v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`minûn Sûresi
341
Cuz 18
YİRMİÜÇÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Mü`minûn
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. el-İtkan’da beyan edildiğine göreyse; 64-77. âyet-i kerîmeler Medîne’de nâzil olmuştur. 118 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Müminler gerçekten felâha er(erek umduklarına nâil olmuş, korktuklarından emin olmuş ve onların bütün hayırlara nâiliyet yönündeki beklentileri şimdiden gerçekleş)miştir.
2﴿ O kimseler ki; onlar (Allâh’ın huzûrunda oldukları şuuruyla) özellikle namazları içerisinde (bakmaları gereken yerlere bakarak, tüm uzuvlarını sâkin tutarak ve kalplerini Rablerine yönelterek) dâimâ huşû sâhibi kimselerdir.
3﴿ O kişiler de (merâmına erişti) ki; onlar (dünyâ ve âhiretlerine yaramayan her türlü söz ve iş dâhil) boş şeylerden dâimâ yüz çeviricilerdir.
4﴿ O kullar da (murâdına erdi) ki; onlar özellikle zekât verme işini dâimâ yapıcılardır.
5﴿ O kimseler de (felâha erdi) ki; onlar özellikle tenâsül uzuvlarını (haramlardan) devamlı koruyuculardır.
6﴿ Lâkin eşlerine ya da (câriyelerden) sağ ellerinin sâhip bulunduğu şeylere karşı (korumaları) müstesnâ! Çünkü gerçekten de onlar (bunlarla yaptıkları meşrû ilişkilerinden dolayı) tenkit edil(meyi hak et)miş kimseler değillerdir. (Dolayısıyla asıl onları tenkit edenler zulüm işlemiş olacakları için kınanmayı hak ederler.)
7﴿ (Habîbim!) İşte sana! Artık her kim (dört hür hanım ve sınırsız câriyeden istifâde gibi) bu(nca geniş helâl ala)ndan ötesini arar (da, şehvetini gayr-i meşrû yollardan tatmîne kalkışır)sa, işte sana! Ancak onlar haddi aşanların ta kendileridir.
8﴿ Yine (felâha eren müminler) o kimseler(dir) ki; onlar (hem Allâh-u Te‘âlâ’ya karşı, hem de kullarla aralarındaki) emânetlerine ve verdikleri sözlere sürekli riâyet edicilerdir.
9﴿ O kişiler de (iki cihanda hayırlı muradlarına erişti) ki; onlar özellikle namazlarını (vakti vaktinde kılarak, dış ve iç tüm şartlarını hakkıyla yerine getirerek) sürekli muhâfaza etmektedirler.
10﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar vârislerin ta kendileridir.
11﴿ O kimseler ki; (cennetin en güzel ve güzîde yeri olan) Firdevs (cennetin)e (babalarından kalmış gibi zahmetsizce) vâris olacaklardır. Onlar orada ebedî kalıcılardır.
12﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz o insan(lığın babası olan Âdem (Aleyhisselâm))ı elbette bir çamurdan (ibâret olan), (her cins toprağın) süzme bir öz(ün)den yarattık.
13﴿ Sonra onu(n neslinin yaratılış maddesini) iyice yerleşilebilecek bir karargâh (olan ana rahmi) içerisinde (gelişen, meni adındaki) az ve öz bir suya dönüştürdük.
14﴿ Sonra o az ve öz azıcık suyu (sülük gibi rahim duvarına yapışıp kan emerek beslenen aşılanmış yumurtadan ibâret pıhtılaşmış) donuk bir kana dönüştürdük. Peşi sıra o donuk kanı bir çiğnem et (hâlin)e dönüştürdük; akabinde o bir çiğnem eti (irili ufaklı) birtakım kemiklere (sâhip iskelete) dönüştürdük, sonra o kemiklere (her birine uygun) bir(er) et giydirdik. Daha sonra onu (ruh sâhibi kılarak, evvelki yaratılışından çok farklı) başka bir yaratışla halkettik (de, böylece onu konuşan, işiten, gören ve her bir uzvu değişik işler gören canlı bir insan hâline getirdik). İşte şekil verenlerin en güzeli olan Allâh (sanat, ilim ve kullarına ulaştırdığı nîmetler bakımından) dâimâ çok bereket (ve hayır) sâhibi olmuştur. (Nitekim Allâh-u Te‘âlâ’dan başka şekil verenler, O’nun yarattığı şeylere birtakım şekiller verebilirler ama aslâ onlara hayat veremezler. Allâh-u Te‘âlâ ise yoktan yarattığı varlıklara hem hayat hem de en güzel şekli veren yegâne Zâttır.)
