v02.01.25 Geliştirme Notları
Tâhâ Sûresi
320
Cuz 16
126﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) buyurmuştur ki: “İşte sana! (Sen de Benim kitâbıma) böylece (davranmıştın)! Bizim (çok açık seçik) âyetlerimiz sana gelmişti, ama sen onları terk etmiştin. İşte sana! Bugün sen de böylece (körlük ve azap içerisinde) terk edileceksin.”
127﴿ İşte sana! (Şehvetlerine daldırıp, âyetlerimizden kör kalarak) haddi aşmış ve Rabbinin âyetlerine îmân etmemiş olan kimseyi (suçuna uygun cezâlarla) böyle cezâlandırırız! Âhiret(te uğrayacakları cehennem) azâbı ise, (dünyâdaki darlıktan da, kabir azâbından da, kör olarak haşrolmaktan da) elbette çok daha şiddetli ve daha ziyâde kalıcıdır.
128﴿ Artık o (Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri) o (müşrik ola)nlar için (başlarına gelecek felâketleri) açıklamada bulunmadı mı ki (hâlâ inkârda ısrâr edebiliyorlar); Biz (bugüne kadar) onlardan önceki asırlar (halkın)dan nicelerini helâk etmiştik, hâlbuki (bugün) kendileri onların (vîrân olmuş) yurtlarında yürümektedirler. (Ey muhâtap!) İşte sana! (Âyetlerimize karşı kör ve sağır kalmayı) engelleyici akıllara sâhip kimseler için elbette bu (anlatıla)n(lar)da pek çok ve çok büyük âyetler (ve ibretler) bulunmaktadır.
129﴿ Zâten (Habîbim! Seni inkâr edenlerden kiminin azâbının Bedir gününe, kiminin cezâsının ise kıyâmet gününe geciktirilmesi husûsunda) senin Rabbin (nezdin)den (ezelde) geçmiş olan (değişmez karârı ifâde eden) bir kelime ve (onların cezâları hakkında) adı konmuş bir süre bulunmasaydı, elbette o (Âd ve Semûd kavmine isâbet eden cezâların bir benzeri bunlara da çoktan) yapışan bir şey olurdu.
130﴿ (Habîbim! Onlara peşin cezâ vermeyişimizin sebebinin bir ihmâl değil, ancak süre tanıma anlamında bir imhâl olduğunu anladığına göre) öyleyse sen onların söylemekte oldukları şeylere sabret ve güneşin doğuşundan önce (sabah namazını kılarak), batışından önce de (öğle ve ikindi namazlarını edâ etmek sûretiyle) Rabbine hamd (etmek) ile birlikte (övgülerde bulunucu) olarak (O’nun yüce Zâtı hakkında tenzîh ve) tesbîhde bulun. Gecenin bâzı saatlerinde de (akşam ve yatsı namazlarını ikāme ederek Rabbin için) tesbîhde bulun, özellikle gündüzün uçlarında da (sabah ve akşam namazlarını dikkatlice kıl)! Tâ ki sen (bu namazlara devâm ederek Allâh nezdinde elde edeceğin mükâfatlara) râzı olasın.
131﴿ (Habîbim!) Bir de sakın ha sen; iki gözünü uzatma o şeylere ki, Biz o en alçak hayâtın bir süsü olarak, sırf kendisi sebebiyle onları imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edelim diye onlardan bâzı sınıfları onunla yararlandırmışızdır. Ama senin Rabbinin (dünyâda yeterli ve helâl olan, cennette de sonsuz ve sınırsız olan) rızkı (onlara verilen fânî servetlerden) çok hayırlıdır ve daha ziyâde kalıcıdır. Ebû Râfi‘ (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine gelen bir misâfiri ağırlamak için bir Yahûdî’den Receb ayına kadar veresiye buğday istemek üzere beni gönderdi. O kişi rehin almadan vermeyince, dönüp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bunu haber verdiğimde ona zırhını gönderirken: ‘Vallâhi; şüphesiz ben gökte de emîn, yerde de emîn (güvenilir) bir kimseyim’ buyurdu. Daha ben onun yanından çıkmamışken bu âyet-i kerîme nâzil oldu.” (es-Süyûtî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:189; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 4/230)
132﴿ (Habîbim!) Ayrıca sen âilene o (farz) namazları (kılmalarını) emret! Sen de on(lar)a devâm et! (Geçim derdi seni namazdan alıkoymasın, zîrâ) Biz senden (ne kendini ne de başkasını) rızıklandırma(nı) istemiyoruz. Biz seni (de, onları da) rızıklandırıyoruz. O (övgüye değer güzel) âkıbet ise takvâ (sâhipleri) içindir.
133﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (gördükleri bunca mûcizelerle yetinmeyip): “(Muhammed) bize Rabbinden (bizim istediğimiz şekilde) bir âyet (ve mûcize) getirseydi ya!” dediler. O evvelki (semâvî kitapların ve Tevrât’la, İncîl’in) sahîfeler(in)de bulunan (inanç ve fıkıhla ilgili bilgiler, ayrıca geçmiş toplumların yaşadıkları târihçelerden ibâret bunca) açık deliller (senin tarafından) onlara gelmedi mi?! (Hâlbuki onlara, önceki peygamberleri hiç görmemiş, onlardan öğrenenlerden de okumamış, hattâ okuma yazması dahî olmayan senin gibi ümmî bir peygamber tarafından Kur’ân gelmiştir, ondan büyük mûcize mi arıyorlar?!)
134﴿ Eğer gerçekten de Biz o (Kur’â)ndan önce bir azapla onları helâk etseydik elbette kendileri: “Bize bir rasûl gönderseydin de, (dünyâda esir edilip öldürülerek, âhirette de cehenneme girdirilerek) alçaklığa düşmemizden ve rüsvay olmamızdan önce Senin âyetlerine hakkıyla tâbi olaydık ya” derlerdi. (Biz de onlara böyle bir bahâne vermemek için kendilerine Kur’ân-ı Kerîm’i gönderdik.)
135﴿ (Habîbim!) De ki: “(Bizden ve sizden) her bir kişi (birbirinin durumunun ne türlü bir âkıbete varacağını) bekleyicidir, öyleyse siz de (iki cihanda başınıza gelecekleri) bekleyin! Artık yakında (kıyâmet kopunca) bileceksiniz; kim o dosdoğru yolun dâimî arkadaşlarıdır ve kim (sapıklıktan kurtulup) hidâyet bulmuş (ve sonsuz nîmetlere kavuşmuş)tur.”
سُورَةُ طٰهٰ
الجزء ١٦
٣٢٠
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى ﴿١٢٦
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى ﴿١٢٧
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ ﴿١٢٨
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ ﴿١٢٩
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى ﴿١٣٠
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى ﴿١٣١
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى ﴿١٣٢
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُولٰى ﴿١٣٣
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى ﴿١٣٤
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى ﴿١٣٥
Tâhâ Sûresi
320
Cuz 16
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى ﴿١٢٦
126﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) buyurmuştur ki: “İşte sana! (Sen de Benim kitâbıma) böylece (davranmıştın)! Bizim (çok açık seçik) âyetlerimiz sana gelmişti, ama sen onları terk etmiştin. İşte sana! Bugün sen de böylece (körlük ve azap içerisinde) terk edileceksin.”
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى ﴿١٢٧
127﴿ İşte sana! (Şehvetlerine daldırıp, âyetlerimizden kör kalarak) haddi aşmış ve Rabbinin âyetlerine îmân etmemiş olan kimseyi (suçuna uygun cezâlarla) böyle cezâlandırırız! Âhiret(te uğrayacakları cehennem) azâbı ise, (dünyâdaki darlıktan da, kabir azâbından da, kör olarak haşrolmaktan da) elbette çok daha şiddetli ve daha ziyâde kalıcıdır.
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ ﴿١٢٨
128﴿ Artık o (Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri) o (müşrik ola)nlar için (başlarına gelecek felâketleri) açıklamada bulunmadı mı ki (hâlâ inkârda ısrâr edebiliyorlar); Biz (bugüne kadar) onlardan önceki asırlar (halkın)dan nicelerini helâk etmiştik, hâlbuki (bugün) kendileri onların (vîrân olmuş) yurtlarında yürümektedirler. (Ey muhâtap!) İşte sana! (Âyetlerimize karşı kör ve sağır kalmayı) engelleyici akıllara sâhip kimseler için elbette bu (anlatıla)n(lar)da pek çok ve çok büyük âyetler (ve ibretler) bulunmaktadır.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ ﴿١٢٩
129﴿ Zâten (Habîbim! Seni inkâr edenlerden kiminin azâbının Bedir gününe, kiminin cezâsının ise kıyâmet gününe geciktirilmesi husûsunda) senin Rabbin (nezdin)den (ezelde) geçmiş olan (değişmez karârı ifâde eden) bir kelime ve (onların cezâları hakkında) adı konmuş bir süre bulunmasaydı, elbette o (Âd ve Semûd kavmine isâbet eden cezâların bir benzeri bunlara da çoktan) yapışan bir şey olurdu.
