v02.01.25 Geliştirme Notları
Tâhâ Sûresi
318
Cuz 16
99﴿ (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz geçmiş(te yaşamış) olan (toplum)ların bâzı önemli haberlerini böylece (eşsiz bir anlatışla senin mûcizelerini çoğaltmak, ilmini artırmak ve ibret almak isteyenlere bir öğüt yapmak üzere tam bir şekilde) sana anlatmaktayız. Zâten muhakkak Biz sana Kendi nezdimizden (Kur’ân-ı Kerîm gibi) çok büyük bir Kitâb vermişizdir.
100﴿ Kim ondan yüz çevirirse, gerçekten de o kişi, kıyâmet günü çok ağır bir yük (ve büyük bir azap) yüklenecektir.
101﴿ O (Kur’ân’dan yüz çevirme suçu)nun (sebebiyet vereceği ağır yük) içerisinde ebedî kalıcı kimseler olarak! Kendileri için büyük bir yük olma yönünden kıyâmet günü o (taşıyacakları şey) ne de kötü olmuştur!
102﴿ (Habîbim! Anlat) o günü ki; (tüm kulların diriltilmesi için İsrâfîl (Aleyhisselâm) tarafından) Sûr’un içerisine (ikinci defâ) üfürülecek ve o anda Biz (şirk suçunu işlemiş) o mücrimleri (yüzleri simsiyah ve) gözleri masmâvi (korkunç bir hâlde) olarak (mahşerde toplamak üzere) haşredeceğiz.
103﴿ Onlar (o gün âhiret süresinin uzunluğunu görünce, dünyâda ve kabirde kaldıkları müddeti az sanarak konuşmaya başlayacaklar. Fakat kalplerini saran korku ve dehşetten dolayı sesli konuşamayıp:) “Siz ancak on (gün ve geceli kısa bir süre) kadar durdunuz” diye aralarında gizlice söyleşecekler.
104﴿ Biz onların o vakitte ne diyeceklerini çok iyi biliciyiz ki; onların yol (ve yön, akıl ve fikir) bakımından en üstün olanı (onların verdiği süreyi bile çok bularak): “Siz (dünyâda) ancak bir gün durdunuz” diyecek.
105﴿ (Habîbim! Kıyâmet kopmaya başladığında) dağlar(ın ne olacağın)dan da sana soruyorlar. Sen hemen de ki: “Rabbim onları (kum gibi ufalayıp, sonra üzerlerine rüzgârlar salacak ve yerlerinde yeller esecek bir şekilde) parçalayıp tam bir savurmakla havaya savuracak.
106﴿ Netîcede onları(n bulundukları yerleri, bitkisiz) bomboş ve dümdüz bir yer hâlinde bırakacak.
107﴿ (Ey muhâtab! O gün) sen onlar(ın evvelce bulundukları topraklar)da en ufak bir eğriliği (ve düşüklüğü) göremeyeceksin, çok az bir yüksekliği de (görücü) olamaz(sın)!
108﴿ İşte o gün onlar o (Sûr’a üfürerek mahşere toplanmaları için kendilerini) dâvet eden (İsrâfîl (Aleyhisselâm)ın sesin)e tamâmen uyacaklardır. (Zâten) onun (sesine doğru gidenler) için (o güzergâhtan başka) hiçbir (yöne doğru) eğril(ip büğrül)me (ve yoldan sapma diye bir şey mümkün) olamaz (bilakis herkes onun çağrısına doğru koşmak zorunda kalacaktır). Böylece Rahmân (Te‘âlâ’nın hükmünü beklemek) için (saygı ve korkudan dolayı) tüm sesler kısılmıştır. (Ey duyabilen kimse!) Artık sen (nefes almaktan ibâret) çok gizli bir sesten başkasını duyamayacaksın.
109﴿ İşte o (hâdiseler meydana geldiği) gün (peygamberler, âlimler ve şehitler gibi mübârek zâtların yapacağı) şefâat (ve aracılık), ancak o kimseye faydalı olacaktır ki; Rahmân (Te‘âlâ) onun (hakkında şefâat edilebilmesi) için izin vermiştir ve o (şefâat edilen) kişi (Müslüman olup kelime-i tevhîd söylediği) için söz(ün)den râzı olmuştur.
110﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) o (yaratıla)nların önlerinde olan şeyleri de, arkalarında bulunan şeyleri de (geçmişlerini de geleceklerini de, görülen ve görülmeyen her şeylerini de) bilmektedir. Ama onlar ilim bakımından O’nu(n bildirdikleri dışında ne Zâtını, ne de mâlûmâtını) kavrayamazlar.
