v02.01.25 Geliştirme Notları
Hac Sûresi
337
Cuz 17
47﴿ (Habîbim!) Bir de o (şirk koşa)nlar senden acele azap istiyorlar (öyle mi?)! Hâlbuki Allâh sözünü aslâ bozmayacaktır. (Dolayısıyla korkutuldukları azap er geç başlarına gelecektir.) Ama şüphesiz senin Rabbinin nezdinde bir gün, (dünyâ günlerinden) bin sene gibidir ki siz (onları) saymaktasınız. (Bu yüzden size pek uzun gelen süreler O’na nispetle pek kısadır. Zâten zaman mefhumu kullarla alâkalıdır.)
48﴿ Kendisi(nin halkı, inkârcı ve) zâlim olan nice memleket vardı ki; (Kureyş müşriklerine süre tanıdığım gibi) onlara da mühlet vermiştim, sonra onları (türlü türlü azaplarla) yakalamıştım. Zâten o (son) varış ancak Bana (âit hesap yurduna)dır. (Böylece herkese ameline yakışan muâmeleyi yapacağım.)
49﴿ (Habîbim! Kullara şu müjde ve tehditleri tebliğ etmek üzere) de ki: “Ey (acele azap isteyen müşrik) insanlar! Ben özellikle sizin için ancak (doğruluğu) çok açık olan /(gerçekleri) iyice açıklayan/ bir uyarıcıyım.”
50﴿ Artık o kimseler ki îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler, artık onlar(ın beşeriyet gereği yaptıkları günahlar) için büyük bir mağfiret ve (cennet nîmetleri gibi) çok değerli olan birçok rızık vardır.
51﴿ Ama o kimseler ki Bizim âyetlerimiz(e “Şiir”, “Büyü” ve “Evvelkilerin masalları” gibi uygunsuz vasıflar yakıştırıp, müminlerin olanca açıklama gayretlerine karşılık onları iptal) hakkında (birbirlerini) acze düşürme yarışına girmiş kimseler olarak koşturdular (ve Bizden kurtulacaklarını sandılar); (Habîbim) işte sana! Onlar ancak o şiddetle tutuşturulmuş (cehennem) ateşin(in) dâimî arkadaşlarıdır.
52﴿ (Rasûlüm!) Biz elçi olarak senden önce hiçbir rasûl de göndermedik, hiçbir nebîyi de (gönderen) olmadık ki, mutlaka o (gönderdiğimiz peygamber kendisine vahyedilen âyetlerden bir şey) okuduğu zaman şeytan onun okumasının içine (bir şey) bırakmıştır. Ama Allâh (peygamberin okudukları içerisine) şeytanın bırakmakta olduğu şeyi hemen tümüyle giderir sonra da Allâh âyetlerini (korunmuş bir hâlde) muhkem kılar. Zâten Allâh (peygamberine vahyettiğini de, şeytanın kastettiğini de hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (fitneyi sâbit bırakmayıp tümüyle gideren bir) Hakîm’dir. Taberî, Beğavî ve Nesefî gibi müfessirlerin nakılleri vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) müşriklerin bulunduğu bir mecliste Necm Sûresi’ni okurken putların zemmi hakkındaki âyetlere ulaştığı zaman, her zamanki tertîl (dura dura okuma) âdeti üzere hafif bir duraklama yapmıştı, o sırada şeytan, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sesini taklit ederek, müşriklerin işiteceği şekilde putları öven ve âyetlerin veznine muvâfık düşen birtakım kelimeleri araya katmıştı. Bu sözlerin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından okunduğunu sanarak sevince boğulan müşrikler de sûrenin sonunda Müslümanlarla birlikte secde yapmışlardı. Sonra hemen Cibrîl (Aleyhisselâm) gelerek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i bu hâdiseden haberdâr etmiş, böylece Allâh şeytanı başarısız kılıp âyetlerini