v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`minûn Sûresi
344
Cuz 18
43﴿ (İnkâr eden) hiçbir ümmet (helâk edilmesi için belirlenen süresinin sonu olan) ecelini geçemez ve onlar (o yok ediliş vakitleri geldiğinde bir an bile) geri de kalamazlar.
44﴿ Sonra rasüllerimizi peş peşe (kendi kavimlerine) elçi olarak gönderdik. Herhangi bir ümmete rasûlü geldiği zaman onu (dinleyip anlamadan hemen) yalanladılar, nihâyet Biz de (helâke uğratma bakımından) onların bâzısını diğer bir kısma tâbi kıldık ve (böylece hepsini birbiri peşine helâke uğratarak) onları(n başına gelenleri) şaşkınlıkla dinlenen birtakım havâdise dönüştürdük. Artık kendileri îmân etmeyen o toplum için (İlâhî rahmetten) tam bir uzaklık ile (uzaklık ve lânet olsun, çünkü onlar bunu hak ettiler)!
45﴿ (Nice peygamberlerden) sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u (dokuz mûcize ve diğer) âyetlerimizle ve (onların hak olduğuna delâleti düşmanı susturacak şekilde) çok açık olan güçlü bir delille berâber rasül gönderdik.
46﴿ Firavun’a ve ulu kimselerine (Mûsâ ve Hârûn’u gönderdik)! Fakat onlar (peygamberlere uymaktan) iyice büyüklük tasladılar ve (insanlara karşı kendilerini) üstün göre(rek haksızlık ede)n (zâlim)ler toplumu oldular.
47﴿ Bu sebeple onlar: “İkisinin (de) kavmi (olan İsrâîloğulları) bize kulluk (ve kölelik) eden kimselerken, bizim gibi olan (ve bizden hiçbir fazlalıkları bulunmayan) iki beşere mi îmân edeceğiz?!” dediler.
48﴿ Hemen o ikisini yalanladılar da bu sebeple kendileri (Kızıldeniz’de boğularak) helâk edilen kimselerden oldular.
49﴿ Andolsun ki; şüphesiz Biz Mûsâ’ya elbette o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) verdik. Tâ ki on(a ümmet olan)lar (o kitabın hükümleriyle ve öğütleriyle amel ederek her bakımdan doğru yola) hidâyet bulsunlar.
50﴿ Yine Biz Meryem’in oğlu (Îsâ) ile (kendisine erkek eli değmeden çocuk sâhibi olan) annesini de (yüce kudretimize delâlet eden) bir(er) âyet yaptık. O ikisini de yerleşim imkânına ve (sudan ibâret) akıcı bir şeye sâhip (olan Kudüs topraklarındaki düzlük, geniş ve mahsûlü bol) bir tepeye sığındır(ıp orada barındır)dık.
51﴿ (Biz her dönemde gönderdiğimiz peygamberlere şöyle hitap ettik:) “Ey rasüller! Lezzetli ve helâl şeylerden yiyin ve sâlih ameller işleyin. Zîrâ gerçekten Ben sizin yapmakta olduklarınızı (hakkıyla bilip, karşılığını verecek olan bir) Alîm’im.
52﴿ İşte şüphesiz bu (İslâm dîni), (temel inanç hükümleri, asırların değişmesiyle değişime uğramayan) tek bir din olarak sizin dîniniz (ve şerîatiniz)dir, Rabbiniz de ancak Benim! O hâlde sâdece Ben(im emirlerime karşı gelmek)den sakının.”
53﴿ Fakat onlar(ın ümmetleri, din) işlerini aralarında farklı birçok kitaplara böldüler (de, bu sebeple onlardan kimi Yahûdî, kimi Hristiyan, kimi de Mecûsî olarak, kitaplı-kitapsız birçok bâtıl dîne bölündüler). (Böylece) her bir fırka, (kendi doğruluğuna inanarak) özellikle yanlarında bulunan (din ve inanca sâhip olmak)la ferahlanıcı kimselerdir.