111﴿ (Kıyâmet günü) bütün yüzler de O Hayy ve Kayyûm (olan, başlangıcı ve sonu olmayan, Zâtına âit bir hayata sâhip olan, ayrıca yarattıklarını yönetme ve koruyup kollama işini devamlı üstlenmiş bulunan Allâh-u Te‘âlâ) için alçalmıştır. Zâten (Allâh’a ortak koşarak) büyük bir zulüm yüklenmiş olan kimse (Allâh’ın rahmetinden ümitsiz olduğu için) gerçekten hüsrâna uğramıştır.
112﴿ Ama her kim kendisi îmân edici bir kimse olarak sâlih amellerden bir kısmını (özellikle farz ibâdetleri) işlerse, artık o kişi (günahları artırılarak) herhangi bir zulüm(e düşürülmek)den korkmayacaktır, (sevaplarıyla ilgili) bir eksiltmeden de (endişelenen bir kimse) olmayacaktır.
113﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece (geçmiş ümmetlerin haberlerini ve kıyâmet hâllerini bildiren âyetleri indirdiğimiz gibi) Biz onu(n tümünü) Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve tehdid (ifâde eden âyet)lerden bâzısını onun içerisinde çok tekrarladık. Tâ ki onlar (kâfirlik ve günahlardan sakınarak) takvâ sâhibi olsunlar ya da o (indirdiğimiz Kitap) kendileri için bir öğüt (ve nasîhat) meydana getirsin.
سُورَةُ طٰهٰ
الجزء ١٦
٣١٨
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًاۚ ﴿٩٩
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْرًاۙ ﴿١٠٠
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلًاۙ ﴿١٠١
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًاۚ ﴿١٠٢
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْرًا ﴿١٠٣
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْمًا۟ ﴿١٠٤
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفًاۙ ﴿١٠٥
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ ﴿١٠٦
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجًا وَلَٓا اَمْتًا ﴿١٠٧
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا ﴿١٠٨
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا ﴿١٠٩
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْمًا ﴿١١٠
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا ﴿١١١
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا ﴿١١٢
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا ﴿١١٣
Tâhâ Sûresi
318
Cuz 16
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًاۚ ﴿٩٩
99﴿ (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz geçmiş(te yaşamış) olan (toplum)ların bâzı önemli haberlerini böylece (eşsiz bir anlatışla senin mûcizelerini çoğaltmak, ilmini artırmak ve ibret almak isteyenlere bir öğüt yapmak üzere tam bir şekilde) sana anlatmaktayız. Zâten muhakkak Biz sana Kendi nezdimizden (Kur’ân-ı Kerîm gibi) çok büyük bir Kitâb vermişizdir.
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْرًاۙ ﴿١٠٠
100﴿ Kim ondan yüz çevirirse, gerçekten de o kişi, kıyâmet günü çok ağır bir yük (ve büyük bir azap) yüklenecektir.
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلًاۙ ﴿١٠١
101﴿ O (Kur’ân’dan yüz çevirme suçu)nun (sebebiyet vereceği ağır yük) içerisinde ebedî kalıcı kimseler olarak! Kendileri için büyük bir yük olma yönünden kıyâmet günü o (taşıyacakları şey) ne de kötü olmuştur!
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًاۚ ﴿١٠٢
102﴿ (Habîbim! Anlat) o günü ki; (tüm kulların diriltilmesi için İsrâfîl (Aleyhisselâm) tarafından) Sûr’un içerisine (ikinci defâ) üfürülecek ve o anda Biz (şirk suçunu işlemiş) o mücrimleri (yüzleri simsiyah ve) gözleri masmâvi (korkunç bir hâlde) olarak (mahşerde toplamak üzere) haşredeceğiz.
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْرًا ﴿١٠٣
103﴿ Onlar (o gün âhiret süresinin uzunluğunu görünce, dünyâda ve kabirde kaldıkları müddeti az sanarak konuşmaya başlayacaklar. Fakat kalplerini saran korku ve dehşetten dolayı sesli konuşamayıp:) “Siz ancak on (gün ve geceli kısa bir süre) kadar durdunuz” diye aralarında gizlice söyleşecekler.
