v02.01.25 Geliştirme Notları
Enbiyâ Sûresi
323
Cuz 17
25﴿ (Habîbim!) Biz senden önce elçi olarak hiçbir rasül göndermedik ki, mutlaka ona: “Şu bir gerçektir ki; Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde (sâdece) Bana kulluk edin” diye vahyediyorduk.
26﴿ Bir de o (meleklerin Allâh’ın kızları olduğuna inanan Huzâ‘a kabîlesi gibi müşrik ola)nlar: “Rahmân bir çocuk edindi” dediler. (Bu gibi yakışıksız sıfatlardan) O’nu tesbîh ile (tenzih ederim)! Doğrusu, (melekler Allâh-u Te‘âlâ’nın çocukları olmayıp bilakis) kendilerine değer verilmiş (ve mânevî yakınlığa mazhar kılınmış) çok şerefli kullardır.
27﴿ Onlar (Rablerinden önce söz söyleyerek veyâ O’ndan emir almadan bir kelam sarf ederek) sözle(riyle) O’nu(n buyruğunu) geçmezler. Zâten onlar sâdece O’nun emriyle iş yaparlar. (Emrolunmadıkları bir şeyi ise aslâ yapmazlar.)
28﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) onların önlerinde olan şeyleri de, arkalarında bulunan şeyleri de (geçmiş ve gelecek, dünyâ ve âhiretle alâkalı her şeylerini) bilmektedir. (Melekler de bunun farkında oldukları için ona göre davranmaktadır.) Bir de onlar (O’ndan çok korktuklarından dolayı) O’nun (şefâat olunmasına) rızâ gösterdiği kimselerden başkası için şefâat ede(rek onların kurtuluşu için hiçbir aracılığa tevessül bile ede)mezler. (O râzı olunan kimseler ise ancak îmânla ölmüş kişilerdir.) Zâten onlar sâdece O’nun (azâbının) korkusundan sebep endişeli (ve tedirgin)dirler (bu yüzden makamlarının yüksekliğine güvenip de hiçbir zaman gevşekliğe kapılmazlar).
29﴿ Ama o (yaratıla)nlardan her kim: “Gerçekten ben (de) O’ndan başka bir ilâhım” derse, işte sana o ki, bu sebeple Biz onu cehennemle cezâlandıracağız. İşte sana! Biz (ilâhlık iddiâsında bulunan veyâ bu çağrıya uyup Allâh’a ortak koşan) o zâlimleri ancak böyle (fecî azaplarla) cezâlandıracağız (ki bundan daha aşağısı düşünülemez).
30﴿ Bir de o kâfir olmuş kimseler gör(ür gibi bil)medi(ler) mi ki; gerçekten gökler ve yer, o ikisi de (birbirlerinden ayırt edilemeyecek derecede tek bir kütle hâlindeydiler ve kendi aralarında katmanları fark edilemeyecek şekilde) yapışık bir şeydiler, sonra Biz onları yarıp (aralarına hava ve fezâ yerleştirerek, yer ve gök diye iki ayrı varlık hâline getirdik, ayrıca yedi kat gök ve yedi kat yer hâlinde tabakalara, feleklere ve iklimlere) ayırdık. Ayrıca Biz, (insanlar, hayvanlar ve bitkiler gibi) birçok canlı şeyi (gökten indirdiğimiz) sudan yarattık. Hâlâ mı (yaratıcının gücüne ve dînine) îmân etmeyecekler?! Göklerin ve yerin yaratılışını gözüyle gören olmadıysa da, inceleyenler bu âlemin ezelî olmayıp sonradan yaratılmış olduğunun birçok delîlini görme imkânına sâhiptirler. Şu anda fizikçiler dahî âlemin ilk başta tek bir parça olup sonradan ayrıldığının delillerini ispât etmektedirler. Melekler ve cinler gibi bâzı varlıkların sudan yaratılmadıkları diğer delillerle sâbit olduğuna göre; burada geçen “Her şey” tâbiri “Ekseriyet” mânâsında kullanılmıştır. Diğer canlıların sudan yaratılmış olması da hayatlarını temin eden maddeler içerisinde en büyük sebebin su olması hasebiyledir. Zâten “Allâh (yeryüzünde dolaşıp) debelenen her canlıyı sudan yaratmıştır” (en-Nûr Sûresi:45) âyet-i kerîmesi de bu âyet-i kerîmenin ekseriyetten bahsettiğini ifâde etmektedir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin, el-Âlûsî)
31﴿ Ayrıca Biz (su üzerine döşenmiş olan) yer(yüzün)de sâbit dağlar yerleştirdik ki, o (toprak) onları (gemi gibi) sallamasın. Bir de o (dağları)n (ara)lar(ın)da geniş geçitler; yollar(a müsâit alanlar) yarattık. Tâ ki onlar (istedikleri yerlere kolayca) erişebilsinler.
