mükâfâtıdır.”
سُورَةُ طٰهٰ
الجزء ١٦
٣١٥
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى ﴿٦٥
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى ﴿٦٦
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى ﴿٦٧
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى ﴿٦٨
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى ﴿٦٩
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى ﴿٧٠
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّنَٓا اَشَدُّ عَذَابًا وَاَبْقٰى ﴿٧١
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ ﴿٧٢
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى ﴿٧٣
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى ﴿٧٤
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ ﴿٧٥
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ ﴿٧٦
Tâhâ Sûresi
315
Cuz 16
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى ﴿٦٥
65﴿ (Büyücüler buluşma yerine geldiklerinde Mûsâ (Aleyhisselâm)a karşı güzel bir edep sergileyerek) dediler ki: “Ey Mûsâ! Ya senin (hünerini ortaya) atman ya da bizim (yapacağını ortaya) atmış olan kimselerin ilki olmamız (arasında bir seçim yap)!”
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى ﴿٦٦
66﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm)): “Hayır (ben önce atmam), (ilk başta) siz atın” dedi. Sonra (onlar hünerlerini ortaya koyunca) sihir (ve büyü)lerin(in büyüklüğün)den dolayı (civalayıp boyalayarak vâdiye getirdikleri) ipleri ve değnekleri; gerçekten de onlar koşuyorlar diye birdenbire ona hayâl ettiriliyordu. Beyzâvî (Rahimehullâh)ın, bir risâlesindeki beyânı vechile; sihrin hakîkî olan kısmı vardır (Allâh-u Te‘âlâ’nın yaratmasıyla onun etkileri dışta görünür), gerçek dışı olan kısmı da vardır ki ona göz boyama denilir. (Nitekim büyücülerin, üzerine civa sürdükleri iplere ve halatlara güneş vurunca Mûsâ (Aleyhisselâm) onları koşan canlı varlıklar sanmıştır.) İşte bu âyet-i kerîmede anlatılan büyü, göz boyama kabîlinden olan bir sihir olduğu için hayal kabîlinden sayılmıştır. Nitekim diğer bir âyet-i kerîmede geçen: “İnsanların gözlerini büyülediler” (A‘râf Sûresi:116) kavl-i şerîfi bu hakîkate işâret etmektedir. Bâzıları bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak; sihrin bütün çeşitlerinin bir hayalden ibâret olduğunu, büyünün bir hakîkati olmadığını, dolayısıyla hiçbir etkisinin görülemeyeceğini, etki gibi görülen şeyin de bir evhamdan ibâret olduğunu söylemekte iseler de bu görüş âyet ve hadîslere zıt düşmektedir. Zîrâ Felak ve Nâs sûrelerinin iniş sebebi okunduğunda, ayrıca Bakara Sûresi’nin 102. âyet-i kerîmesi iyi incelendiğinde anlaşılacaktır ki, sihir, Allâh-u Te‘âlâ’nın izniyle bâzı zararlar verebilir. Ancak ondan kurtuluş çâresi sâdece âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde belirtilen özel birtakım zikir ve duâlar vesîlesiyle Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınmaktır. (el-Âlûsî, 16/381; Ebû Hayyân, 15/92)
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى ﴿٦٧
67﴿ Hemen Mûsâ kendi içinde bir korku gizledi. Mûsâ (Aleyhisselâm)ın burada belirtilen korkusu, kendi nefsi adına bir endişe içermemektedir. Ancak onların sergiledikleri oyunlar karşısında insanların kafası karışarak asâ mûcizesi hakkında bir şüpheye düşerler de îmân etmezler korkusudur. Fakat kendisine güven sarsılır diye düşünerek bu endişesini içinde gizlemiştir. (en-Nesefî, et-Teysîr, 10/312)
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى ﴿٦٨
68﴿ Biz buyurduk ki: “(Onların sana bir zarar vereceği ya da insanların şüphelenerek sana uymayacakları gibi düşüncelere kapılarak) korkma! Şüphesiz ki sen; ancak sen en üstün olacak kişisin.