54﴿ (Habîbim!) Artık sen onları (hakkı) kaplayıp örten o sapıklıkları içerisinde (tevbe edecekleri ya da ölüp gidecekleri) bir zamâna kadar (öylece) bırak!
55﴿ (O inkârcılar) sanıyorlar mı ki; gerçekten kendisiyle onlara yardım etmekte olduğumuz mal ve oğullardan ibâret şeyler.
56﴿ Biz (bu nîmetleri ihsân ederek) onlar için iyi şeyler (vermek)de süratli davranıyoruz (mu sanıyorlar)?! Doğrusu onlar (hayvanlar gibi şuursuz varlıklar oldukları için, kendilerine verilen bunca imkânın iyiliklerine değil de, azaplarının artmasına sebep olacağını) fark edemiyorlar.
57﴿ Şüphesiz o kimseler ki; ancak onlar Rablerinin korkusundan dolayı (O’nun azâbından) sakınıcı kimselerdir.
58﴿ Yine o kimseler ki; ancak onlar Rablerinin âyetlerin(in ve kitaplarının tümün)e îmân etmektedirler.
59﴿ Bir de o kişiler ki; ancak onlar Rablerine (yaptıkları ibâdete hiçbir kimseyi) ortak koşmazlar (ve şirkin açığını ve gizlisini terk ederler).
سُورَةُ الْمُؤْمِنُونَ
الجزء ١٨
٣٤٤
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ ﴿٤٣
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ فَبُعْدًا لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٤٤
ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٤٥
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَال۪ينَۚ ﴿٤٦
فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ ﴿٤٧
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ ﴿٤٨
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٤٩
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟ ﴿٥٠
يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ ﴿٥١
وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ ﴿٥٢
فَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿٥٣
فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ ﴿٥٤
اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ ﴿٥٥
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٥٦
اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ ﴿٥٧
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ ﴿٥٨
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ ﴿٥٩
Mü`minûn Sûresi
344
Cuz 18
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ ﴿٤٣
43﴿ (İnkâr eden) hiçbir ümmet (helâk edilmesi için belirlenen süresinin sonu olan) ecelini geçemez ve onlar (o yok ediliş vakitleri geldiğinde bir an bile) geri de kalamazlar.
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ فَبُعْدًا لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٤٤
44﴿ Sonra rasüllerimizi peş peşe (kendi kavimlerine) elçi olarak gönderdik. Herhangi bir ümmete rasûlü geldiği zaman onu (dinleyip anlamadan hemen) yalanladılar, nihâyet Biz de (helâke uğratma bakımından) onların bâzısını diğer bir kısma tâbi kıldık ve (böylece hepsini birbiri peşine helâke uğratarak) onları(n başına gelenleri) şaşkınlıkla dinlenen birtakım havâdise dönüştürdük. Artık kendileri îmân etmeyen o toplum için (İlâhî rahmetten) tam bir uzaklık ile (uzaklık ve lânet olsun, çünkü onlar bunu hak ettiler)!
ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٤٥
45﴿ (Nice peygamberlerden) sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u (dokuz mûcize ve diğer) âyetlerimizle ve (onların hak olduğuna delâleti düşmanı susturacak şekilde) çok açık olan güçlü bir delille berâber rasül gönderdik.
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَال۪ينَۚ ﴿٤٦
46﴿ Firavun’a ve ulu kimselerine (Mûsâ ve Hârûn’u gönderdik)! Fakat onlar (peygamberlere uymaktan) iyice büyüklük tasladılar ve (insanlara karşı kendilerini) üstün göre(rek haksızlık ede)n (zâlim)ler toplumu oldular.
فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ ﴿٤٧
47﴿ Bu sebeple onlar: “İkisinin (de) kavmi (olan İsrâîloğulları) bize kulluk (ve kölelik) eden kimselerken, bizim gibi olan (ve bizden hiçbir fazlalıkları bulunmayan) iki beşere mi îmân edeceğiz?!” dediler.
