YİRMİİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Hac
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (; Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 19-24. âyet-i kerîmelerin Medîne-i Münevvere’de nâzil olduğu nakledilmiştir. 78 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
vv يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ ﴿١﴾
﴾1﴿
Ey insanlar! (Emirlerini tutup yasaklarından uzak durarak) Rabbinizden hakkıyla sakının. Çünkü o (kıyâmet) â(nı)nın zelzelesi gerçekten çok büyük ve mühim bir şeydir. (Artık o manzarayı zihninizde canlandırın da, Rabbinize itâat ederek o günün zorluklarından kendinizi kurtarmaya çalışın.)
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ ﴿٢﴾
﴾2﴿
O (kıyâmetin vukûu)nu göreceğiniz gün, her bir emziren dişi dehşete kapılarak emzirdiği şeyden gaflet (edip onu unutarak terk) edecek ve her bir yük sâhibi (gebe varlık yavrusundan ibâret) yükünü (vakitsiz olarak düşürüp) bırakacaktır. (Ey gören kişi!) Bir de (o gün) sen insanları sarhoşlar (gibi akılları gitmiş kimseler) hâlinde görürsün. Hâlbuki onlar (gerçekte) aslâ sarhoşlar değillerdir velâkin Allâh’ın azâbı çok şiddetli (olduğundan, onların aklını başlarından almış ve temyiz kābiliyetlerini gidermiş)dir. İmrân ibnü Husayn (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; bu iki âyet Benî Mustalik gazvesinde nâzil olduğu gece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) insanları toplayarak bu âyetleri onlara okuduğu zaman, o geceden daha fazla hiçbir gecede ağlandığı görülmemiştir. Sabah olunca sahâbe-i kirâm yüklerini hayvanlarından indirmediler, çadırlarını kurmadılar, yemek de pişirmediler. İnsanlardan kimisi ağlıyor, kimi de üzgün bir hâlde oturmuş düşünüyordu. (el-Buhârî, el-Enbiyâ:10, rakam:3170, 3/1221; el-Hâzin)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
İnsanlardan bâzısı öyle (bozuk) bir kimsedir ki, Allâh(ın dîninin doğruluğu) hakkında bilgisizce mücâdele eder ve (bunu yaparken) inatla isyânı sürdüren her bir azgın şeytana iyice tâbi olur. Bu âyet-i kerîme Nadr ibnü Hâris hakkında nâzil olmuştur. Gerçekten de o, âyet-i kerîmede vasfedildiği üzere çok mücâdeleci biriydi. Kur’ân-ı Kerîm’de reddedilen: “Melekler Allâh’ın kızlarıdır!”, “Kur’ân evvelkilerin uydurmalarıdır!”, “Ölümden sonra dirilmek yoktur!” gibi birçok sözün de sâhibiydi. (İbnü Ebî Hâtim, rakam:13776, 8/2474)
كُتِبَ عَلَيْهِ اَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَاَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْد۪يهِ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ ﴿٤﴾
﴾4﴿
O (şeyta)na (uyanlara onun yapacağı muâmele hakkında) şu gerçek (karâra bağlanıp) yazılmıştır ki; kim onu dost edini(p sözünü dinle)rse, nihâyetinde şüphesiz o (şeytan) onu (cennetin yolundan) saptırır ve onu çok alevlendirilmiş o (cehennem) ateşin(in) azâbına eriştirir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـًٔاۜ وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Ey insanlar! Eğer (ölüp, toprağa ve suya karışmanızın ardından) diriltilmekten bir şüphe içindeyseniz (ilk yaratılışınıza bakmanız bu husustaki şüphenizi giderecektir)! Zîrâ gerçekten Biz sizi(n babanız Âdem’i, kuru) bir topraktan, sonra (onun zürriyeti olan sizleri menî adını verdiğiniz) az bir suyun özünden, sonra (sülük gibi rahim duvarına yapışıp kan emerek beslenen aşılanmış yumurtadan ibâret pıhtılaşmış) donuk bir kandan, sonra (yaşatmak istediklerimizi, uzuvları) tam olarak yaratılmış ve(yâ yaşatmayı murâd etmediklerimizi ise uzuvları) tam olarak yaratılmamış (bir cenîn hâlinde düşük yapılacak) bir çiğnem etten yarattık ki, (dirilme husûsu dâhil, aklın kavramaktan âciz kalacağı nice nice gerçekleri) size açıkça beyanda bulunalım. (Şüphesiz ki bu tedrîcî yaratışımızı düşünenler, kendisinde hayat eseri bulunmayan bir topraktan canlı bir insan yaratıp onu, toprak, su, kan pıhtısı, bir çiğnem et ve iskelet gibi aralarında hiçbir münâsebet bulunmayan farklı farklı maddelere sokmaya Kādir olan yaratıcının, ilk başta yaptığını tekrar iâdeye güçlü olduğuna inanmakta aslâ güçlük çekmezler.) Ayrıca Biz (düşük olmamasını) dilediğimiz (cenîn)i rahimlerde adı konmuş bir süreye kadar durduruyoruz, sonra sizi (oradan) bebekler hâlinde (dünyâya) çıkarıyoruz. Sonra (kuvvet, akıl ve idrâk husûsunda) güçlü çağlarınız (olan on sekiz-otuz yaş arasın)a ulaşasınız diye (sizi yaşatıyoruz)! İçinizden bâzısı (bu çağa varır varmaz yâhut öncesinde veyâ sonrasında yaşlılık çağına ulaşmadan) vefât ettirilmektedir, yine sizden bâzısı öyle bir kimsedir ki (sâhip olduğu) birçok bilgiden sonra (çocukluk hâlinde olduğu gibi) hiçbir şey bilmemesi için ömrün(ün) en rezil dönemi (olan bunaklık hâli)ne geri döndürülmektedir. (Ey insan! Diriltilmenle alâkalı olarak kendi bedeninde bulunan âyetleri dinledikten sonra, senin dışında gelişen âyetlerden birini de şöyle anla ki) yine sen toprağı ölü ve kuru bir hâlde görürsün, sonra (bakarsın ki) Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman o (kuru toprak mahsul vermek için) hareketlenir, şişip kabarır ve (bakanlara) sevinç veren her bir güzel çiftten (ve farklı farklı ürünlerden) bâzısını bitirir. (İşte Allâh-u Te‘âlâ’nın seni diriltmesi de her sene gördüğün bu âyet gibi meydana gelecektir.)