32﴿ Yine Biz o göğü (düşmek, bozulmak, dağılmak ve şeytanların ulaşımına mâruz kalmak gibi âfetlerden) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise onun (barındırdığı güneş, ay ve yıldızlar gibi) âyetlerinden yüz çevirici kimselerdir. Nitekim onlar feleklerin, gezegenlerin ve semâdaki cirimlerin doğuşlarıyla batışlarında ve hareket şekillerinde bulunan üstün hikmeti ve yüce kudreti görüp de düzenleyicisine îmân etmemiştirler.
33﴿ Bir de ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratmıştır. Her biri (de semânın altında bulunan) sınırlı bir (hava) dalga(sın)da yüz(ercesine süratle dönerek gez)-mektedirler.
34﴿ (Habîbim! Senin ölümünü bekleyen o kâfirlere Bizim şu fermânımızı ilet ki) Biz senden önce de hiçbir beşere (dünyâda) ebedîlik (ve ölümsüzlük) vermemiştik. Şimdi sen ölürsen, onlar mı ebedî kalıcı kimselerdir?! Îsâ (Aleyhisselâm)ın şu anda hayatta olduğuna dâir Ehl-i Sünnet’in görüşüne karşı bu âyeti delil getirenler Kur’ân’ın zâhirî mânâsını dahî anlamaktan âciz kimselerdir. Zîrâ bu âyette kimseye ebedîlik (ölümsüzlük) verilmediği beyân edilmektedir. Yoksa Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den önceki peygamberlerin hepsinin vefât ettiğine dâir bir ifâde içermemektedir. Zâten Îsâ (Aleyhisselâm) da âhir zamanda dünyâya indikten kırk sene sonra vefât edeceğinden dolayı onun hakkında da ölümsüzlük söz konusu değildir.
35﴿ (Yaratılmış olan) her bir nefis ölümü(n acısını) tadıcıdır. Biz sizi bir fitne (deneme) olsun diye (hastalık ve fakirlik gibi) şer(li şeyler) ile de, (sağlık ve zenginlik gibi) hayır(lı şeyler) ile de imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edeceğiz. Ama (sonunda hesap ve cezâ için) ancak Bize döndürüleceksiniz. (Sabrınızın ve şükrünüzün karşılığını da işte o zaman göreceksiniz.)
سُورَةُ الْاَنْبِيَاءِ
الجزء ١٧
٣٢٣
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ ﴿٢٥
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ ﴿٢٦
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ ﴿٢٧
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ ﴿٢٨
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿٢٩
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ ﴿٣٠
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٣١
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ ﴿٣٢
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ ﴿٣٣
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ ﴿٣٤
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٣٥
Enbiyâ Sûresi
323
Cuz 17
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim!) Biz senden önce elçi olarak hiçbir rasül göndermedik ki, mutlaka ona: “Şu bir gerçektir ki; Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde (sâdece) Bana kulluk edin” diye vahyediyorduk.
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ ﴿٢٦
26﴿ Bir de o (meleklerin Allâh’ın kızları olduğuna inanan Huzâ‘a kabîlesi gibi müşrik ola)nlar: “Rahmân bir çocuk edindi” dediler. (Bu gibi yakışıksız sıfatlardan) O’nu tesbîh ile (tenzih ederim)! Doğrusu, (melekler Allâh-u Te‘âlâ’nın çocukları olmayıp bilakis) kendilerine değer verilmiş (ve mânevî yakınlığa mazhar kılınmış) çok şerefli kullardır.
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ ﴿٢٧
27﴿ Onlar (Rablerinden önce söz söyleyerek veyâ O’ndan emir almadan bir kelam sarf ederek) sözle(riyle) O’nu(n buyruğunu) geçmezler. Zâten onlar sâdece O’nun emriyle iş yaparlar. (Emrolunmadıkları bir şeyi ise aslâ yapmazlar.)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ ﴿٢٨
28﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) onların önlerinde olan şeyleri de, arkalarında bulunan şeyleri de (geçmiş ve gelecek, dünyâ ve âhiretle alâkalı her şeylerini) bilmektedir. (Melekler de bunun farkında oldukları için ona göre davranmaktadır.) Bir de onlar (O’ndan çok korktuklarından dolayı) O’nun (şefâat olunmasına) rızâ gösterdiği kimselerden başkası için şefâat ede(rek onların kurtuluşu için hiçbir aracılığa tevessül bile ede)mezler. (O râzı olunan kimseler ise ancak îmânla ölmüş kişilerdir.) Zâten onlar sâdece O’nun (azâbının) korkusundan sebep endişeli (ve tedirgin)dirler (bu yüzden makamlarının yüksekliğine güvenip de hiçbir zaman gevşekliğe kapılmazlar).
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿٢٩
29﴿ Ama o (yaratıla)nlardan her kim: “Gerçekten ben (de) O’ndan başka bir ilâhım” derse, işte sana o ki, bu sebeple Biz onu cehennemle cezâlandıracağız. İşte sana! Biz (ilâhlık iddiâsında bulunan veyâ bu çağrıya uyup Allâh’a ortak koşan) o zâlimleri ancak böyle (fecî azaplarla) cezâlandıracağız (ki bundan daha aşağısı düşünülemez).
