v02.01.25 Geliştirme Notları
Hac Sûresi
332
Cuz 17
6﴿ (Ey insan!) İşte sana! Bu (şekilde insanın farklı tavırlarda yaratılıp, aralarında uyum olmayan farklı hâllere döndürülmesi ve kuru toprağın diriltilmesi gibi eşsiz kudretimize delâlet eden âyetleri) şu sebeple (sana gösteriyoruz ki bu vesîleyle şu hakîkatlere îmân edesin) ki gerçekten Allâh, (varlığı husûsunda kimseye muhtaç olmayıp her şeyi Kendisi var eden, dolayısıyla varlığı için başlangıç ve son bulma düşünülemeyen) Hakk’ın ta Kendisidir. Bir de şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ) ölüleri diriltecektir ve muhakkak ki O her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
7﴿ Yine şu sebeple (Biz eşsiz gücümüze delâlet eden âyetleri size gösteriyoruz ki bu vesîleyle siz şu hakîkatlere îmân edesiniz) ki; o (kıyâmet) ân(ı) mutlaka gelecektir, kendisin(in meydana geleceğin)de hiçbir şüphe yoktur. Bir de Allâh kabirlerde bulunan kimseleri muhakkak diriltecektir. (Nitekim Allâh-u Te‘âlâ sözünü bozmayan bir Hakîm olarak bunları vaad etmiştir. Artık sizin diriltilerek hesâba çekilmeniz kaçınılmazdır!)
8﴿ Yine insanlardan bâzısı öyle bir kimsedir ki, herhangi bir (zorunlu) bilgi(si) olmadan, (delil araştırarak ulaştığı) bir rehber(i) de bulunmadan ve (vahiyleri ihtivâ etmesi hasebiyle dînî konuları açıklayıp aydınlatan ve) nur veren bir kitabı yokken (sırf cehâlet ve inada dayalı bir şekilde) Allâh(ın dîni) hakkında (Ebû Cehil gibi) sürekli tartışır.
9﴿ (O ilimsiz bir hâlde İslâm hakkında körü körüne tartışmayı sürdüren kişi insanları) Allâh’ın yolundan saptırsın diye (hakka karşı burnu havada ve kibirli bir tavırla) yanını çeviren biri olarak (mücâdelede ısrarcı olur)! Bu kişi için dünyâda büyük bir rezillik vardır. Kıyâmet gününde ise çok yakıcı o (cehennem) azâbı(nı) ona tattıracağız.
10﴿ (O zaman ona:) İşte sana! Bu (azap), iki elinin (işleyip) öne sürdüğü (kâfirlik ve günahlar gibi kötü) şeyler sebebiyledir, (şunu bil ki) gerçekten de Allâh aslâ kullar(ın)a azıcık dahî zulmeden biri değildir (buyuracağız).
11﴿ İnsanlardan bâzısı da öyle bir kimsedir ki, (sebatkâr bir şekilde değil de işine gelmediği anda kaçma imkânı bulmak için) bir kenar üzerinde (durarak) Allâh’a ibâdet etmektedir. Artık ona (bolluk ve âfiyet gibi) bir hayır isâbet edecek olsa, onun sebebiyle iyice yatış(arak göründüğü gibi İslâm’da sâbit kal)ır. Ama (canı, malı ve âilesi husûsunda) ona (sıkıntı çıkaracak hastalık ve fakirlik gibi) bir fitne dokunacak olsa, (tercih ettiği eski îmânsızlık) yönü üzere geri(sin geri kâfirliğe) döner. (Artık) o kişi, dünyâyı da âhireti de kaybetmiştir. (Çünkü dünyâda kanı helâl bir mürted, âhirette ise yeri cehennem olmuştur. Habîbim!) İşte sana! Ancak bu, (herkesin anlayacağı şekilde) çok açık olan zararın ta kendisidir.
12﴿ O (mürted kişi), Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka öyle bir şeye tapar ki; (hakāret etmesi hâlinde) ona zarar veremez, yine öyle şeylere (tapar) ki (ibâdet etmesi hâlinde) ona fayda veremez. İşte sana! Ancak bu (şekilde şirk koşmak haktan) çok uzak olan sapıklığın ta kendisidir!
13﴿ O (dinden dönen kişi), vallâhi öyle bir şeye tapmaktadır ki onun (kesinlikle sebebiyet verdiği cehenneme girdirme) zararı (varsayılan ve umulan şefâatinin) faydasından daha yakındır. (Çünkü taptığı putlar, dünyâda kanının heder olmasına, âhirette ise azâba uğramasına sebep olmuştur.) Andolsun ki; o (dinden dönen kişinin taptığı şey ona) ne kötü yardımcı olmuştur. Yemîn olsun ki; o (putlar tapanları için) ne de kötü arkadaş olmuştur.
14﴿ Şüphesiz ki Allâh o îmân(da sebât) etmiş olan kimseleri ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş bulunanları öyle değerli birtakım cennetlere girdirecektir ki, onların (ağaçlarının ve köşklerinin) alt(lar)ından sürekli nehirler akmaktadır. Muhakkak ki Allâh (îmânlılara mükâfât, inkârcılara azap husûsunda) murâd eder olduğu şeyleri (engel tanımaksızın) yapar.
