v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`minûn Sûresi
346
Cuz 18
75﴿ (Habîbim!) Eğer Biz onlar(ın: “Akrabâlık hakkı için duâ et de, bu kuraklıktan kurtulalım” diyerek sana başvurmaların)a acısaydık da, kendilerinde bulunan zararı (ve kıtlığı) açacak olsaydık, elbette onlar (tevbe etmeyip yine) bocalar oldukları hâlde azgınlıkları (ve hakka karşı düşmanlıkları) içerisinde ısrâr ederlerdi.
76﴿ (Nitekim) andolsun ki; muhakkak Biz onları(n önderlerini) o (açlık ve kıtlık gibi) azapla(rla) elbette yakalamıştık, ama o (geriye kala)nlar Rableri(nin emirlerine itâat) için boyun eğmemişlerdi. Yine de yalvarıp yakarmıyorlar!
77﴿ Nihâyet onların üzerine (esâret ve öldürülmeden daha) çok şiddetli bir azâba sâhip olan (kıtlık ve açlık, Mekke Fethi, ölüm ânı ve mahşere çıkış gibi) bir(er) kapı açtığımız zaman, birdenbire onlar o sebeple (tüm hayırlardan) ümit kesicilerdir.
78﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizin (Kur’ân âyetlerini ve cihanda bulunan âyetleri fark edip tefekkür edebilmeniz) için kulaklar, gözler ve kalpler îcât etmiştir. (O’nun bunca nîmetlerine karşı şükür nâmına) çok az olan bir şeyle şükrediyorsunuz.
79﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yer(yüzün)de sizi yaratıp yaymıştır. Siz de (ölüp dirilmenizin ardından kıyâmet günü) ancak O’n(nun hesap yurdu)a (sevk edilip) haşrolunacaksınız!
80﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sürekli diriltmekte ve öldürmektedir. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gidip gelmesi de /(artıp eksilerek) farklılık arz etmesi de/ ancak O’n(un emir ve buyruğu)ndan dolayıdır. Siz (bu gerçekleri düşünüp de her şeyin Bizim irâde ve kudretimiz dâhilinde bulunduğunu ve sizi dirilteceğimize dâir vaadimizin hak olduğunu) hâlâ anlamayacak mısınız?!
81﴿ Doğrusu o (Mekke’de şirk koşa)nlar (bu hakîkatlerden hiçbirini anlamayıp) evvelki (kâfir)lerin söylemiş olduğu şeyin bir benzerini söylediler.
82﴿ Dediler ki: “Biz öldüğümüz zaman mı; (dağılmış) bir toprak ve (çürümüş) birtakım kemikler olduğumuzda mı; gerçekten biz mi elbette diriltilmiş kimseler (hâlinde mahşere sevkedileceğ)iz?!
83﴿ Andolsun ki; gerçekten biz de, babalarımız da daha (peygamber gönderilmeden) önce işte bununla vaad olunmuştuk. İşte bu (diriltilme haberi), ancak evvelkilerin yazıp çizmiş olduğu asılsız şeylerdir.”
84﴿ (Habîbim! O inkârcılara) de ki: “Yer(yüzü) ve içinde bulunan (canlı-cansız varlık)lar (yaratılma, mülkiyet ve yönetim bakımından) kime âittir? Eğer siz (bu husûsu) bilmekte olduysanız (cevap verin)!”
85﴿ Muhakkak ki onlar (derin düşünmeye muhtaç olmadan mecbûren)(Yer ve içindekiler) Allâh’a âittir” diyeceklerdir. (Onların bu îtirâfı üzerine kendilerini rezil etmek için) de ki: “(Bunu bildiğiniz hâlde) hâlâ iyice düşün(üp de âlemleri yoktan yaratan Zâtın onları tekrar var etmeye güçlü olduğuna îmân et)meyecek misiniz?!”
86﴿ (Rasûlüm! O düşüncesizlere) de ki: “Kim o yedi (kat) göklerin ve o(nlara göre) çok büyük olan Arş’ın Rabbi (yaratıcısı ve yöneticisi)dir?”
87﴿ (Bu soru karşısında da) kesinlikle onlar: “(Göklerin ve Arş’ın yönetimi) Allâh’a âittir” diye (îtirâfa kendilerini mecbur hissede)ceklerdir. (Habîbim! Onları susturmak ve azarlamak için) de ki: “(Bu gerçeklerin farkında olduğunuz hâlde) hâlâ (O’nun azâbından) iyice sakınmayacak mısınız?!”
88﴿ (Habîbim! Bu sefer onlara) de ki: “Kimdir O zât ki; Her bir şeyin mülkünün tamâmı (ve bütün mahlûkātın mülkiyeti ve yönetimi) ancak Kendi tasarrufundadır, üstelik Kendisi (istediği şeyi dilediğinden) korur, fakat O’na rağmen (hiçbir kimse) korunulamaz?! Eğer (bu gücün yegâne sâhibini) bilmekte olduysanız (cevap verin bakalım)!”
