v02.01.25 Geliştirme Notları
Enbiyâ Sûresi
324
Cuz 17
36﴿ (Habîbim!) Bir de o kimseler ki kâfir olmuşturlar, onlar seni gördüğü zaman, seni ancak bir alay (malzemesi) edinirler (de, seni birbirlerine göstererek derler) ki: “İşte bu, ilâhlarınızı (kötülükle) an(ıp ayıpla)makta olan o kişi midir?!” Hâlbuki onlar (kendilerine bunca nîmetler ihsân eden) O Rahmân’ın (yüce sıfatlarla) anılmasını/(peygamberler gönderip, kitaplar indirerek kullarına) öğüt vermesini/ inkâr (edip âciz putlara taptıkları için ayıplanmayı ve kınanmayı hak) edenlerin ta kendileridir.
37﴿ (Habîbim! Azâbı acele isteyen o kâfirlere şunu bildir ki:) İnsan (her işi vaktinden önce aradığından ve son derece sebatsızlığından dolayı hamuruna sabırsızlık katılmış gibi) bir acele(cilik tînetin)den yaratılmıştır. (Böylece acelecilik onun ayrılmaz bir tabîatı hâlini almıştır.) Pek yakında size (dünyâda Bedir’de, âhirette ise cehennemde azap ve intikam) âyetlerimi göstereceğim. Artık Benden (intikāmım husûsunda) acele istekte bulunmayın!
38﴿ Ama o (kâfir ola)nlar (sana ve ashâbına karşı): “İşte bu (azap) vaad(inin gerçekleşmesi) ne zamandır? Eğer (azâbın geleceğine dâir tehdîdinizde) doğru konuşan kimseler olduysanız (onu bize çabucak getirin)” diyorlar.
39﴿ O kendileri kâfir olmuş kimseler o zaman(da yaşayacakların)ı (bir) bilseydi (elbette kâfirliği bırakarak azâbı acele istemekten vazgeçerlerdi) ki (o vakit onlar) o (cehennem) ateşi(ni) yüzlerinden engelleyemeyeceklerdir, sırtlarından da (o azap uzaklaştırılmış bir şey) olamayacaktır ve onlar (hiçbir kimse tarafından) yardım da olunamayacaklardır!
40﴿ Doğrusu o (kıyâmet ve cehennem) onlara ansızın gelecek de, hemen onları mağlup edecektir/şaşkına çevirecektir/. Artık kendileri onu geri çevirmeye güç yetiremeyeceklerdir. Onlar (tevbe ve özür dilemeleri için) kendilerine (müsâade ve) mühlet verilen (kimse)ler de olmayacaklardır.
41﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette senden evvel (gönderilen) nice değerli rasüllerle (de) gerçekten alay edilmişti, sonra kendisiyle özellikle alay etmekte oldukları o şey(in azâbı) onlar(a vaaz eden zatlar)la alay etmiş olan o kişileri çepeçevre kuşatmıştı.
42﴿ (Habîbim! İslâm dîni ile alay eden o kâfirlere) de ki: “(Allâh-u Te‘âlâ sizi helâk etmek isterse) sizi O Rahmân(ın azâbın)dan gece ve(yâ) gündüz (vakitlerinde) kim koruyabilir?! (Tabî ki sizi hiçbir şey değil lâkin sâdece O’nun sâhip olduğu Rahmân isminin ifâde ettiği rahmet sıfatı korumaktadır.)” Doğrusu o (kâfir ola)nlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından korkmak bir yana) Rablerini anmaktan (ve hatırlarına getirmekten bile) yüz çevir(meye devâm ed)ici kimselerdir. (Dolayısıyla nîmetlerle uğraşma yüzünden nîmet sâhibini unutmuş olan bu kişiler, sâhip oldukları emniyet ve bolluğu bir nîmet ve koruma olarak görmedikleri için gerçek koruyucunun kim olduğunu arama ihtiyacı dahî hissetmemiştirler.)
