v02.01.25 Geliştirme Notları
Enbiyâ Sûresi
329
Cuz 17
91﴿ (Habîbim!) Bir de tenâsül uzvunu (nikâhlı-nikâhsız helâl ve haram olan her türlü ilişkiden) korumuş olan o (Meryem adındaki) kadını da (ümmetine anlat) ki; Biz (diriltme sıfatımızdan ibâret olan) rûhumuzdan (Cibrîl vâsıtasıyla) onun (elbisesinin yakasının) içerisine üfle(terek onun rahminde Îsâ (Aleyhisselâm)ı vâr et)miştik ve böylece onu da oğlunu da âlemler(in ahâlîsi) için (üstün kudretimize delâlet eden) birer âyet (ve mûcize) yapmıştık. (Nitekim kocasız doğuran bir kadın ile babasız doğan bir çocuğun durumu hakkında ince düşünenler, Bizim her şeye kādir olduğumuzu çok iyi anlarlar.) Bu âyet-i celîlede Allâh-u Te‘âlâ’ya isnâd edilen “Rûh”tan maksad; O’nun fiilî (izâfî) sıfatlarından olan “İhyâ” (diriltme ve can verme) sıfatıdır. Yoksa Allâh-u Te‘âlâ bizde bulunan mânâda rûha sâhip olmaktan münezzehtir. Yine burada “Nefh (üfleme)” fiilinin Allâh-u Te‘âlâ’ya isnâdı mecâzdır. Zîrâ Meryem Sûresi’nin 17. âyet-i kerîmesinde Allâh-u Te‘âlâ’nın Meryem (Aleyhesselâm)a Cibrîl (Aleyhisselâm)ı gönderdiği ve (elbisesinin yakasının içine) üfleme fiilini ona yaptırdığı açıkça zikredilmiştir. Dolayısıyla nefh fiilinin Cibrîl (Aleyhisselâm)a isnâdı hakîkattir. (el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:4156, 2/648; el-Beyhakî, el-Esmâ, rakam:773, 2/210; en-Nesefî; el-Âlûsî, 17/184)
92﴿ (Ey insanlar!) Şüphesiz ki ancak işte bu (tevhîd milleti ve İslâm dîni), (peygamberler arasında ihtilafsız) tek bir ümmet(in inancı) olarak sizin (gerçek) dîninizdir ve ancak Ben sizin Rabbinizim; öyleyse (bir tek) Bana ibâdet edin!
93﴿ (Tüm peygamberler insanları sâdece İslâm’a çağırdılar) ama onlar(a bağlılık iddiâ eden ümmetler fırkalara bölünerek din) işlerini aralarında parça parça yaptılar. Her biri (de sonunda diriltilip) ancak Biz(im muhâsebemiz)e dönücü (olup yaptıklarının karşılığını görecek) kimselerdir.
94﴿ İşte her kim kendisi (inanılması zorunlu olan her şeye) îmân edici bir kimse olarak sâlih amellerden birini (dahî) işlerse artık onun çalışması (ve bu uğurda sarf ettiği çaba) için tanımama (ve sevâbından mahrum bırakma diye bir şey söz konusu) olamaz. Zâten muhakkak ki Biz (meleklerimiz vâsıtasıyla) özellikle onu(n yaptığı küçük-büyük her şeyi amel defterine) yaz(dır)ıcılarız.
95﴿ Kendisini helâk et(me hükmü ver)diğimiz herhangi bir karyenin (halkının); gerçekten onların (tevbeye ve yeniden dünyâ hayâtına) dönüşleri (tarafımızdan kesinlikle) engellenmiş bir şeydir.
