v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
32
Cuz 2
211﴿ (Ey Nebiyy-i zîşân!) İsrâîloğullarına sor ki; (İslâm dîninin doğruluğuna dâir kendi kitaplarında) onlara apaçık nice âyet vermişiz. Her kim Allâh’ın nîmeti (olan âyetleri)ni kendisine geldikten sonra (gizler ve bile bile) değiştirirse, şüphesiz ki Allâh (bu kişilere karşı) azâbı çok şiddetli olan Zat’tır.
212﴿ Kâfir olmuş o kişilere o en alçak (ve âdî dünyâ) hayât(ı bir imtihan olmak üzere) pek süslü (ve câzip) kılındı da, (bu yüzden) onlar o îmân etmiş olan (Bilâl, Suheyb ve Ammâr (Radıyallâhu Anhüm) gibi fakir) kimselerle alay etmektedirler. O takvâ sâhibi (şirkten ve günahlardan hakkıyla sakınmış) olan (mümin ve fakir) kimseler ise, kıyâmet günü onların üstündedir(ler). (Zîrâ kâfirler cehennemin dibinde yanarlarken, bu müttakî kullar cennetin yüksek derecelerine kavuşacaklardır.) Zâten Allâh dilediklerini (iki cihanda da) hesapsız olarak rızıklandırır. (Demek ki; bâzı kâfirlerin zengin, bâzı müminlerinse fakir olmaları, iyilik ve kötülük alâmeti olmayıp, istidrac ve imtihan hikmetine dayalıdır.)
213﴿ (Âdem ile İdrîs (Aleyhimesselâm) arasında geçen dönemde) insanlar (iyilik üzere doğru yolda ittifâk etmiş) tek bir ümmetti. Daha sonra (ayrılığa düştüklerinde) Allâh (îmân edenleri sevapla) müjdeleyiciler ve (kâfirleri azapla) korkutucular olarak peygamberleri gönderdi ve kendisinde ihtilâfa düştükleri (dînî) şeyler hakkında insanlar arasında hükmetmesi için, onlarla birlikte kitab(lar)ı hak(kı beyân hikmeti) ile indirdi. Kendilerine açık deliller geldikten sonra, aralarındaki haksız talep (yüzünden kapıldıkları hased ve işledikleri zulüm)den dolayı o (hakkın anlaşılması)nda ayrılığa düşmüş olanlar ise, yine ancak o (kitap) kendilerine verilmiş olanlardı. Böylece Allâh îmân etmiş olan o kişileri, o (Kitap Ehli ola)nların kendisinde ihtilâf ettikleri o hakk (olan İslâm)a Kendi izni (dilemesi ve bilgisi) ile hidâyet etti. Zâten Allâh dilediğini (tâkipçisinin sapıtmayacağı) dosdoğru bir yola hidâyet eder. İnsanların tek bir ümmet oluşu iki şekilde îzâh edilmiştir:
1) Hakîkî din olan tevhîd ve İslâm üzere ittifâk etmiş olmaları ki, bu dönem hakkında birkaç rivâyet vardır:
a) Kālû Belâ’da Allâh-u Te‘âlâ’nın ahdini kabûl ettiklerinde.
b) Âdem ile İdrîs (Aleyhimesselâm) arasındaki dönemde ki, Kābil ve ona uyan azınlık hâriç, o zaman herkes meleklerle musâfaha edecek derecede dinlerine bağlıydılar.
c) Âdem ile Nûh (Aleyhimesselâm) arasındaki on asrın halkı, hak şerîat üzereydiler.
d) Tûfandan sonra yaşayanların hepsi Nûh (Aleyhisselâm)ın dîni üzereydiler.
2) Cehâlet ve kâfirlikte birleşmiş olmaları ki; bu hususta da iki rivâyet vardır:
a) İdrîs (Aleyhisselâm)ın göğe kaldırılmasının ardından Nûh (Aleyhisselâm) gönderilinceye kadar.
b) Nûh (Aleyhisselâm)ın vefâtından sonra Hûd (Aleyhisselâm) gönderilinceye kadar.