korumuştu. İşte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu duruma üzülünce, diğer peygamberlerin başına da bu gibi hâdiselerin geldiğini beyân eden bu âyet-i celîle inzâl edilerek kendisine tesellî bahşedilmiştir. İşte “Ğarânîk kıssası” diye bilinen hâdisenin aslı budur. Lâkin bâzılarının dediği gibi; şeytanın bu kelimeleri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ağzından okuttuğunu söylemek yâhut Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in müşrikleri Müslüman etmek için kasten veyâ sehven yâhut uykudayken bu sözleri söylediğini kabullenmek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve vahyin ısmetine (korunmuşluğuna) muhâlif düşeceğinden dolayı aslâ kabûl edilecek şeyler değildir! Şu da bilinsin ki; “İslâm’ı koruma adına” bâzılarının bu âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında rivâyet edilen bu sahih vechi reddederek âyet-i kerîmeyi bağlamından koparıp anlaşılamaz hâle getirmeleri de aslâ kabûl edilemez. Nitekim Ehl-i Sünnet îtikādının en büyük temsilcilerinden olan Ömer Nesefî, hadiste müminlerin emîri kabûl edilen İbnü Hacer ve bu konularda çok seçici olan Âlûsî (Rahimehümullâh) gibi zevât-ı kirâm da bu sebeb-i nüzûlde geçen kıssanın yaşandığına dâir rivâyetlerin sahîh olduğunu açıklamıştırlar. (et-Taberî, 16/603-609; el-Beğavî, 4/125; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 10/523-524; el-Hâzin, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 4/315-317; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 10/524-532; İbnü Kesîr, 10/83-86; el-Âlûsî, 17/365, 367, 369-371, 384; İbnü Hacer, Fethu’l-Bârî, 8/439; el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, rakam:273, 1/294)
53﴿ (Evet! Allâh şeytana bu müsâadeyi vermiştir) tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ), şeytanın (peygamberin okudukları arasına) bırakmakta olduğu o şeyi, hem kalplerinde (şüphecilik gibi) bir nevî hastalık bulunan o (münâfık) kimseler (için), hem de (Mekke müşrikleri gibi) kalpleri kaskatı olanlar için büyük bir fitne (ve imtihan vesîlesi) yapsın(da îmâna yönelmeyenleri böylece mahrum bıraksın)! Zâten şüphesiz (münâfık ve müşrik olan) o zâlimler elbette (haktan) çok uzak olan tam bir muhâlefet içindedirler.
54﴿ Bir de kendilerine (Allâh’ın dîni hakkında) ilim verilmiş olan o kimseler gerçekten onun, senin Rabbinden (gönderilmiş) olan hakkın ta kendisi olduğunu bilsin de, sonra o (Kur’â)na îmân(da sebât) etsinler ve bu sebeple kalpleri tevâzu ile ona itâat etsin diye (Biz bu imtihanı yaptık ve işte bu hikmetlerle şeytanın kattığı sözleri ortadan kaldırdık)! Zâten şüphesiz Allâh îmân etmiş olan o kimseleri (bu konuda olduğu gibi, dînî konularda kafa karıştıran diğer meselelerde de) dosdoğru olan bir yola elbette (dâimâ) hidâyet edicidir.
55﴿ Ama o kâfir olmuş kimseler (var ya); o (ölüm) ân(ı) onlara ansızın gelinceye ya da (ardında hiçbir gün bulunmayan) o kısır günün azâbı kendilerine gelene dek onlar o (Kur’ân’ın hak olup olmadığı husûsunda kafaları karışık olduğu)ndan dolayı büyük bir şüphe içerisinde kalmaya devâm edecektir.