15﴿ Her kim Allâh’ın, dünyâda ve âhirette o (Rasûl-ü zîşânı)na aslâ yardım etmeyeceğini zanneder olduysa, artık hemen o kişi, (öfkesini gidermek için elinden geleni yapmak üzere evinin tavanının bulunduğu) göğe doğru bir ip uzatsın, sonra (onu boğazına geçirip iyice sıkarak nefesini) kessin (ve böylece intihâr edip gebersin) de baksın (bakalım) ki, (peygamberime verdiğim desteği engelleme uğrunda kurduğu) hîlesi o(nu) öfkelendiren şeyi gerçekten giderebilecek mi?! /(Elinden geliyorsa) göğe bir ip uzatsın, sonra (yüzlerce senelik mesâfeyi) kat(ederek peygamberime gelecek yardımı ve vahyi engellemeye gayret) etsin de baksın ki hîlesi o(nu) öfkelendiren şeyi gerçekten giderebilecek mi?!/ (Aslâ! Kâfirler kahrından geberse de Allâh’ın, Rasûlüne yardımı dünyâda da âhirette de sürecektir.) Rivâyete göre; bu âyet-i kerîme Esed ve Ğatafân kabîlelerine mensup bir topluluk hakkında nâzil olmuştur. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları İslâm’a dâvet etmişti. Fakat onların Yahûdîlerle bâzı antlaşmaları bulunduğu için: “Bizim Müslüman olmamız mümkün değil, çünkü korkarız sonra Muhammed’e yardım gelmez. Bu sefer de Yahûdîlerle aramızdaki antlaşmalar bozulduğu için onlar da bize erzak vermezler ve bizi barındırmazlar” diyerek bu teklifi reddettiler. Allâh-u Te‘âlâ da onları bu âyetle kahr-u perîşân etti. (el-Hâzin, el-Âlûsî)
سُورَةُ الْحَجِّ
الجزء ١٧
٣٣٢
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّهُ يُحْيِ الْمَوْتٰى وَاَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ ﴿٦
وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ ﴿٧
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ ﴿٨
ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ ﴿٩
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟ ﴿١٠
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ ﴿١١
يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ ﴿١٢
يَدْعُوا لَمَنْ ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ مِنْ نَفْعِه۪ۜ لَبِئْسَ الْمَوْلٰى وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ ﴿١٣
اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ ﴿١٤
مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ ﴿١٥
Hac Sûresi
332
Cuz 17
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّهُ يُحْيِ الْمَوْتٰى وَاَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ ﴿٦
6﴿ (Ey insan!) İşte sana! Bu (şekilde insanın farklı tavırlarda yaratılıp, aralarında uyum olmayan farklı hâllere döndürülmesi ve kuru toprağın diriltilmesi gibi eşsiz kudretimize delâlet eden âyetleri) şu sebeple (sana gösteriyoruz ki bu vesîleyle şu hakîkatlere îmân edesin) ki gerçekten Allâh, (varlığı husûsunda kimseye muhtaç olmayıp her şeyi Kendisi var eden, dolayısıyla varlığı için başlangıç ve son bulma düşünülemeyen) Hakk’ın ta Kendisidir. Bir de şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ) ölüleri diriltecektir ve muhakkak ki O her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ ﴿٧
7﴿ Yine şu sebeple (Biz eşsiz gücümüze delâlet eden âyetleri size gösteriyoruz ki bu vesîleyle siz şu hakîkatlere îmân edesiniz) ki; o (kıyâmet) ân(ı) mutlaka gelecektir, kendisin(in meydana geleceğin)de hiçbir şüphe yoktur. Bir de Allâh kabirlerde bulunan kimseleri muhakkak diriltecektir. (Nitekim Allâh-u Te‘âlâ sözünü bozmayan bir Hakîm olarak bunları vaad etmiştir. Artık sizin diriltilerek hesâba çekilmeniz kaçınılmazdır!)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ ﴿٨
8﴿ Yine insanlardan bâzısı öyle bir kimsedir ki, herhangi bir (zorunlu) bilgi(si) olmadan, (delil araştırarak ulaştığı) bir rehber(i) de bulunmadan ve (vahiyleri ihtivâ etmesi hasebiyle dînî konuları açıklayıp aydınlatan ve) nur veren bir kitabı yokken (sırf cehâlet ve inada dayalı bir şekilde) Allâh(ın dîni) hakkında (Ebû Cehil gibi) sürekli tartışır.
ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ ﴿٩
9﴿ (O ilimsiz bir hâlde İslâm hakkında körü körüne tartışmayı sürdüren kişi insanları) Allâh’ın yolundan saptırsın diye (hakka karşı burnu havada ve kibirli bir tavırla) yanını çeviren biri olarak (mücâdelede ısrarcı olur)! Bu kişi için dünyâda büyük bir rezillik vardır. Kıyâmet gününde ise çok yakıcı o (cehennem) azâbı(nı) ona tattıracağız.