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى ﴿١٣٠
130﴿ (Habîbim! Onlara peşin cezâ vermeyişimizin sebebinin bir ihmâl değil, ancak süre tanıma anlamında bir imhâl olduğunu anladığına göre) öyleyse sen onların söylemekte oldukları şeylere sabret ve güneşin doğuşundan önce (sabah namazını kılarak), batışından önce de (öğle ve ikindi namazlarını edâ etmek sûretiyle) Rabbine hamd (etmek) ile birlikte (övgülerde bulunucu) olarak (O’nun yüce Zâtı hakkında tenzîh ve) tesbîhde bulun. Gecenin bâzı saatlerinde de (akşam ve yatsı namazlarını ikāme ederek Rabbin için) tesbîhde bulun, özellikle gündüzün uçlarında da (sabah ve akşam namazlarını dikkatlice kıl)! Tâ ki sen (bu namazlara devâm ederek Allâh nezdinde elde edeceğin mükâfatlara) râzı olasın.
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى ﴿١٣١
131﴿ (Habîbim!) Bir de sakın ha sen; iki gözünü uzatma o şeylere ki, Biz o en alçak hayâtın bir süsü olarak, sırf kendisi sebebiyle onları imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edelim diye onlardan bâzı sınıfları onunla yararlandırmışızdır. Ama senin Rabbinin (dünyâda yeterli ve helâl olan, cennette de sonsuz ve sınırsız olan) rızkı (onlara verilen fânî servetlerden) çok hayırlıdır ve daha ziyâde kalıcıdır. Ebû Râfi‘ (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine gelen bir misâfiri ağırlamak için bir Yahûdî’den Receb ayına kadar veresiye buğday istemek üzere beni gönderdi. O kişi rehin almadan vermeyince, dönüp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bunu haber verdiğimde ona zırhını gönderirken: ‘Vallâhi; şüphesiz ben gökte de emîn, yerde de emîn (güvenilir) bir kimseyim’ buyurdu. Daha ben onun yanından çıkmamışken bu âyet-i kerîme nâzil oldu.” (es-Süyûtî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:189; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 4/230)
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى ﴿١٣٢
132﴿ (Habîbim!) Ayrıca sen âilene o (farz) namazları (kılmalarını) emret! Sen de on(lar)a devâm et! (Geçim derdi seni namazdan alıkoymasın, zîrâ) Biz senden (ne kendini ne de başkasını) rızıklandırma(nı) istemiyoruz. Biz seni (de, onları da) rızıklandırıyoruz. O (övgüye değer güzel) âkıbet ise takvâ (sâhipleri) içindir.
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُولٰى ﴿١٣٣
133﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (gördükleri bunca mûcizelerle yetinmeyip): “(Muhammed) bize Rabbinden (bizim istediğimiz şekilde) bir âyet (ve mûcize) getirseydi ya!” dediler. O evvelki (semâvî kitapların ve Tevrât’la, İncîl’in) sahîfeler(in)de bulunan (inanç ve fıkıhla ilgili bilgiler, ayrıca geçmiş toplumların yaşadıkları târihçelerden ibâret bunca) açık deliller (senin tarafından) onlara gelmedi mi?! (Hâlbuki onlara, önceki peygamberleri hiç görmemiş, onlardan öğrenenlerden de okumamış, hattâ okuma yazması dahî olmayan senin gibi ümmî bir peygamber tarafından Kur’ân gelmiştir, ondan büyük mûcize mi arıyorlar?!)
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى ﴿١٣٤
134﴿ Eğer gerçekten de Biz o (Kur’â)ndan önce bir azapla onları helâk etseydik elbette kendileri: “Bize bir rasûl gönderseydin de, (dünyâda esir edilip öldürülerek, âhirette de cehenneme girdirilerek) alçaklığa düşmemizden ve rüsvay olmamızdan önce Senin âyetlerine hakkıyla tâbi olaydık ya” derlerdi. (Biz de onlara böyle bir bahâne vermemek için kendilerine Kur’ân-ı Kerîm’i gönderdik.)
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى ﴿١٣٥
135﴿ (Habîbim!) De ki: “(Bizden ve sizden) her bir kişi (birbirinin durumunun ne türlü bir âkıbete varacağını) bekleyicidir, öyleyse siz de (iki cihanda başınıza gelecekleri) bekleyin! Artık yakında (kıyâmet kopunca) bileceksiniz; kim o dosdoğru yolun dâimî arkadaşlarıdır ve kim (sapıklıktan kurtulup) hidâyet bulmuş (ve sonsuz nîmetlere kavuşmuş)tur.”