96﴿ (Hakkı bildikleri hâlde onda birleşmeyen kâfir milletlerin helâkleri böylece sürüp gidecek ve) nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc (kavimlerinin önünde engel olan sedd) açıldığı zaman, onlar (dağ ve tepe gibi) her bir yüksek yerden (inerek, ekinlere ve canlılara saldırmak üzere) süratlice koşacaklar. Ye’cûc ve Me’cûc, Âdemoğullarından iki kabîlenin ismidir. Kıyâmete yakın Îsâ (Aleyhisselâm) inerek Deccal’ı helâk ettikten sonra Zülkarneyn (Aleyhisselâm)ın binâ ettiği sed açılıp Ye’cûc ve Me’cûc kavimleri dağ ve tepe gibi yüksek yerlerden akın ederek insanlara karışacak ve her şeyi yiyip içip tüketecekler, nihâyet göller dahî kuruyacak ve büyük bir kıtlık baş gösterecektir. Sonra Îsâ (Aleyhisselâm)ın duâsı bereketi ile boyunlarına musallat olan deve kurduyla top yekûn helâk edileceklerdir, leşleri dünyâyı doldurunca Îsâ (Aleyhisselâm)ın duâsıyla Allâh-u Te‘âlâ, uzun boyunlu develere benzeyen birtakım kuşları göndererek o leşleri dilediği yerlere attıracaktır. Daha sonra Allâh-u Te‘âlâ’nın göndereceği yağmurlarla yeryüzü onların pisliklerinden yıkanacaktır. Sonunda Allâh-u Te‘âlâ yeryüzünü cennet gibi yeşertecek ve Îsâ (Aleyhisselâm)ın berâberinde olan tüm müminlerin durumları düzelecektir. (Müslim, el-Fiten:20, rakam:2937, 4/2250; İbnü Mâce, el-Fiten:33, rakam:4075-4077, 2/1358; et-Tirmizî, el-Fiten:59, rakam:2240, 4/510) Zülkarneyn seddinin yapımı ve açılması hakkında bakınız: el-Kehf Sûresi:93-99
97﴿ Ayrıca o (Ye’cûc ve Me’cûc’ün dünyâyı sarmasıyla kulların diriltilmesine dâir) hak söz(ün gerçekleşmesi) çok yaklaş(tıktan sonra bilfiil tahakkuku için Sûr’a ikinci defâ üfürüldüğü zaman herkes kabirlerinden kalk)ınca, birdenbire (karşılaşacakları) o önemli hâl (şu şekilde olacaktır ki); o kâfir olmuş kimselerin gözleri (yerinde duramayıp yuvalarından) çıkacaktır. (İşte o zaman kâfirler:) “Ey bizim helâkimiz! (Neredesin, gel! Şimdi tam zamânın!) Gerçekten de biz (dünyâdayken) işte bu (günün buluşması)ndan tam bir gaflet içerisinde bulunmuştuk. Doğrusu biz (uyarılmamıza rağmen inkâr ederek kendimize yazık eden) zâlim kimseler olmuştuk” (diyeceklerdir).
98﴿ (Ey Mekke müşrikleri!) Siz de, Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka tapmakta olduğunuz şeyler de şüphesiz cehennem odunusunuz. Sizler (mahşerde beklemekten çok sıkılınca: “Ateşe atmakla da olsa bizi rahatlat” diyeceğiniz için, susamış hayvanların suya koşmaları gibi) oraya (suya kavuşma hevesiyle seve seve) gel(ip gir)ici kimselersiniz.
99﴿ İşte bu (taptığınız odu)nlar (gerçek mânâda) birtakım ilâhlar olsaydı, oraya gel(ip gir)mezlerdi. Hâlbuki (tapanların ve tapılanların) her biri orada ebedî kalıcı kimselerdir.
100﴿ Onlar için orada (çekecekleri azaptan dolayı göğüs kafesini zorlayacak derecede) şiddetli bir nefes alıp verme (ve bağırarak ağlayıp inleme) vardır. Üstelik onlar orada (karşılaşacakları azâbın dehşetinden dolayı birbirlerinin bağırmasını da, kendilerine bağıranı da, kendilerini sevindirecek bir sözü de) işitmeyecek (derecede sağır hâle gelecek)lerdir.