سُورَةُ الْحَجِّ
الجزء ١٧
٣٣٧
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ﴿٤٧
وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ اَخَذْتُهَاۚ وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ۟ ﴿٤٨
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَٓا اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ ﴿٤٩
فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ ﴿٥٠
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ ﴿٥١
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ اِلَّٓا اِذَا تَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌۙ ﴿٥٢
لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍۙ ﴿٥٣
وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٥٤
وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ ﴿٥٥
Hac Sûresi
337
Cuz 17
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ﴿٤٧
47﴿ (Habîbim!) Bir de o (şirk koşa)nlar senden acele azap istiyorlar (öyle mi?)! Hâlbuki Allâh sözünü aslâ bozmayacaktır. (Dolayısıyla korkutuldukları azap er geç başlarına gelecektir.) Ama şüphesiz senin Rabbinin nezdinde bir gün, (dünyâ günlerinden) bin sene gibidir ki siz (onları) saymaktasınız. (Bu yüzden size pek uzun gelen süreler O’na nispetle pek kısadır. Zâten zaman mefhumu kullarla alâkalıdır.)
وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ اَخَذْتُهَاۚ وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ۟ ﴿٤٨
48﴿ Kendisi(nin halkı, inkârcı ve) zâlim olan nice memleket vardı ki; (Kureyş müşriklerine süre tanıdığım gibi) onlara da mühlet vermiştim, sonra onları (türlü türlü azaplarla) yakalamıştım. Zâten o (son) varış ancak Bana (âit hesap yurduna)dır. (Böylece herkese ameline yakışan muâmeleyi yapacağım.)
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَٓا اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ ﴿٤٩
49﴿ (Habîbim! Kullara şu müjde ve tehditleri tebliğ etmek üzere) de ki: “Ey (acele azap isteyen müşrik) insanlar! Ben özellikle sizin için ancak (doğruluğu) çok açık olan /(gerçekleri) iyice açıklayan/ bir uyarıcıyım.”
فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ ﴿٥٠
50﴿ Artık o kimseler ki îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler, artık onlar(ın beşeriyet gereği yaptıkları günahlar) için büyük bir mağfiret ve (cennet nîmetleri gibi) çok değerli olan birçok rızık vardır.
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ ﴿٥١
51﴿ Ama o kimseler ki Bizim âyetlerimiz(e “Şiir”, “Büyü” ve “Evvelkilerin masalları” gibi uygunsuz vasıflar yakıştırıp, müminlerin olanca açıklama gayretlerine karşılık onları iptal) hakkında (birbirlerini) acze düşürme yarışına girmiş kimseler olarak koşturdular (ve Bizden kurtulacaklarını sandılar); (Habîbim) işte sana! Onlar ancak o şiddetle tutuşturulmuş (cehennem) ateşin(in) dâimî arkadaşlarıdır.
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ اِلَّٓا اِذَا تَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌۙ ﴿٥٢
52﴿ (Rasûlüm!) Biz elçi olarak senden önce hiçbir rasûl de göndermedik, hiçbir nebîyi de (gönderen) olmadık ki, mutlaka o (gönderdiğimiz peygamber kendisine vahyedilen âyetlerden bir şey) okuduğu zaman şeytan onun okumasının içine (bir şey) bırakmıştır. Ama Allâh (peygamberin okudukları içerisine) şeytanın bırakmakta olduğu şeyi hemen tümüyle giderir sonra da Allâh âyetlerini (korunmuş bir hâlde) muhkem kılar. Zâten Allâh (peygamberine vahyettiğini de, şeytanın kastettiğini de hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (fitneyi sâbit bırakmayıp tümüyle gideren bir) Hakîm’dir. Taberî, Beğavî ve Nesefî gibi müfessirlerin nakılleri vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) müşriklerin bulunduğu bir mecliste Necm Sûresi’ni okurken putların zemmi hakkındaki âyetlere ulaştığı zaman, her zamanki tertîl (dura dura okuma) âdeti üzere hafif bir duraklama yapmıştı, o sırada