v02.01.25 Geliştirme Notları
Enbiyâ Sûresi
330
Cuz 17
102﴿ Onlar (azâba düşmek bir yana, cehennemin üzerinde kurulan Sırat Köprüsü’nden geçerken) onun hissedilebilecek en hafif sesini (bile) işitmeyeceklerdir. Üstelik onlar özellikle canlarının çokça arzuladığı şeyler içerisinde sonsuz kalıcı kimselerdir.
103﴿ (Kâfirlerin bir daha çıkmamak üzere cehenneme yollanırken ve ateşe kapaklandıklarında yaşayacakları) o en büyük dehşet o (cennetlik ola)nları üzmeyecektir. Üstelik (kabirlerinden kalkarken) onları melekler karşılayacaktır. (Selâmlamanın ardından melekler onlara:) “İşte bu, sizin (sâhip olduğunuz îmân ve tâata karşılık dünyâda) sürekli vaad olunmakta olduğunuz o gününüzdür” (diyeceklerdir).
104﴿ Sicill (nâmındaki meleğ)in, (ölmüş kulların kendisine teslim edilen amelleriyle ilgili) defterleri dürmesi gibi, göğü düreceğimiz günü (ümmetine anlat)! İlk yaratışta (yaratma işine yoktan vâr ederek hiç zorlanmadan) başladığımız gibi, (ölüleri diriltirken de hiç zorlanmadan) onu (diri olarak yaratma işini) bir kere daha yapacağız. (Nitekim yoktan yaratmakla, dağılmış parçaları toplamak arasında Bize göre hiçbir fark yoktur.) Üzerimize (aldığımız) bir söz olarak (bunu vaad etmekteyiz)! Şüphesiz dâimâ Biz (her istediğimizi engel tanımaksızın) yapanlar olduk!
105﴿ Andolsun ki; elbette o zik(i)r(lerle dolu Tevrât-ı Şerîf)den sonra Zebûr (Kitâbı’n)da da /o (tüm semâvî) kitaplarda da/ muhakkak (şu hakîkati) yazdık ki; o (Kudüs ve Şâm vilâyetlerinin bulunduğu) toprak (var ya); gerçekten de ona Benim (emirlerime uyan) sâlih kullarım mîrasçı olacaktır (ki onlar da; Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetidir). /O yerin tamâmı (var ya); gerçekten (âhir zamanda) ona Benim sâlih kullarım (olan Mehdî ve Îsâ (Aleyhimesselâm)) vâris olacaktır. (el-Âlûsî, 17/217)/
106﴿ Muhakkak ki işte bu (Kur’ân’da ve bu sûrede anlatıla)n(lar)da, (âdet ve geleneklere takılı kalmayıp tüm dertleri Allâh’a kulluk ve beş vakit namazı cemâatle edâdan ibâret olan) ibâdet edici kimseler için elbette tam bir yeterlilik /(hakka) tam anlamıyla ulaşma/ vardır.
107﴿ (Habîbim!) Biz (ibâdet edenleri hakka ulaştırmak için Kur’ân’ı indirdiğimiz gibi) seni de (cinler, melekler, kâfir ve Müslüman tüm insanlar dâhil) bütün âlemler için ancak büyük bir rahmetin ta kendisi olarak gönderdik. (Nitekim senin dönemindeki kâfirleri maymuna, domuza dönmekten ve topluca helâk olmaktan senin hürmetine koruduk!)
108﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Bana ancak sizin ilâhınızın, sâdece bir tek ilâh olduğu (ve sâdece O’nun bütün hükümlerine uyulması gerektiği hakkında âyetler) vahyedilmektedir. Artık siz (bu vahye uyarak) Müslüman (olmuş) kimseler misiniz?!”