15﴿ (Ey insan!) Sonra işte sana! Gerçekten siz bun(ca yaşamanız)dan sonra (ecelleriniz geldiğinde) elbette ölecek kimselersiniz!
16﴿ Sonra muhakkak ki siz kıyâmet gününde (hesap ve cezâ için) diriltileceksiniz!
17﴿ Kasem olsun ki; muhakkak Biz elbette sizin üzerinizde (gezegenlerin ve meleklerin güzergâhı olan) yedi (kat gökte birbirinden ayrı) yollar yarattık. Zâten Biz (hiçbir zaman göklerden, yerlerden, içindekilerden ve diğer) yaratılanlardan gâfil (olup, yönetimlerini ihmâl eden)ler olmadık. (Bilakis ancak Biz bütün mahlûkātın düzenini bozulmaktan koruyup kollamaktayız.)
سُورَةُ الْمُؤْمِنُونَ
الجزء ١٨
٣٤١
سُورَةُالْمُؤْمِنُونَ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ ﴿١
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ ﴿٢
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ ﴿٣
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ ﴿٤
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ ﴿٥
اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ ﴿٦
فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ ﴿٧
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ ﴿٨
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۢ ﴿٩
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ ﴿١٠
اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١١
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ ﴿١٢
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ ﴿١٣
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًاۗ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَۜ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ ﴿١٤
ثُمَّ اِنَّكُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ لَمَيِّتُونَۜ ﴿١٥
ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ ﴿١٦
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَٓائِقَۗ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ ﴿١٧
Mü`minûn Sûresi
341
Cuz 18
YİRMİÜÇÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Mü`minûn
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. el-İtkan’da beyan edildiğine göreyse; 64-77. âyet-i kerîmeler Medîne’de nâzil olmuştur. 118 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ ﴿١
1﴿ Müminler gerçekten felâha er(erek umduklarına nâil olmuş, korktuklarından emin olmuş ve onların bütün hayırlara nâiliyet yönündeki beklentileri şimdiden gerçekleş)miştir.
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ ﴿٢
2﴿ O kimseler ki; onlar (Allâh’ın huzûrunda oldukları şuuruyla) özellikle namazları içerisinde (bakmaları gereken yerlere bakarak, tüm uzuvlarını sâkin tutarak ve kalplerini Rablerine yönelterek) dâimâ huşû sâhibi kimselerdir.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ ﴿٣
3﴿ O kişiler de (merâmına erişti) ki; onlar (dünyâ ve âhiretlerine yaramayan her türlü söz ve iş dâhil) boş şeylerden dâimâ yüz çeviricilerdir.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ ﴿٤
4﴿ O kullar da (murâdına erdi) ki; onlar özellikle zekât verme işini dâimâ yapıcılardır.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ ﴿٥
5﴿ O kimseler de (felâha erdi) ki; onlar özellikle tenâsül uzuvlarını (haramlardan) devamlı koruyuculardır.
اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ ﴿٦
6﴿ Lâkin eşlerine ya da (câriyelerden) sağ ellerinin sâhip bulunduğu şeylere karşı (korumaları) müstesnâ! Çünkü gerçekten de onlar (bunlarla yaptıkları meşrû ilişkilerinden dolayı) tenkit edil(meyi hak et)miş kimseler değillerdir. (Dolayısıyla asıl onları tenkit edenler zulüm işlemiş olacakları için kınanmayı hak ederler.)
فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ ﴿٧
7﴿ (Habîbim!) İşte sana! Artık her kim (dört hür hanım ve sınırsız câriyeden istifâde gibi) bu(nca geniş helâl ala)ndan ötesini arar (da, şehvetini gayr-i meşrû yollardan tatmîne kalkışır)sa, işte sana! Ancak onlar haddi aşanların ta kendileridir.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ ﴿٨
8﴿ Yine (felâha eren müminler) o kimseler(dir) ki; onlar (hem Allâh-u Te‘âlâ’ya karşı, hem de kullarla aralarındaki) emânetlerine ve verdikleri sözlere sürekli riâyet edicilerdir.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۢ ﴿٩
9﴿ O kişiler de (iki cihanda hayırlı muradlarına erişti) ki; onlar özellikle namazlarını (vakti vaktinde kılarak, dış ve iç tüm şartlarını hakkıyla yerine getirerek) sürekli muhâfaza etmektedirler.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ ﴿١٠
10﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar vârislerin ta kendileridir.
اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١١
11﴿ O kimseler ki; (cennetin en güzel ve güzîde yeri olan) Firdevs (cennetin)e (babalarından kalmış gibi zahmetsizce) vâris olacaklardır. Onlar orada ebedî kalıcılardır.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ ﴿١٢
12﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz o insan(lığın babası olan Âdem (Aleyhisselâm))ı elbette bir çamurdan (ibâret olan), (her cins toprağın) süzme bir öz(ün)den yarattık.
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ ﴿١٣
13﴿ Sonra onu(n neslinin yaratılış maddesini) iyice yerleşilebilecek bir karargâh (olan ana rahmi) içerisinde (gelişen, meni adındaki) az ve öz bir suya dönüştürdük.
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًاۗ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَۜ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ ﴿١٤
14﴿ Sonra o az ve öz azıcık suyu (sülük gibi rahim duvarına yapışıp kan emerek beslenen aşılanmış yumurtadan ibâret pıhtılaşmış) donuk bir kana dönüştürdük. Peşi sıra o donuk kanı bir çiğnem et (hâlin)e dönüştürdük; akabinde o bir çiğnem eti (irili ufaklı) birtakım kemiklere (sâhip iskelete) dönüştürdük, sonra o kemiklere (her birine uygun) bir(er) et giydirdik. Daha sonra onu (ruh sâhibi kılarak, evvelki yaratılışından çok farklı) başka bir yaratışla halkettik (de, böylece onu konuşan, işiten, gören ve her bir uzvu değişik işler gören canlı bir insan hâline getirdik). İşte şekil verenlerin en güzeli olan Allâh (sanat, ilim ve kullarına ulaştırdığı nîmetler bakımından) dâimâ çok bereket (ve hayır) sâhibi olmuştur. (Nitekim Allâh-u Te‘âlâ’dan başka şekil verenler, O’nun yarattığı şeylere birtakım şekiller verebilirler ama aslâ onlara hayat veremezler. Allâh-u Te‘âlâ ise yoktan yarattığı varlıklara hem hayat hem de en güzel şekli veren yegâne Zâttır.)
ثُمَّ اِنَّكُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ لَمَيِّتُونَۜ ﴿١٥
15﴿ (Ey insan!) Sonra işte sana! Gerçekten siz bun(ca yaşamanız)dan sonra (ecelleriniz geldiğinde) elbette ölecek kimselersiniz!
ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ ﴿١٦
16﴿ Sonra muhakkak ki siz kıyâmet gününde (hesap ve cezâ için) diriltileceksiniz!
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَٓائِقَۗ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ ﴿١٧
17﴿ Kasem olsun ki; muhakkak Biz elbette sizin üzerinizde (gezegenlerin ve meleklerin güzergâhı olan) yedi (kat gökte birbirinden ayrı) yollar yarattık. Zâten Biz (hiçbir zaman göklerden, yerlerden, içindekilerden ve diğer) yaratılanlardan gâfil (olup, yönetimlerini ihmâl eden)ler olmadık. (Bilakis ancak Biz bütün mahlûkātın düzenini bozulmaktan koruyup kollamaktayız.)