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى ﴿٦٩
69﴿ (Ey Mûsâ! Sen onların sergiledikleri bunca halatları, urganları ve koşan yılan şeklinde görülen civalı boyalı şeyleri hiç önemseme!) Sağ elinde bulunan şeyi (o küçücük görünen değneğini yere) bırak da, onların sanat hâlinde yapmış oldukları şeylerin tümünü yutuversin. Onların sanat diye icrâ ettikleri o şeyler, gerçekten bir büyücü hîlesidir. Büyücü ise nereye gel(ip git)se (ve ne yapsa) felâh bulmaz (ve hiçbir murâdına erişemez).”
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى ﴿٧٠
70﴿ Bunun üzerine o büyücüler (sergiledikleri vâdîler dolusu malzemenin, küçücük bir değnek tarafından bir lokma gibi yutulduğunu görünce, bunun bir büyü olmayıp ancak bir mûcize olduğunu anlayarak) secde eden kimseler hâlinde (yere) atıldı(lar) da: “Biz Hârûn ile Mûsâ’nın Rabbine îmân ettik” dediler.
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّنَٓا اَشَدُّ عَذَابًا وَاَبْقٰى ﴿٧١
71﴿ (Firavun) dedi ki: “(Demek) ben size izin vermeden önce siz ona îmân ettiniz! Şüphesiz ki o (Mûsâ), elbette sizin öyle bir büyüğünüzdür ki size bu sihri o öğretmiştir. (Siz bu işi aranızda anlaşarak, ondan küçük büyüler sergilediniz. O ise daha büyük oynayarak sizi yendi.) Şimdi andolsun ki; elbette ellerinizi ve ayaklarınızı (sağ el, sol ayak şeklinde) değişik taraf(lar)dan iyice keseceğim, sonra yemîn olsun ki; mutlaka hepinizi hurma dalları üzerinde fecî bir şekilde asacağım. Andolsun ki; azap bakımından (ben mi, Mûsâ’nın İlâhı mı) hangimiz daha güçlü ve (işkencesi) daha kalıcı imiş, elbette kesinlikle bileceksiniz.”
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ ﴿٧٢
72﴿ (Büyücüler Firavun’un bu tehditleri karşısında hiçbir tereddüt geçirmeden) dediler ki: “Bize gelmiş olan o çok açık mûcizelere ve bizi yoktan yaratmış olan O Zâta karşı seni aslâ tercih etmeyeceğiz. Artık sen karar verici olduğun şeye hükmet. Sen ancak işte bu en alçak hayatta (istediğine) hükmedebilirsin. (Senin gücün ancak bu fânî dünyâda söker, kısa bir zaman sonra da kaybolup gider.)
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى ﴿٧٣
73﴿ Gerçekten biz (bugüne kadar işlediğimiz) hatâlarımızı ve bizi kendisine zorladığın büyücülüğü(n günahını) bizim için bağışlasın diye Rabbimize îmân ettik. Zâten Allâh (sevap verme bakımından) çok hayırlıdır ve (azap bakımından) çok devamlıdır.
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى ﴿٧٤
74﴿ Şu bir gerçektir ki; her kim (şirk üzere ölüp) suçlu bir kimse olarak Rabbin(in hesap yurdu olan mahşer)e gelirse, gerçekten de onun için cehennem vardır ki, o orada öl(üp istirâhat ed)emeyecektir ve (faydalanacağı bir hayatla da) yaşayamayacaktır.
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ ﴿٧٥
75﴿ Ama her kim gerçekten sâlih ameller işlemiş bir mümin olarak (ölür de) O (Allâh-u Te‘âlâ’nın hesap yurdu)na gelirse, (Habîbim) işte sana! Onlar (öyle fazîletli kimselerdir) ki, (cennetteki) en üstün dereceler sâdece onlara âittir.
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ ﴿٧٦
76﴿ O Adn cennetleri (îmân edip sâlih amel işleyenlere âittir) ki; (ağaçlarının ve köşklerinin) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. İçinde ebediyyen kalıcı kimseler olarak (oraya gireceklerdir)! (Habîbim!) İşte sana! Bu (müjde) ancak (kâfirlik ve günah kirlerinden) iyice temizlenmiş olan kimselerin mükâfâtıdır.”