109﴿ (Habîbim!) Artık onlar (vahye îtibâr etmeyip, İslâm’dan) yüz çevirirlerse sen (onlara) de ki: “Ben (emrolunduğum şeyleri, içinizden hiçbir kimseyi ayırmaksızın) siz(in hepiniz)e bir eşitlik üzere bildirdim. Ama bilemiyorum ki; (Müslümanların gâlibiyeti ve İslâm’ın hâkimiyetine dâir) vaad olunmakta olduğunuz o şey yakın mıdır, yoksa uzak mıdır!
110﴿ Şüphesiz ki O, (kulların İslâm aleyhinde yaptığı konuşmalardaki) sözlerden bâzısını açık yapmalarını bilmektedir, (kin ve nefret adına içinizde) gizlemekte olduğunuz şeyleri de bilmektedir.
111﴿ Bilemiyorum belki de o (cezânızın geciktirilmesi), sizin için bir imtihan ve (takdir edilen ecelinizle alâkalı) yakın bir zamâna kadar bir faydalandırmadır.”
112﴿ (Ey müşrikler! Benim peygamberim sizden çektiği eziyetlere karşı Bana sığınarak) dedi ki: “Ey Rabbim! (Azâbı acele isteyen Mekke müşrikleriyle benim aramda) hak (ve adâlet) ile hüküm ver. (Ey müşrikler!) Zâten bizim Rabbimiz (İslâm sancağının yükselemeyeceği ve devletin dâimâ kâfirlere âit olacağı gibi ballandıra ballandıra) niteleyerek anlatmakta olduğunuz şeylere karşı ancak Kendisinden yardım istenilen O Rahmân (sıfatına sâhip yegâne Zât)dır. (Dolayısıyla azâbı acele göndermiyorsa sözünden dönmüş değildir, lâkin kullarına çok acıdığından dolayı îmân etmeleri için mühlet vermektedir.)
سُورَةُ الْاَنْبِيَاءِ
الجزء ١٧
٣٣٠
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ ﴿١٠٢
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ ﴿١٠٣
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ ﴿١٠٤
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ ﴿١٠٥
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ ﴿١٠٦
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿١٠٧
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿١٠٨
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ ﴿١٠٩
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ ﴿١١٠
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿١١١
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ ﴿١١٢
Enbiyâ Sûresi
330
Cuz 17
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ ﴿١٠٢
102﴿ Onlar (azâba düşmek bir yana, cehennemin üzerinde kurulan Sırat Köprüsü’nden geçerken) onun hissedilebilecek en hafif sesini (bile) işitmeyeceklerdir. Üstelik onlar özellikle canlarının çokça arzuladığı şeyler içerisinde sonsuz kalıcı kimselerdir.
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ ﴿١٠٣
103﴿ (Kâfirlerin bir daha çıkmamak üzere cehenneme yollanırken ve ateşe kapaklandıklarında yaşayacakları) o en büyük dehşet o (cennetlik ola)nları üzmeyecektir. Üstelik (kabirlerinden kalkarken) onları melekler karşılayacaktır. (Selâmlamanın ardından melekler onlara:) “İşte bu, sizin (sâhip olduğunuz îmân ve tâata karşılık dünyâda) sürekli vaad olunmakta olduğunuz o gününüzdür” (diyeceklerdir).
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ ﴿١٠٤
104﴿ Sicill (nâmındaki meleğ)in, (ölmüş kulların kendisine teslim edilen amelleriyle ilgili) defterleri dürmesi gibi, göğü düreceğimiz günü (ümmetine anlat)! İlk yaratışta (yaratma işine yoktan vâr ederek hiç zorlanmadan) başladığımız gibi, (ölüleri diriltirken de hiç zorlanmadan) onu (diri olarak yaratma işini) bir kere daha yapacağız. (Nitekim yoktan yaratmakla, dağılmış parçaları toplamak arasında Bize göre hiçbir fark yoktur.) Üzerimize (aldığımız) bir söz olarak (bunu vaad etmekteyiz)! Şüphesiz dâimâ Biz (her istediğimizi engel tanımaksızın) yapanlar olduk!