214﴿ (Ey Habîbimin Uhud’da ve Hendek’te sıkıntıya düşen ashâbı!) Yoksa siz, kendinizden önce geçmiş olan o kimselerin (peygamberlerin ve arkadaşlarının karşılaştıkları zorluklarla alâkalı) ilginç durumu henüz size gelmemişken cennete girebileceğinizi mi sandınız?! Onlara (fakirlik ve yoksulluk türünden birçok) zorluklar ve (hastalık, korku gibi büyük) sıkıntılar isâbet etmişti ve kendileri (türlü türlü belâlarla) sarsılmıştılar. (Nihâyet en çok sabır ve sebât gösteren kişi olduğu hâlde) o (zamânın) peygamber(i) ve onunla birlikte îmân etmiş olan kimseler bile (Allâh-u Te‘âlâ’nın yardımının gecikmesini yine O’na şikâyet etmek üzere): “Allâh’ın yardımı ne zaman (gelecek)?” demişlerdi. (İşte o zaman duâları kabûl edilerek Allâh-u Te‘âlâ tarafından kendilerine:) “Dikkat edin! Allâh’ın yardımı gerçekten çok yakındır” (buyrulmuştu).
215﴿ (Habîbim!) O (servet sâhibi ola)nlar (kime) hangi şeyi infâk edeceklerini sana soruyorlar. De ki: “(Az veyâ çok) maldan harcayacağınız şey, (öncelikle) ana-babaya, sonra en yakınlar(ınız olan akrabây)a, bir de yetimlere, ayrıca yoksullara ve yolda (mağdur) kalmışa âittir. (Bu sayılanlara veyâ başkalarına) hayırdan (az çok) her ne yaparsanız, şüphesiz ki Allâh onu (çok iyi bilen, dolayısıyla niyetlerinize göre size sevâbınızı bolca verecek olan) bir Alîm’dir.” Bu âyet-i celîle Amr ibnü’l-Cemûh (Radıyallâhu Anh)ın suâli üzerine nâzil olmuştur. (el-Beyzâvî, en-Nesefî)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٣٢
سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٢١١
زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٢١٢
كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٢١٣
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ ﴿٢١٤
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ ﴿٢١٥
Bakara Sûresi
32
Cuz 2
سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٢١١
211﴿ (Ey Nebiyy-i zîşân!) İsrâîloğullarına sor ki; (İslâm dîninin doğruluğuna dâir kendi kitaplarında) onlara apaçık nice âyet vermişiz. Her kim Allâh’ın nîmeti (olan âyetleri)ni kendisine geldikten sonra (gizler ve bile bile) değiştirirse, şüphesiz ki Allâh (bu kişilere karşı) azâbı çok şiddetli olan Zat’tır.
زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٢١٢
212﴿ Kâfir olmuş o kişilere o en alçak (ve âdî dünyâ) hayât(ı bir imtihan olmak üzere) pek süslü (ve câzip) kılındı da, (bu yüzden) onlar o îmân etmiş olan (Bilâl, Suheyb ve Ammâr (Radıyallâhu Anhüm) gibi fakir) kimselerle alay etmektedirler. O takvâ sâhibi (şirkten ve günahlardan hakkıyla sakınmış) olan (mümin ve fakir) kimseler ise, kıyâmet günü onların üstündedir(ler). (Zîrâ kâfirler cehennemin dibinde yanarlarken, bu müttakî kullar cennetin yüksek derecelerine kavuşacaklardır.) Zâten Allâh dilediklerini (iki cihanda da) hesapsız olarak rızıklandırır. (Demek ki; bâzı kâfirlerin zengin, bâzı müminlerinse fakir olmaları, iyilik ve kötülük alâmeti olmayıp, istidrac ve imtihan hikmetine dayalıdır.)
كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٢١٣
213﴿ (Âdem ile İdrîs (Aleyhimesselâm) arasında geçen dönemde) insanlar (iyilik üzere doğru yolda ittifâk etmiş) tek bir ümmetti. Daha sonra (ayrılığa düştüklerinde) Allâh (îmân edenleri sevapla) müjdeleyiciler ve (kâfirleri azapla) korkutucular olarak peygamberleri gönderdi ve kendisinde ihtilâfa düştükleri (dînî) şeyler hakkında insanlar arasında hükmetmesi için, onlarla birlikte kitab(lar)ı hak(kı beyân hikmeti) ile indirdi. Kendilerine açık deliller geldikten sonra, aralarındaki haksız talep (yüzünden kapıldıkları hased ve işledikleri zulüm)den dolayı o (hakkın anlaşılması)nda ayrılığa düşmüş olanlar ise, yine ancak o (kitap) kendilerine verilmiş olanlardı. Böylece Allâh îmân etmiş olan o kişileri, o (Kitap Ehli ola)nların kendisinde ihtilâf ettikleri o hakk (olan İslâm)a Kendi izni (dilemesi ve bilgisi) ile hidâyet etti. Zâten Allâh dilediğini (tâkipçisinin sapıtmayacağı) dosdoğru bir yola hidâyet eder. İnsanların tek bir ümmet oluşu iki şekilde îzâh edilmiştir:
1) Hakîkî din olan tevhîd ve İslâm üzere ittifâk etmiş olmaları ki, bu dönem hakkında birkaç rivâyet vardır:
a) Kālû Belâ’da Allâh-u Te‘âlâ’nın ahdini kabûl ettiklerinde.
b) Âdem ile İdrîs (Aleyhimesselâm) arasındaki dönemde ki, Kābil ve ona uyan azınlık hâriç, o zaman herkes meleklerle musâfaha edecek derecede dinlerine bağlıydılar.
c) Âdem ile Nûh (Aleyhimesselâm) arasındaki on asrın halkı, hak şerîat üzereydiler.
d) Tûfandan sonra yaşayanların hepsi Nûh (Aleyhisselâm)ın dîni üzereydiler.
2) Cehâlet ve kâfirlikte birleşmiş olmaları ki; bu hususta da iki rivâyet vardır:
a) İdrîs (Aleyhisselâm)ın göğe kaldırılmasının ardından Nûh (Aleyhisselâm) gönderilinceye kadar.
b) Nûh (Aleyhisselâm)ın vefâtından sonra Hûd (Aleyhisselâm) gönderilinceye kadar.

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ ﴿٢١٤
214﴿ (Ey Habîbimin Uhud’da ve Hendek’te sıkıntıya düşen ashâbı!) Yoksa siz, kendinizden önce geçmiş olan o kimselerin (peygamberlerin ve arkadaşlarının karşılaştıkları zorluklarla alâkalı) ilginç durumu henüz size gelmemişken cennete girebileceğinizi mi sandınız?! Onlara (fakirlik ve yoksulluk türünden birçok) zorluklar ve (hastalık, korku gibi büyük) sıkıntılar isâbet etmişti ve kendileri (türlü türlü belâlarla) sarsılmıştılar. (Nihâyet en çok sabır ve sebât gösteren kişi olduğu hâlde) o (zamânın) peygamber(i) ve onunla birlikte îmân etmiş olan kimseler bile (Allâh-u Te‘âlâ’nın yardımının gecikmesini yine O’na şikâyet etmek üzere): “Allâh’ın yardımı ne zaman (gelecek)?” demişlerdi. (İşte o zaman duâları kabûl edilerek Allâh-u Te‘âlâ tarafından kendilerine:) “Dikkat edin! Allâh’ın yardımı gerçekten çok yakındır” (buyrulmuştu).
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ ﴿٢١٥
215﴿ (Habîbim!) O (servet sâhibi ola)nlar (kime) hangi şeyi infâk edeceklerini sana soruyorlar. De ki: “(Az veyâ çok) maldan harcayacağınız şey, (öncelikle) ana-babaya, sonra en yakınlar(ınız olan akrabây)a, bir de yetimlere, ayrıca yoksullara ve yolda (mağdur) kalmışa âittir. (Bu sayılanlara veyâ başkalarına) hayırdan (az çok) her ne yaparsanız, şüphesiz ki Allâh onu (çok iyi bilen, dolayısıyla niyetlerinize göre size sevâbınızı bolca verecek olan) bir Alîm’dir.” Bu âyet-i celîle Amr ibnü’l-Cemûh (Radıyallâhu Anh)ın suâli üzerine nâzil olmuştur. (el-Beyzâvî, en-Nesefî)