YİRMİBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Enbiyâ
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. el-İtkan isimli eserde 44. âyet-i kerîme nin Medîne-i Münevvere’de nâzil olduğu nakledilmiştir. 112 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ ﴿١﴾
﴾1﴿
İnsanlar için (Allâh-u Te‘âlâ tarafından) hesâb(a tâbi tutulma zaman)ları çok yaklaşmıştır. Onlar ise (İlâhî muhâsebeden ve ona hazırlanmaktan) büyük bir gaflet içerisindedirler, (hattâ bu husûsu önemseyip düşünmekten dahî) yüz çevirici kimselerdir.
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Rablerinden onlara yeni gönderilen bir öğüt (ve vaaz-u nasîhat) geldikçe mutlaka onlar (eğlenip) oynamakta (ve dalga geçmekte) oldukları hâlde onu dinlerler.
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
(O müşrikler) kalpleri (dünyânın yaldızlarıyla meşgul olduğu için âhiret düşüncesinden) oyalanıcı olarak (vaazları dinlerler)! O (şirk koşarak) zâlim olmuş kimseler (insandan peygamber gönderilmesini imkânsız saydıkları için) fısıldaşmalarını (başkalarının göreceği yerde bile yapmayıp) gizlediler. (Sonra bu konuda onlar): “İşte bu (Muhammed) ancak sizin gibi (olan ve sizin gibi yiyip-içen) bir beşerdir. Şimdi siz o(nun okuduğu) büyüy(ü kabûl edip dinlemey)e mi geleceksiniz?! Hâlbuki siz (onun okuduklarının birer sihir olduğunu) görmektesiniz” (dediler)!
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿٤﴾
﴾4﴿
(Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onların bu sözlerine cevâben) dedi ki: “Rabbim (açık veyâ gizli söylenmiş olan) gökteki ve yerdeki tüm sözleri bilmektedir. Zâten ancak O (bütün konuşulanları hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (yapılanları, hattâ düşünülen şeyleri bile çok iyi bilen bir) Alîm’dir.”
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Doğrusu o (müşrik ol)anlar (Kur’ân hakkında “Büyü” ifâdesini kullandıktan sonra bu yanlış fikirde duramayıp tutarlı olmayan ve tezatlarla dolu diğer birtakım bâtıl görüşlere meylederek) dediler ki: “(Hayır! Onun okuduğu Kur’ân bir büyü değil bilakis) birtakım karışık rüyâlardır (ki kendisi rüyâsında gördüğü saçma sapan şeyleri Allâh’tan gelen bir vahiy sanmıştır). Bilakis (onun okuduğu kendisine hayal ettirilen birtakım boş şeylerden ibâret bile olamaz, olsa olsa) onu kendisi (rüyâ bile görmeden ve hiçbir şeyi kaynak almadan kendiliğinden) uydurmuştur. Daha doğrusu o (rastgele bir uydurucu da değildir bilakis kābiliyetli) bir şâirdir. (Tüm bu iddiâlarımızı kabûl etmeyip Allâh’tan gönderilen gerçek bir peygamber olduğunda ısrâr ediyorsa) o hâlde bize (ejderhâ olan asâ, güneş gibi parlayan bembeyaz el, körleri iyileştirme ve ölüleri ihyâ gibi) o evvelki (peygamber)lerin (kendileriyle) gönderilmiş olduğu şeylere benzeyen bir âyet getirsin!”
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Onlardan önce (inadına mûcize istedikleri için) kendisini helâk etmiş olduğumuz hiçbir memleket (halkı, gördükleri mûcizeler karşısında) îmân etmemişti, (Habîbim) şimdi (sen onların istedikleri mûcizeleri gösterecek olursan) bunlar mı îmân edecekler?!
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٧﴾
﴾7﴿
(Habîbim! Yiyen-içen ölümlü bir insan olduğun için senin peygamber olamayacağını ileri süren o müşriklere Bizim şöyle buyurduğumuzu bildir:) Biz senden önce de (insanlara melekleri değil) ancak kendilerine vahiyde bulunmakta olduğumuz birtakım erkekleri rasûl olarak gönderdik. Haydi, zikir (ve ilim) ehli (olduğunu kabûl ettiğiniz Ehl-i Kitap âlimleri)ne (bu konuyu) sorun (bakalım)! Eğer siz bilmiyor olduysanız (onlar bu gerçeği bilmektedirler. Gerçi kıskançlıkları yüzünden Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in peygamberliğini inkâr ediyorlarsa da peygamberlerin dâimâ insan neslinin erkek cinsinden gönderildiğini aslâ reddedemezler).
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ ﴿٨﴾
﴾8﴿
Ayrıca Biz onları kendileri yemek yeme (ihtiyâcı hissetme)yen (cansız) cesetler(in sâhipleri) yapmamıştık. Onlar (dünyâda) ebedî kalıcı (ölümsüz) kimseler de değildiler. (Peki, o geçmiş nebîlerin peygamberliğini kabûl edenler, onlarla müşterek olduğun vasıflarından dolayı seni niye reddediyorlar?!)
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Sonra o (peygamber olarak gönderilmiş ola)nlara (verdiğimiz yardım sözünü tutarak) o vaad(imiz)de sâdık olduk da, nihâyet onları da, dilemekte olduğumuz o (mümin) kimseleri de (inkârcıların başına gelen belâdan) kurtardık. Haddi aşan o (kâfir) kimseleri ise helâk ettik.
لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَابًا ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
(Ey Kureyş topluluğu!) Andolsun ki; muhakkak Biz size (Kur’ân-ı Kerîm gibi) çok büyük bir Kitap indirdik ki; güzel anılmanız (övgünüz ve şerefiniz) /öğüdünüz/ sâdece ondadır. Hâlâ siz (başkalarına karşı size verdiğimiz bu üstünlüğü) anla(yıp da Müslüman ol)mayacak mısınız?!