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ ﴿٣٠
30﴿ Bir de o kâfir olmuş kimseler gör(ür gibi bil)medi(ler) mi ki; gerçekten gökler ve yer, o ikisi de (birbirlerinden ayırt edilemeyecek derecede tek bir kütle hâlindeydiler ve kendi aralarında katmanları fark edilemeyecek şekilde) yapışık bir şeydiler, sonra Biz onları yarıp (aralarına hava ve fezâ yerleştirerek, yer ve gök diye iki ayrı varlık hâline getirdik, ayrıca yedi kat gök ve yedi kat yer hâlinde tabakalara, feleklere ve iklimlere) ayırdık. Ayrıca Biz, (insanlar, hayvanlar ve bitkiler gibi) birçok canlı şeyi (gökten indirdiğimiz) sudan yarattık. Hâlâ mı (yaratıcının gücüne ve dînine) îmân etmeyecekler?! Göklerin ve yerin yaratılışını gözüyle gören olmadıysa da, inceleyenler bu âlemin ezelî olmayıp sonradan yaratılmış olduğunun birçok delîlini görme imkânına sâhiptirler. Şu anda fizikçiler dahî âlemin ilk başta tek bir parça olup sonradan ayrıldığının delillerini ispât etmektedirler. Melekler ve cinler gibi bâzı varlıkların sudan yaratılmadıkları diğer delillerle sâbit olduğuna göre; burada geçen “Her şey” tâbiri “Ekseriyet” mânâsında kullanılmıştır. Diğer canlıların sudan yaratılmış olması da hayatlarını temin eden maddeler içerisinde en büyük sebebin su olması hasebiyledir. Zâten “Allâh (yeryüzünde dolaşıp) debelenen her canlıyı sudan yaratmıştır” (en-Nûr Sûresi:45) âyet-i kerîmesi de bu âyet-i kerîmenin ekseriyetten bahsettiğini ifâde etmektedir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin, el-Âlûsî)
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٣١
31﴿ Ayrıca Biz (su üzerine döşenmiş olan) yer(yüzün)de sâbit dağlar yerleştirdik ki, o (toprak) onları (gemi gibi) sallamasın. Bir de o (dağları)n (ara)lar(ın)da geniş geçitler; yollar(a müsâit alanlar) yarattık. Tâ ki onlar (istedikleri yerlere kolayca) erişebilsinler.
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ ﴿٣٢
32﴿ Yine Biz o göğü (düşmek, bozulmak, dağılmak ve şeytanların ulaşımına mâruz kalmak gibi âfetlerden) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise onun (barındırdığı güneş, ay ve yıldızlar gibi) âyetlerinden yüz çevirici kimselerdir. Nitekim onlar feleklerin, gezegenlerin ve semâdaki cirimlerin doğuşlarıyla batışlarında ve hareket şekillerinde bulunan üstün hikmeti ve yüce kudreti görüp de düzenleyicisine îmân etmemiştirler.
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ ﴿٣٣
33﴿ Bir de ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratmıştır. Her biri (de semânın altında bulunan) sınırlı bir (hava) dalga(sın)da yüz(ercesine süratle dönerek gez)-mektedirler.
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ ﴿٣٤
34﴿ (Habîbim! Senin ölümünü bekleyen o kâfirlere Bizim şu fermânımızı ilet ki) Biz senden önce de hiçbir beşere (dünyâda) ebedîlik (ve ölümsüzlük) vermemiştik. Şimdi sen ölürsen, onlar mı ebedî kalıcı kimselerdir?! Îsâ (Aleyhisselâm)ın şu anda hayatta olduğuna dâir Ehl-i Sünnet’in görüşüne karşı bu âyeti delil getirenler Kur’ân’ın zâhirî mânâsını dahî anlamaktan âciz kimselerdir. Zîrâ bu âyette kimseye ebedîlik (ölümsüzlük) verilmediği beyân edilmektedir. Yoksa Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den önceki peygamberlerin hepsinin vefât ettiğine dâir bir ifâde içermemektedir. Zâten Îsâ (Aleyhisselâm) da âhir zamanda dünyâya indikten kırk sene sonra vefât edeceğinden dolayı onun hakkında da ölümsüzlük söz konusu değildir.
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٣٥
35﴿ (Yaratılmış olan) her bir nefis ölümü(n acısını) tadıcıdır. Biz sizi bir fitne (deneme) olsun diye (hastalık ve fakirlik gibi) şer(li şeyler) ile de, (sağlık ve zenginlik gibi) hayır(lı şeyler) ile de imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edeceğiz. Ama (sonunda hesap ve cezâ için) ancak Bize döndürüleceksiniz. (Sabrınızın ve şükrünüzün karşılığını da işte o zaman göreceksiniz.)