HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالْاَنْبِيَاءِ  ٣٢٥ 
الجزء ١٧

قُلْ اِنَّمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ ﴿ ٤٥ ﴾ وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿ ٤٦ ﴾ وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـًٔاۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ ﴿ ٤٧ ﴾ وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّق۪ينَۙ ﴿ ٤٨ ﴾ اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ ﴿ ٤٩ ﴾ وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟ ﴿ ٥٠ ﴾ وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ ﴿ ٥١ ﴾ اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ ﴿ ٥٢ ﴾ قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ ﴿ ٥٣ ﴾ قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿ ٥٤ ﴾ قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ ﴿ ٥٥ ﴾ قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿ ٥٦ ﴾ وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ ﴿ ٥٧ ﴾

سُورَةُالْاَنْبِيَاءِ  ٣٢٥ 
الجزء ١٧
Enbiyâ Sûresi  325 
Cüz  17

45  (Habîbim!) De ki: “Ben sizi (a zap la korkutuyorsam, gelişigüzel bir tehditle değil,) ancak vahiy (olan Kur’ân) ile korkutmaktayım! Ama o (hakka karşı) sağır (olan)lar korkutuldukları zaman çağrıyı duy maz(dan gelirler).”

46  (O kalp kulakları sağır olanlar azap haberlerini duymaktan hiç etkilenmiyorlar ama) andolsun ki; eğer onlara Rabbinin azâbından en ufak bir esinti azı cık dokunacak olsa, elbette onlar (suçlarını itirafa mecbur kalınca, kendilerine bedduada bulunmak üze re) mutlaka: “Ey bizim helâkimiz! (Neredesin gel, şimdi tam za manın!) Gerçekten de Biz (şirk koşarak kendimize ya zık eden) zâlim kimseler olmuştuk!” diyeceklerdir.

47  Biz kıyâmet günü (kulların amellerini tartmak) için (iki kefesi ve bir dili olan) dosdoğru terazileri (mahşere) koyacağız. Artık hiçbir nefis en ufak bir şeyle (bile) zulme uğratılmayacaktır. O (kişinin ameli), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, Biz onu getir(ip o mîzâna yerleştir) eceğiz. (Herkesin ne yaptığını bilip tespit edenler ve) he sap görenler olarak Biz dâima yeterli olmuşuzdur!

48  Andolsun ki; elbette Biz Mûsâ ve Hârûn’a (hakkı bâtıldan ayırma an lamına gelen) Furkan (vasfı na hâiz Tevrât), (kurtuluş yolunu aydınlatan) üstün bir ışık kaynağı ve takvâ sahipleri için büyük bir öğüt (ve uyarı)/büyük bir şeref/(dinî konularda ih tiyaç hissedecekleri şeyler hakkında) tam bir açıkla ma/ vermiştik.

49  O (Kitaptan istifâde eden takvâ sahibi) kimse ler ki; Rablerin(i görmedikleri halde kendisin) den gıyâ ben / (insanların gözü önünde gü nah işlemedikleri gibi on ların) gı yap (ların) da da Rablerinden / kork mak taydılar. Onlar o (kıyâmet) ân(ının zorlukların)dan dolayı da titreyen kimselerdi/korkucu kişilerdi/.

50  İşte bu (Kur’ân) da, (çok hayırlı) mübârek bir öğüttür ki onu Biz indirmişizdir! Şimdi siz onu(n Allâh-u Te`âlâ tarafından indiril miş olduğunu) mu inkâr edici kimselersiniz?

51  Andolsun ki; elbette Biz bu (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`den, hattâ Mûsâ ve Hârû)ndan önce İb râ hîm’e de (henüz peygamberlik ver meden, bülûğ çağına bile ermeden) rüşdünü (; hidâyetini, salâ hını ve her işte isâbetli görüşe ulaşma kabiliyetini) mu hakkak vermiştik. (Çünkü) Biz (her şeye vâkıf olduğumuz gibi,) onu(n tüm bu güzel vasıflara ve üstün hasletlere daha çocuk ken lâyık olduğunu) da bilenlerdik!

52  Hani o, babasına ve toplumuna: “İşte bu (yırtıcı hayvan, kuş ve insan şeklinde yapıp taptığınız) heykeller de nedir ki, siz sadece onlara sürekli yönelicilersiniz?” demişti.

53  Onlar: “Biz babalarımızı sadece bunlara ta pan kimseler hâlinde bulduk (da onlara uyduk)!” dediler.

54  O: “Andolsun ki; elbette siz ve babalarınız gerçekten pek açık bir sapıklık içinde bu lundu nuz.” dedi.

55  Onlar (yollarının bir sapıklık olması ih - timalini uzak gördüklerinden, İbrâhîm (Aleyhisselâm)` ın bu sözünü çok garipseyerek ve kendileriyle alay ettiğini sanarak): “Sen bize hakk (ve ciddi olan bir davay)ı mı getirdin, yoksa sen (bizimle eğlenip) oynayanlardan mısın?” dediler.

56  O dedi ki: “Hayır! (Ben si zinle eğlenmiyorum!) Sizin Rab biniz, göklerin ve yerin O Rabbidir ki; on ları yoktan yaratmıştır. İşte size! Ben de (ciddi araş tırmalarım sonucu,) bu (tevhîd inancının doğruluğu)na (delil gösterebilecek derecede) şâhitlik edenlerdenim!

57  Allâh’a yemin olsun ki; sizin (tapınmanızı bitirip, o heykellere) arka dönenler hâlinde (bayramınıza) dönüp gitmenizin ardından, andolsun ki; elbette ben o putlarınız(ı kırmay)` a (yönelik bir) tuzak kuracağım!”
Rivayete göre; İbrâhîm (Aleyhisselâm)`ın kavminin senede bir toplandıkları bir bayramları vardı, bayram kutlamasından döndükleri zaman putlarını ziyaret edip onlara secde eder, sonra evlerine dönerlerdi. Bir bayram günü geldiğinde İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın babası:“Ey İbrâhîm! Sen de bizimle bayram kutlamasına gelsen, belki dinimiz hoşuna gider!” dedi. Böylece İbrâhîm (Aleyhisselâm) da onlarla birlikte yola çıktı, biraz gittikten sonra kendisini yere atarak: “Ben hastayım, ayağım ağrıyor!” deyince onu bırakıp yollarına devam ettiler. O da geride kalan zayıf insanların duyacağı şekilde bu sözü söyledi. Sonra puthâneye gidip yan yana dizilmiş putların önüne konan yemekleri görünce, alayvâri bir şekilde: “Yesenize!” dedi. Onlar cevap veremeyince: “Niye konuşmuyorsunuz?” diyerek bunlara girişti ve elindeki baltayla hepsini birer birer kırdıktan sonra baltayı büyük putun boynuna taktı.(Hâzin)

Enbiyâ Sûresi  325 
Cüz  17
cihanyamaneren