101﴿ Şüphesiz o kimseler ki (tâ ezelde) kendileri için Biz(im nezdimiz)den o en güzel haslet (olan îmânlı yaşayıp ölebilme yazısı) geçmiştir; (Habîbim) işte sana! Onlar (cennete girecekleri için) o (putların ve kendilerine tapanların atılacağı cehennem çukuru)ndan uzaklaştırılmış kimselerdir. Rivâyete göre; müşrikler, taptıkları putlarının cehennem odunu olacağını duyduklarında, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip: “Bu sâdece bizim taptıklarımıza mı âittir, yoksa Allâh dışında tapılanların tümüne şâmil midir?” diye sordukları zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Evet, kendisine tapınılmasını isteyen herkes tapanıyla berâber (cehennemde)dir” buyurdu. O zaman: “Sen Hristiyanların taptığı Îsâ’nın, Yahûdîlerin taptığı Uzeyr’in ve Benû Müleyh kabîlesinin taptığı meleklerin sâlih kullar olduğunu söyleyen birisin, peki şimdi nasıl onların cehennem odunu olacaklarına hükmedebiliyorsun?” dediler ve gâlip geldiklerini sanarak sevinçle gülmeye başladılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme inerek; ezelde sa‘îd yazılan kimselerin bu tehditten uzak olduğunu beyân etmiş ve onlara tutunacakları bir delil bırakmamıştır. (en-Nesefî, et-Teysîr, el-Hâzin) Benzeri rivayetler için bakınız: (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:2918, 5/85; et-Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, rakam:12740; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 13/218-219)
سُورَةُ الْاَنْبِيَاءِ
الجزء ١٧
٣٢٩
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿٩١
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ ﴿٩٢
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ ﴿٩٣
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ ﴿٩٤
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ﴿٩٥
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ ﴿٩٦
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿٩٧
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ ﴿٩٨
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٩٩
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ ﴿١٠٠
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ ﴿١٠١
Enbiyâ Sûresi
329
Cuz 17
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿٩١
91﴿ (Habîbim!) Bir de tenâsül uzvunu (nikâhlı-nikâhsız helâl ve haram olan her türlü ilişkiden) korumuş olan o (Meryem adındaki) kadını da (ümmetine anlat) ki; Biz (diriltme sıfatımızdan ibâret olan) rûhumuzdan (Cibrîl vâsıtasıyla) onun (elbisesinin yakasının) içerisine üfle(terek onun rahminde Îsâ (Aleyhisselâm)ı vâr et)miştik ve böylece onu da oğlunu da âlemler(in ahâlîsi) için (üstün kudretimize delâlet eden) birer âyet (ve mûcize) yapmıştık. (Nitekim kocasız doğuran bir kadın ile babasız doğan bir çocuğun durumu hakkında ince düşünenler, Bizim her şeye kādir olduğumuzu çok iyi anlarlar.) Bu âyet-i celîlede Allâh-u Te‘âlâ’ya isnâd edilen “Rûh”tan maksad; O’nun fiilî (izâfî) sıfatlarından olan “İhyâ” (diriltme ve can verme) sıfatıdır. Yoksa Allâh-u Te‘âlâ bizde bulunan mânâda rûha sâhip olmaktan münezzehtir. Yine burada “Nefh (üfleme)” fiilinin Allâh-u Te‘âlâ’ya isnâdı mecâzdır. Zîrâ Meryem Sûresi’nin 17. âyet-i kerîmesinde Allâh-u Te‘âlâ’nın Meryem (Aleyhesselâm)a Cibrîl (Aleyhisselâm)ı gönderdiği ve (elbisesinin yakasının içine) üfleme fiilini ona yaptırdığı açıkça zikredilmiştir. Dolayısıyla nefh fiilinin Cibrîl (Aleyhisselâm)a isnâdı hakîkattir. (el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:4156, 2/648; el-Beyhakî, el-Esmâ, rakam:773, 2/210; en-Nesefî; el-Âlûsî, 17/184)
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ ﴿٩٢
92﴿ (Ey insanlar!) Şüphesiz ki ancak işte bu (tevhîd milleti ve İslâm dîni), (peygamberler arasında ihtilafsız) tek bir ümmet(in inancı) olarak sizin (gerçek) dîninizdir ve ancak Ben sizin Rabbinizim; öyleyse (bir tek) Bana ibâdet edin!