şeytan, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sesini taklit ederek, müşriklerin işiteceği şekilde putları öven ve âyetlerin veznine muvâfık düşen birtakım kelimeleri araya katmıştı. Bu sözlerin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından okunduğunu sanarak sevince boğulan müşrikler de sûrenin sonunda Müslümanlarla birlikte secde yapmışlardı. Sonra hemen Cibrîl (Aleyhisselâm) gelerek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i bu hâdiseden haberdâr etmiş, böylece Allâh şeytanı başarısız kılıp âyetlerini korumuştu. İşte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu duruma üzülünce, diğer peygamberlerin başına da bu gibi hâdiselerin geldiğini beyân eden bu âyet-i celîle inzâl edilerek kendisine tesellî bahşedilmiştir. İşte “Ğarânîk kıssası” diye bilinen hâdisenin aslı budur. Lâkin bâzılarının dediği gibi; şeytanın bu kelimeleri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ağzından okuttuğunu söylemek yâhut Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in müşrikleri Müslüman etmek için kasten veyâ sehven yâhut uykudayken bu sözleri söylediğini kabullenmek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve vahyin ısmetine (korunmuşluğuna) muhâlif düşeceğinden dolayı aslâ kabûl edilecek şeyler değildir! Şu da bilinsin ki; “İslâm’ı koruma adına” bâzılarının bu âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında rivâyet edilen bu sahih vechi reddederek âyet-i kerîmeyi bağlamından koparıp anlaşılamaz hâle getirmeleri de aslâ kabûl edilemez. Nitekim Ehl-i Sünnet îtikādının en büyük temsilcilerinden olan Ömer Nesefî, hadiste müminlerin emîri kabûl edilen İbnü Hacer ve bu konularda çok seçici olan Âlûsî (Rahimehümullâh) gibi zevât-ı kirâm da bu sebeb-i nüzûlde geçen kıssanın yaşandığına dâir rivâyetlerin sahîh olduğunu açıklamıştırlar. (et-Taberî, 16/603-609; el-Beğavî, 4/125; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 10/523-524; el-Hâzin, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 4/315-317; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 10/524-532; İbnü Kesîr, 10/83-86; el-Âlûsî, 17/365, 367, 369-371, 384; İbnü Hacer, Fethu’l-Bârî, 8/439; el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, rakam:273, 1/294)
لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍۙ ﴿٥٣
53﴿ (Evet! Allâh şeytana bu müsâadeyi vermiştir) tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ), şeytanın (peygamberin okudukları arasına) bırakmakta olduğu o şeyi, hem kalplerinde (şüphecilik gibi) bir nevî hastalık bulunan o (münâfık) kimseler (için), hem de (Mekke müşrikleri gibi) kalpleri kaskatı olanlar için büyük bir fitne (ve imtihan vesîlesi) yapsın(da îmâna yönelmeyenleri böylece mahrum bıraksın)! Zâten şüphesiz (münâfık ve müşrik olan) o zâlimler elbette (haktan) çok uzak olan tam bir muhâlefet içindedirler.
وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٥٤
54﴿ Bir de kendilerine (Allâh’ın dîni hakkında) ilim verilmiş olan o kimseler gerçekten onun, senin Rabbinden (gönderilmiş) olan hakkın ta kendisi olduğunu bilsin de, sonra o (Kur’â)na îmân(da sebât) etsinler ve bu sebeple kalpleri tevâzu ile ona itâat etsin diye (Biz bu imtihanı yaptık ve işte bu hikmetlerle şeytanın kattığı sözleri ortadan kaldırdık)! Zâten şüphesiz Allâh îmân etmiş olan o kimseleri (bu konuda olduğu gibi, dînî konularda kafa karıştıran diğer meselelerde de) dosdoğru olan bir yola elbette (dâimâ) hidâyet edicidir.
وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ ﴿٥٥
55﴿ Ama o kâfir olmuş kimseler (var ya); o (ölüm) ân(ı) onlara ansızın gelinceye ya da (ardında hiçbir gün bulunmayan) o kısır günün azâbı kendilerine gelene dek onlar o (Kur’ân’ın hak olup olmadığı husûsunda kafaları karışık olduğu)ndan dolayı büyük bir şüphe içerisinde kalmaya devâm edecektir.