43﴿ Yoksa onların Bizden başka birtakım ilâhları mı vardır ki, onlar kendilerini korumaktadır?! O (ilâh diye tapınıla)nlar (değil tapanlarına) kendi nefislerine (bile) yardım etmeye güç yetiremezler. (Kendine yardımdan âciz olandan başkalarına yardım nasıl beklenebilir?!) Onlar(a tapanlar) Bizden de birliktelik (ve yardım) görmezler.
44﴿ Hayır! (Habîbim! O seni inkâr edenleri koruyan putları değil ancak Biziz.) İşte Biz şu (kâfir ola)nları da, babalarını da (sevdiğimiz için değil, ancak takdîrimiz yerini bulsun, bir de günahları artarak azapları çok olsun diye) bolluk içinde (bu zamâna kadar) yaşattık. Nihâyet (yaşadıkları) ömür (sürekli devâm edecekmiş gibi) kendilerine uzadı (da, böylece aldanarak haktan yüz çevirdiler ve nefislerinin kendilerine yaldızlamış olduğu kötülüklerin peşine düştüler. Ama bu, içi boş bir beklenti ve sahte bir emeldi). O (müşrik ola)nlar hâlâ (tehditlerimizin gerçekleşeceğini inkâr edip dururlarken hiç) görmüyorlar mı ki gerçekten Biz (reddedilemeyen fermânımızla onlara âit) o toprağa gelmekteyiz ve kenarlarından (azar azar Müslümanlara fethettirerek İslâm diyârına katmak sûretiyle) onları(n yurdunu) eksiltmekteyiz?! Artık şimdi onlar mı (yoksa Bizim ordularımız mı) gâlip gelecek kimselerdir?! (Tabî ki Bizim Rasûlümüz ve ashâbı Bizim yardımımızla onları çok yakında mağlûb edeceklerdir.)
سُورَةُ الْاَنْبِيَاءِ
الجزء ١٧
٣٢٤
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُوًاۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ ﴿٣٦
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ ﴿٣٧
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣٨
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿٣٩
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿٤٠
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿٤١
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ ﴿٤٢
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ ﴿٤٣
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ ﴿٤٤
Enbiyâ Sûresi
324
Cuz 17
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُوًاۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ ﴿٣٦
36﴿ (Habîbim!) Bir de o kimseler ki kâfir olmuşturlar, onlar seni gördüğü zaman, seni ancak bir alay (malzemesi) edinirler (de, seni birbirlerine göstererek derler) ki: “İşte bu, ilâhlarınızı (kötülükle) an(ıp ayıpla)makta olan o kişi midir?!” Hâlbuki onlar (kendilerine bunca nîmetler ihsân eden) O Rahmân’ın (yüce sıfatlarla) anılmasını/(peygamberler gönderip, kitaplar indirerek kullarına) öğüt vermesini/ inkâr (edip âciz putlara taptıkları için ayıplanmayı ve kınanmayı hak) edenlerin ta kendileridir.
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ ﴿٣٧
37﴿ (Habîbim! Azâbı acele isteyen o kâfirlere şunu bildir ki:) İnsan (her işi vaktinden önce aradığından ve son derece sebatsızlığından dolayı hamuruna sabırsızlık katılmış gibi) bir acele(cilik tînetin)den yaratılmıştır. (Böylece acelecilik onun ayrılmaz bir tabîatı hâlini almıştır.) Pek yakında size (dünyâda Bedir’de, âhirette ise cehennemde azap ve intikam) âyetlerimi göstereceğim. Artık Benden (intikāmım husûsunda) acele istekte bulunmayın!
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣٨
38﴿ Ama o (kâfir ola)nlar (sana ve ashâbına karşı): “İşte bu (azap) vaad(inin gerçekleşmesi) ne zamandır? Eğer (azâbın geleceğine dâir tehdîdinizde) doğru konuşan kimseler olduysanız (onu bize çabucak getirin)” diyorlar.