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ ﴿٩٣
93﴿ (Tüm peygamberler insanları sâdece İslâm’a çağırdılar) ama onlar(a bağlılık iddiâ eden ümmetler fırkalara bölünerek din) işlerini aralarında parça parça yaptılar. Her biri (de sonunda diriltilip) ancak Biz(im muhâsebemiz)e dönücü (olup yaptıklarının karşılığını görecek) kimselerdir.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ ﴿٩٤
94﴿ İşte her kim kendisi (inanılması zorunlu olan her şeye) îmân edici bir kimse olarak sâlih amellerden birini (dahî) işlerse artık onun çalışması (ve bu uğurda sarf ettiği çaba) için tanımama (ve sevâbından mahrum bırakma diye bir şey söz konusu) olamaz. Zâten muhakkak ki Biz (meleklerimiz vâsıtasıyla) özellikle onu(n yaptığı küçük-büyük her şeyi amel defterine) yaz(dır)ıcılarız.
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ﴿٩٥
95﴿ Kendisini helâk et(me hükmü ver)diğimiz herhangi bir karyenin (halkının); gerçekten onların (tevbeye ve yeniden dünyâ hayâtına) dönüşleri (tarafımızdan kesinlikle) engellenmiş bir şeydir.
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ ﴿٩٦
96﴿ (Hakkı bildikleri hâlde onda birleşmeyen kâfir milletlerin helâkleri böylece sürüp gidecek ve) nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc (kavimlerinin önünde engel olan sedd) açıldığı zaman, onlar (dağ ve tepe gibi) her bir yüksek yerden (inerek, ekinlere ve canlılara saldırmak üzere) süratlice koşacaklar. Ye’cûc ve Me’cûc, Âdemoğullarından iki kabîlenin ismidir. Kıyâmete yakın Îsâ (Aleyhisselâm) inerek Deccal’ı helâk ettikten sonra Zülkarneyn (Aleyhisselâm)ın binâ ettiği sed açılıp Ye’cûc ve Me’cûc kavimleri dağ ve tepe gibi yüksek yerlerden akın ederek insanlara karışacak ve her şeyi yiyip içip tüketecekler, nihâyet göller dahî kuruyacak ve büyük bir kıtlık baş gösterecektir. Sonra Îsâ (Aleyhisselâm)ın duâsı bereketi ile boyunlarına musallat olan deve kurduyla top yekûn helâk edileceklerdir, leşleri dünyâyı doldurunca Îsâ (Aleyhisselâm)ın duâsıyla Allâh-u Te‘âlâ, uzun boyunlu develere benzeyen birtakım kuşları göndererek o leşleri dilediği yerlere attıracaktır. Daha sonra Allâh-u Te‘âlâ’nın göndereceği yağmurlarla yeryüzü onların pisliklerinden yıkanacaktır. Sonunda Allâh-u Te‘âlâ yeryüzünü cennet gibi yeşertecek ve Îsâ (Aleyhisselâm)ın berâberinde olan tüm müminlerin durumları düzelecektir. (Müslim, el-Fiten:20, rakam:2937, 4/2250; İbnü Mâce, el-Fiten:33, rakam:4075-4077, 2/1358; et-Tirmizî, el-Fiten:59, rakam:2240, 4/510) Zülkarneyn seddinin yapımı ve açılması hakkında bakınız: el-Kehf Sûresi:93-99
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿٩٧
97﴿ Ayrıca o (Ye’cûc ve Me’cûc’ün dünyâyı sarmasıyla kulların diriltilmesine dâir) hak söz(ün gerçekleşmesi) çok yaklaş(tıktan sonra bilfiil tahakkuku için Sûr’a ikinci defâ üfürüldüğü zaman herkes kabirlerinden kalk)ınca, birdenbire (karşılaşacakları) o önemli hâl (şu şekilde olacaktır ki); o kâfir olmuş kimselerin gözleri (yerinde duramayıp yuvalarından) çıkacaktır. (İşte o zaman kâfirler:) “Ey bizim helâkimiz! (Neredesin, gel! Şimdi tam zamânın!) Gerçekten de biz (dünyâdayken) işte bu (günün buluşması)ndan tam bir gaflet içerisinde bulunmuştuk. Doğrusu biz (uyarılmamıza rağmen inkâr ederek kendimize yazık eden) zâlim kimseler olmuştuk” (diyeceklerdir).