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟ ﴿١٠
10﴿ (O zaman ona:) İşte sana! Bu (azap), iki elinin (işleyip) öne sürdüğü (kâfirlik ve günahlar gibi kötü) şeyler sebebiyledir, (şunu bil ki) gerçekten de Allâh aslâ kullar(ın)a azıcık dahî zulmeden biri değildir (buyuracağız).
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ ﴿١١
11﴿ İnsanlardan bâzısı da öyle bir kimsedir ki, (sebatkâr bir şekilde değil de işine gelmediği anda kaçma imkânı bulmak için) bir kenar üzerinde (durarak) Allâh’a ibâdet etmektedir. Artık ona (bolluk ve âfiyet gibi) bir hayır isâbet edecek olsa, onun sebebiyle iyice yatış(arak göründüğü gibi İslâm’da sâbit kal)ır. Ama (canı, malı ve âilesi husûsunda) ona (sıkıntı çıkaracak hastalık ve fakirlik gibi) bir fitne dokunacak olsa, (tercih ettiği eski îmânsızlık) yönü üzere geri(sin geri kâfirliğe) döner. (Artık) o kişi, dünyâyı da âhireti de kaybetmiştir. (Çünkü dünyâda kanı helâl bir mürted, âhirette ise yeri cehennem olmuştur. Habîbim!) İşte sana! Ancak bu, (herkesin anlayacağı şekilde) çok açık olan zararın ta kendisidir.
يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ ﴿١٢
12﴿ O (mürted kişi), Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka öyle bir şeye tapar ki; (hakāret etmesi hâlinde) ona zarar veremez, yine öyle şeylere (tapar) ki (ibâdet etmesi hâlinde) ona fayda veremez. İşte sana! Ancak bu (şekilde şirk koşmak haktan) çok uzak olan sapıklığın ta kendisidir!
يَدْعُوا لَمَنْ ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ مِنْ نَفْعِه۪ۜ لَبِئْسَ الْمَوْلٰى وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ ﴿١٣
13﴿ O (dinden dönen kişi), vallâhi öyle bir şeye tapmaktadır ki onun (kesinlikle sebebiyet verdiği cehenneme girdirme) zararı (varsayılan ve umulan şefâatinin) faydasından daha yakındır. (Çünkü taptığı putlar, dünyâda kanının heder olmasına, âhirette ise azâba uğramasına sebep olmuştur.) Andolsun ki; o (dinden dönen kişinin taptığı şey ona) ne kötü yardımcı olmuştur. Yemîn olsun ki; o (putlar tapanları için) ne de kötü arkadaş olmuştur.
اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ ﴿١٤
14﴿ Şüphesiz ki Allâh o îmân(da sebât) etmiş olan kimseleri ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş bulunanları öyle değerli birtakım cennetlere girdirecektir ki, onların (ağaçlarının ve köşklerinin) alt(lar)ından sürekli nehirler akmaktadır. Muhakkak ki Allâh (îmânlılara mükâfât, inkârcılara azap husûsunda) murâd eder olduğu şeyleri (engel tanımaksızın) yapar.
مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ ﴿١٥
15﴿ Her kim Allâh’ın, dünyâda ve âhirette o (Rasûl-ü zîşânı)na aslâ yardım etmeyeceğini zanneder olduysa, artık hemen o kişi, (öfkesini gidermek için elinden geleni yapmak üzere evinin tavanının bulunduğu) göğe doğru bir ip uzatsın, sonra (onu boğazına geçirip iyice sıkarak nefesini) kessin (ve böylece intihâr edip gebersin) de baksın (bakalım) ki, (peygamberime verdiğim desteği engelleme uğrunda kurduğu) hîlesi o(nu) öfkelendiren şeyi gerçekten giderebilecek mi?! /(Elinden geliyorsa) göğe bir ip uzatsın, sonra (yüzlerce senelik mesâfeyi) kat(ederek peygamberime gelecek yardımı ve vahyi engellemeye gayret) etsin de baksın ki hîlesi o(nu) öfkelendiren şeyi gerçekten giderebilecek mi?!/ (Aslâ! Kâfirler kahrından geberse de Allâh’ın, Rasûlüne yardımı dünyâda da âhirette de sürecektir.) Rivâyete göre; bu âyet-i kerîme Esed ve Ğatafân kabîlelerine mensup bir topluluk hakkında nâzil olmuştur. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları İslâm’a dâvet etmişti. Fakat onların Yahûdîlerle bâzı antlaşmaları bulunduğu için: “Bizim Müslüman olmamız mümkün değil, çünkü korkarız sonra Muhammed’e yardım gelmez. Bu sefer de Yahûdîlerle aramızdaki antlaşmalar bozulduğu için onlar da bize erzak vermezler ve bizi barındırmazlar” diyerek bu teklifi reddettiler. Allâh-u Te‘âlâ da onları bu âyetle kahr-u perîşân etti. (el-Hâzin, el-Âlûsî)