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿٣٩
39﴿ O kendileri kâfir olmuş kimseler o zaman(da yaşayacakların)ı (bir) bilseydi (elbette kâfirliği bırakarak azâbı acele istemekten vazgeçerlerdi) ki (o vakit onlar) o (cehennem) ateşi(ni) yüzlerinden engelleyemeyeceklerdir, sırtlarından da (o azap uzaklaştırılmış bir şey) olamayacaktır ve onlar (hiçbir kimse tarafından) yardım da olunamayacaklardır!
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿٤٠
40﴿ Doğrusu o (kıyâmet ve cehennem) onlara ansızın gelecek de, hemen onları mağlup edecektir/şaşkına çevirecektir/. Artık kendileri onu geri çevirmeye güç yetiremeyeceklerdir. Onlar (tevbe ve özür dilemeleri için) kendilerine (müsâade ve) mühlet verilen (kimse)ler de olmayacaklardır.
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿٤١
41﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette senden evvel (gönderilen) nice değerli rasüllerle (de) gerçekten alay edilmişti, sonra kendisiyle özellikle alay etmekte oldukları o şey(in azâbı) onlar(a vaaz eden zatlar)la alay etmiş olan o kişileri çepeçevre kuşatmıştı.
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ ﴿٤٢
42﴿ (Habîbim! İslâm dîni ile alay eden o kâfirlere) de ki: “(Allâh-u Te‘âlâ sizi helâk etmek isterse) sizi O Rahmân(ın azâbın)dan gece ve(yâ) gündüz (vakitlerinde) kim koruyabilir?! (Tabî ki sizi hiçbir şey değil lâkin sâdece O’nun sâhip olduğu Rahmân isminin ifâde ettiği rahmet sıfatı korumaktadır.)” Doğrusu o (kâfir ola)nlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından korkmak bir yana) Rablerini anmaktan (ve hatırlarına getirmekten bile) yüz çevir(meye devâm ed)ici kimselerdir. (Dolayısıyla nîmetlerle uğraşma yüzünden nîmet sâhibini unutmuş olan bu kişiler, sâhip oldukları emniyet ve bolluğu bir nîmet ve koruma olarak görmedikleri için gerçek koruyucunun kim olduğunu arama ihtiyacı dahî hissetmemiştirler.)
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ ﴿٤٣
43﴿ Yoksa onların Bizden başka birtakım ilâhları mı vardır ki, onlar kendilerini korumaktadır?! O (ilâh diye tapınıla)nlar (değil tapanlarına) kendi nefislerine (bile) yardım etmeye güç yetiremezler. (Kendine yardımdan âciz olandan başkalarına yardım nasıl beklenebilir?!) Onlar(a tapanlar) Bizden de birliktelik (ve yardım) görmezler.
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ ﴿٤٤
44﴿ Hayır! (Habîbim! O seni inkâr edenleri koruyan putları değil ancak Biziz.) İşte Biz şu (kâfir ola)nları da, babalarını da (sevdiğimiz için değil, ancak takdîrimiz yerini bulsun, bir de günahları artarak azapları çok olsun diye) bolluk içinde (bu zamâna kadar) yaşattık. Nihâyet (yaşadıkları) ömür (sürekli devâm edecekmiş gibi) kendilerine uzadı (da, böylece aldanarak haktan yüz çevirdiler ve nefislerinin kendilerine yaldızlamış olduğu kötülüklerin peşine düştüler. Ama bu, içi boş bir beklenti ve sahte bir emeldi). O (müşrik ola)nlar hâlâ (tehditlerimizin gerçekleşeceğini inkâr edip dururlarken hiç) görmüyorlar mı ki gerçekten Biz (reddedilemeyen fermânımızla onlara âit) o toprağa gelmekteyiz ve kenarlarından (azar azar Müslümanlara fethettirerek İslâm diyârına katmak sûretiyle) onları(n yurdunu) eksiltmekteyiz?! Artık şimdi onlar mı (yoksa Bizim ordularımız mı) gâlip gelecek kimselerdir?! (Tabî ki Bizim Rasûlümüz ve ashâbı Bizim yardımımızla onları çok yakında mağlûb edeceklerdir.)