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ ﴿٩٨
98﴿ (Ey Mekke müşrikleri!) Siz de, Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka tapmakta olduğunuz şeyler de şüphesiz cehennem odunusunuz. Sizler (mahşerde beklemekten çok sıkılınca: “Ateşe atmakla da olsa bizi rahatlat” diyeceğiniz için, susamış hayvanların suya koşmaları gibi) oraya (suya kavuşma hevesiyle seve seve) gel(ip gir)ici kimselersiniz.
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٩٩
99﴿ İşte bu (taptığınız odu)nlar (gerçek mânâda) birtakım ilâhlar olsaydı, oraya gel(ip gir)mezlerdi. Hâlbuki (tapanların ve tapılanların) her biri orada ebedî kalıcı kimselerdir.
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ ﴿١٠٠
100﴿ Onlar için orada (çekecekleri azaptan dolayı göğüs kafesini zorlayacak derecede) şiddetli bir nefes alıp verme (ve bağırarak ağlayıp inleme) vardır. Üstelik onlar orada (karşılaşacakları azâbın dehşetinden dolayı birbirlerinin bağırmasını da, kendilerine bağıranı da, kendilerini sevindirecek bir sözü de) işitmeyecek (derecede sağır hâle gelecek)lerdir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ ﴿١٠١
101﴿ Şüphesiz o kimseler ki (tâ ezelde) kendileri için Biz(im nezdimiz)den o en güzel haslet (olan îmânlı yaşayıp ölebilme yazısı) geçmiştir; (Habîbim) işte sana! Onlar (cennete girecekleri için) o (putların ve kendilerine tapanların atılacağı cehennem çukuru)ndan uzaklaştırılmış kimselerdir. Rivâyete göre; müşrikler, taptıkları putlarının cehennem odunu olacağını duyduklarında, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip: “Bu sâdece bizim taptıklarımıza mı âittir, yoksa Allâh dışında tapılanların tümüne şâmil midir?” diye sordukları zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Evet, kendisine tapınılmasını isteyen herkes tapanıyla berâber (cehennemde)dir” buyurdu. O zaman: “Sen Hristiyanların taptığı Îsâ’nın, Yahûdîlerin taptığı Uzeyr’in ve Benû Müleyh kabîlesinin taptığı meleklerin sâlih kullar olduğunu söyleyen birisin, peki şimdi nasıl onların cehennem odunu olacaklarına hükmedebiliyorsun?” dediler ve gâlip geldiklerini sanarak sevinçle gülmeye başladılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme inerek; ezelde sa‘îd yazılan kimselerin bu tehditten uzak olduğunu beyân etmiş ve onlara tutunacakları bir delil bırakmamıştır. (en-Nesefî, et-Teysîr, el-Hâzin) Benzeri rivayetler için bakınız: (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:2918, 5/85; et-Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, rakam:12740; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 13/218-219)