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ ﴿٤٨
48﴿ Hemen o ikisini yalanladılar da bu sebeple kendileri (Kızıldeniz’de boğularak) helâk edilen kimselerden oldular.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٤٩
49﴿ Andolsun ki; şüphesiz Biz Mûsâ’ya elbette o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) verdik. Tâ ki on(a ümmet olan)lar (o kitabın hükümleriyle ve öğütleriyle amel ederek her bakımdan doğru yola) hidâyet bulsunlar.
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟ ﴿٥٠
50﴿ Yine Biz Meryem’in oğlu (Îsâ) ile (kendisine erkek eli değmeden çocuk sâhibi olan) annesini de (yüce kudretimize delâlet eden) bir(er) âyet yaptık. O ikisini de yerleşim imkânına ve (sudan ibâret) akıcı bir şeye sâhip (olan Kudüs topraklarındaki düzlük, geniş ve mahsûlü bol) bir tepeye sığındır(ıp orada barındır)dık.
يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ ﴿٥١
51﴿ (Biz her dönemde gönderdiğimiz peygamberlere şöyle hitap ettik:) “Ey rasüller! Lezzetli ve helâl şeylerden yiyin ve sâlih ameller işleyin. Zîrâ gerçekten Ben sizin yapmakta olduklarınızı (hakkıyla bilip, karşılığını verecek olan bir) Alîm’im.
وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ ﴿٥٢
52﴿ İşte şüphesiz bu (İslâm dîni), (temel inanç hükümleri, asırların değişmesiyle değişime uğramayan) tek bir din olarak sizin dîniniz (ve şerîatiniz)dir, Rabbiniz de ancak Benim! O hâlde sâdece Ben(im emirlerime karşı gelmek)den sakının.”
فَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿٥٣
53﴿ Fakat onlar(ın ümmetleri, din) işlerini aralarında farklı birçok kitaplara böldüler (de, bu sebeple onlardan kimi Yahûdî, kimi Hristiyan, kimi de Mecûsî olarak, kitaplı-kitapsız birçok bâtıl dîne bölündüler). (Böylece) her bir fırka, (kendi doğruluğuna inanarak) özellikle yanlarında bulunan (din ve inanca sâhip olmak)la ferahlanıcı kimselerdir.
فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ ﴿٥٤
54﴿ (Habîbim!) Artık sen onları (hakkı) kaplayıp örten o sapıklıkları içerisinde (tevbe edecekleri ya da ölüp gidecekleri) bir zamâna kadar (öylece) bırak!
اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ ﴿٥٥
55﴿ (O inkârcılar) sanıyorlar mı ki; gerçekten kendisiyle onlara yardım etmekte olduğumuz mal ve oğullardan ibâret şeyler.
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٥٦
56﴿ Biz (bu nîmetleri ihsân ederek) onlar için iyi şeyler (vermek)de süratli davranıyoruz (mu sanıyorlar)?! Doğrusu onlar (hayvanlar gibi şuursuz varlıklar oldukları için, kendilerine verilen bunca imkânın iyiliklerine değil de, azaplarının artmasına sebep olacağını) fark edemiyorlar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ ﴿٥٧
57﴿ Şüphesiz o kimseler ki; ancak onlar Rablerinin korkusundan dolayı (O’nun azâbından) sakınıcı kimselerdir.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ ﴿٥٨
58﴿ Yine o kimseler ki; ancak onlar Rablerinin âyetlerin(in ve kitaplarının tümün)e îmân etmektedirler.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ ﴿٥٩
59﴿ Bir de o kişiler ki; ancak onlar Rablerine (yaptıkları ibâdete hiçbir kimseyi) ortak koşmazlar (ve şirkin açığını ve gizlisini terk ederler).