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ ﴿١٠٥
105﴿ Andolsun ki; elbette o zik(i)r(lerle dolu Tevrât-ı Şerîf)den sonra Zebûr (Kitâbı’n)da da /o (tüm semâvî) kitaplarda da/ muhakkak (şu hakîkati) yazdık ki; o (Kudüs ve Şâm vilâyetlerinin bulunduğu) toprak (var ya); gerçekten de ona Benim (emirlerime uyan) sâlih kullarım mîrasçı olacaktır (ki onlar da; Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetidir). /O yerin tamâmı (var ya); gerçekten (âhir zamanda) ona Benim sâlih kullarım (olan Mehdî ve Îsâ (Aleyhimesselâm)) vâris olacaktır. (el-Âlûsî, 17/217)/
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ ﴿١٠٦
106﴿ Muhakkak ki işte bu (Kur’ân’da ve bu sûrede anlatıla)n(lar)da, (âdet ve geleneklere takılı kalmayıp tüm dertleri Allâh’a kulluk ve beş vakit namazı cemâatle edâdan ibâret olan) ibâdet edici kimseler için elbette tam bir yeterlilik /(hakka) tam anlamıyla ulaşma/ vardır.
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿١٠٧
107﴿ (Habîbim!) Biz (ibâdet edenleri hakka ulaştırmak için Kur’ân’ı indirdiğimiz gibi) seni de (cinler, melekler, kâfir ve Müslüman tüm insanlar dâhil) bütün âlemler için ancak büyük bir rahmetin ta kendisi olarak gönderdik. (Nitekim senin dönemindeki kâfirleri maymuna, domuza dönmekten ve topluca helâk olmaktan senin hürmetine koruduk!)
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿١٠٨
108﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Bana ancak sizin ilâhınızın, sâdece bir tek ilâh olduğu (ve sâdece O’nun bütün hükümlerine uyulması gerektiği hakkında âyetler) vahyedilmektedir. Artık siz (bu vahye uyarak) Müslüman (olmuş) kimseler misiniz?!”
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ ﴿١٠٩
109﴿ (Habîbim!) Artık onlar (vahye îtibâr etmeyip, İslâm’dan) yüz çevirirlerse sen (onlara) de ki: “Ben (emrolunduğum şeyleri, içinizden hiçbir kimseyi ayırmaksızın) siz(in hepiniz)e bir eşitlik üzere bildirdim. Ama bilemiyorum ki; (Müslümanların gâlibiyeti ve İslâm’ın hâkimiyetine dâir) vaad olunmakta olduğunuz o şey yakın mıdır, yoksa uzak mıdır!
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ ﴿١١٠
110﴿ Şüphesiz ki O, (kulların İslâm aleyhinde yaptığı konuşmalardaki) sözlerden bâzısını açık yapmalarını bilmektedir, (kin ve nefret adına içinizde) gizlemekte olduğunuz şeyleri de bilmektedir.
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿١١١
111﴿ Bilemiyorum belki de o (cezânızın geciktirilmesi), sizin için bir imtihan ve (takdir edilen ecelinizle alâkalı) yakın bir zamâna kadar bir faydalandırmadır.”
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ ﴿١١٢
112﴿ (Ey müşrikler! Benim peygamberim sizden çektiği eziyetlere karşı Bana sığınarak) dedi ki: “Ey Rabbim! (Azâbı acele isteyen Mekke müşrikleriyle benim aramda) hak (ve adâlet) ile hüküm ver. (Ey müşrikler!) Zâten bizim Rabbimiz (İslâm sancağının yükselemeyeceği ve devletin dâimâ kâfirlere âit olacağı gibi ballandıra ballandıra) niteleyerek anlatmakta olduğunuz şeylere karşı ancak Kendisinden yardım istenilen O Rahmân (sıfatına sâhip yegâne Zât)dır. (Dolayısıyla azâbı acele göndermiyorsa sözünden dönmüş değildir, lâkin kullarına çok acıdığından dolayı îmân etmeleri için mühlet vermektedir.)