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْمًا۟ ﴿١٠٤
104﴿ Biz onların o vakitte ne diyeceklerini çok iyi biliciyiz ki; onların yol (ve yön, akıl ve fikir) bakımından en üstün olanı (onların verdiği süreyi bile çok bularak): “Siz (dünyâda) ancak bir gün durdunuz” diyecek.
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفًاۙ ﴿١٠٥
105﴿ (Habîbim! Kıyâmet kopmaya başladığında) dağlar(ın ne olacağın)dan da sana soruyorlar. Sen hemen de ki: “Rabbim onları (kum gibi ufalayıp, sonra üzerlerine rüzgârlar salacak ve yerlerinde yeller esecek bir şekilde) parçalayıp tam bir savurmakla havaya savuracak.
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ ﴿١٠٦
106﴿ Netîcede onları(n bulundukları yerleri, bitkisiz) bomboş ve dümdüz bir yer hâlinde bırakacak.
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجًا وَلَٓا اَمْتًا ﴿١٠٧
107﴿ (Ey muhâtab! O gün) sen onlar(ın evvelce bulundukları topraklar)da en ufak bir eğriliği (ve düşüklüğü) göremeyeceksin, çok az bir yüksekliği de (görücü) olamaz(sın)!
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا ﴿١٠٨
108﴿ İşte o gün onlar o (Sûr’a üfürerek mahşere toplanmaları için kendilerini) dâvet eden (İsrâfîl (Aleyhisselâm)ın sesin)e tamâmen uyacaklardır. (Zâten) onun (sesine doğru gidenler) için (o güzergâhtan başka) hiçbir (yöne doğru) eğril(ip büğrül)me (ve yoldan sapma diye bir şey mümkün) olamaz (bilakis herkes onun çağrısına doğru koşmak zorunda kalacaktır). Böylece Rahmân (Te‘âlâ’nın hükmünü beklemek) için (saygı ve korkudan dolayı) tüm sesler kısılmıştır. (Ey duyabilen kimse!) Artık sen (nefes almaktan ibâret) çok gizli bir sesten başkasını duyamayacaksın.
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا ﴿١٠٩
109﴿ İşte o (hâdiseler meydana geldiği) gün (peygamberler, âlimler ve şehitler gibi mübârek zâtların yapacağı) şefâat (ve aracılık), ancak o kimseye faydalı olacaktır ki; Rahmân (Te‘âlâ) onun (hakkında şefâat edilebilmesi) için izin vermiştir ve o (şefâat edilen) kişi (Müslüman olup kelime-i tevhîd söylediği) için söz(ün)den râzı olmuştur.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْمًا ﴿١١٠
110﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) o (yaratıla)nların önlerinde olan şeyleri de, arkalarında bulunan şeyleri de (geçmişlerini de geleceklerini de, görülen ve görülmeyen her şeylerini de) bilmektedir. Ama onlar ilim bakımından O’nu(n bildirdikleri dışında ne Zâtını, ne de mâlûmâtını) kavrayamazlar.
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا ﴿١١١
111﴿ (Kıyâmet günü) bütün yüzler de O Hayy ve Kayyûm (olan, başlangıcı ve sonu olmayan, Zâtına âit bir hayata sâhip olan, ayrıca yarattıklarını yönetme ve koruyup kollama işini devamlı üstlenmiş bulunan Allâh-u Te‘âlâ) için alçalmıştır. Zâten (Allâh’a ortak koşarak) büyük bir zulüm yüklenmiş olan kimse (Allâh’ın rahmetinden ümitsiz olduğu için) gerçekten hüsrâna uğramıştır.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا ﴿١١٢
112﴿ Ama her kim kendisi îmân edici bir kimse olarak sâlih amellerden bir kısmını (özellikle farz ibâdetleri) işlerse, artık o kişi (günahları artırılarak) herhangi bir zulüm(e düşürülmek)den korkmayacaktır, (sevaplarıyla ilgili) bir eksiltmeden de (endişelenen bir kimse) olmayacaktır.
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا ﴿١١٣
113﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece (geçmiş ümmetlerin haberlerini ve kıyâmet hâllerini bildiren âyetleri indirdiğimiz gibi) Biz onu(n tümünü) Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve tehdid (ifâde eden âyet)lerden bâzısını onun içerisinde çok tekrarladık. Tâ ki onlar (kâfirlik ve günahlardan sakınarak) takvâ sâhibi olsunlar ya da o (indirdiğimiz Kitap) kendileri için bir öğüt (ve nasîhat) meydana getirsin.