89﴿ Şüphesiz ki onlar: “(Bu üstün kuvvet ve yüce mülkiyet) sâdece Allâh’a âittir” diye(kendilerini îtirâfa mecbur hissede)ceklerdir. (Sen de ayıplamak ve kınamak üzere onlara) de ki: “Peki ya nasıl büyülen(miş gibi doğru yoldan çevril)iyorsunuz?!”
سُورَةُ الْمُؤْمِنُونَ
الجزء ١٨
٣٤٦
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿٧٥
وَلَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ ﴿٧٦
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟ ﴿٧٧
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٨
وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٧٩
وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٨٠
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ ﴿٨١
قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿٨٢
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٨٣
قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٤
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٨٥
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ﴿٨٦
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٨٧
قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٨
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ ﴿٨٩
Mü`minûn Sûresi
346
Cuz 18
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿٧٥
75﴿ (Habîbim!) Eğer Biz onlar(ın: “Akrabâlık hakkı için duâ et de, bu kuraklıktan kurtulalım” diyerek sana başvurmaların)a acısaydık da, kendilerinde bulunan zararı (ve kıtlığı) açacak olsaydık, elbette onlar (tevbe etmeyip yine) bocalar oldukları hâlde azgınlıkları (ve hakka karşı düşmanlıkları) içerisinde ısrâr ederlerdi.
وَلَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ ﴿٧٦
76﴿ (Nitekim) andolsun ki; muhakkak Biz onları(n önderlerini) o (açlık ve kıtlık gibi) azapla(rla) elbette yakalamıştık, ama o (geriye kala)nlar Rableri(nin emirlerine itâat) için boyun eğmemişlerdi. Yine de yalvarıp yakarmıyorlar!
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟ ﴿٧٧
77﴿ Nihâyet onların üzerine (esâret ve öldürülmeden daha) çok şiddetli bir azâba sâhip olan (kıtlık ve açlık, Mekke Fethi, ölüm ânı ve mahşere çıkış gibi) bir(er) kapı açtığımız zaman, birdenbire onlar o sebeple (tüm hayırlardan) ümit kesicilerdir.
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٨
78﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizin (Kur’ân âyetlerini ve cihanda bulunan âyetleri fark edip tefekkür edebilmeniz) için kulaklar, gözler ve kalpler îcât etmiştir. (O’nun bunca nîmetlerine karşı şükür nâmına) çok az olan bir şeyle şükrediyorsunuz.
وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٧٩
79﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yer(yüzün)de sizi yaratıp yaymıştır. Siz de (ölüp dirilmenizin ardından kıyâmet günü) ancak O’n(nun hesap yurdu)a (sevk edilip) haşrolunacaksınız!
وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٨٠
80﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sürekli diriltmekte ve öldürmektedir. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gidip gelmesi de /(artıp eksilerek) farklılık arz etmesi de/ ancak O’n(un emir ve buyruğu)ndan dolayıdır. Siz (bu gerçekleri düşünüp de her şeyin Bizim irâde ve kudretimiz dâhilinde bulunduğunu ve sizi dirilteceğimize dâir vaadimizin hak olduğunu) hâlâ anlamayacak mısınız?!
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ ﴿٨١
81﴿ Doğrusu o (Mekke’de şirk koşa)nlar (bu hakîkatlerden hiçbirini anlamayıp) evvelki (kâfir)lerin söylemiş olduğu şeyin bir benzerini söylediler.
قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿٨٢
82﴿ Dediler ki: “Biz öldüğümüz zaman mı; (dağılmış) bir toprak ve (çürümüş) birtakım kemikler olduğumuzda mı; gerçekten biz mi elbette diriltilmiş kimseler (hâlinde mahşere sevkedileceğ)iz?!
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٨٣
83﴿ Andolsun ki; gerçekten biz de, babalarımız da daha (peygamber gönderilmeden) önce işte bununla vaad olunmuştuk. İşte bu (diriltilme haberi), ancak evvelkilerin yazıp çizmiş olduğu asılsız şeylerdir.”
قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٤
84﴿ (Habîbim! O inkârcılara) de ki: “Yer(yüzü) ve içinde bulunan (canlı-cansız varlık)lar (yaratılma, mülkiyet ve yönetim bakımından) kime âittir? Eğer siz (bu husûsu) bilmekte olduysanız (cevap verin)!”
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٨٥
85﴿ Muhakkak ki onlar (derin düşünmeye muhtaç olmadan mecbûren)(Yer ve içindekiler) Allâh’a âittir” diyeceklerdir. (Onların bu îtirâfı üzerine kendilerini rezil etmek için) de ki: “(Bunu bildiğiniz hâlde) hâlâ iyice düşün(üp de âlemleri yoktan yaratan Zâtın onları tekrar var etmeye güçlü olduğuna îmân et)meyecek misiniz?!”
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ﴿٨٦
86﴿ (Rasûlüm! O düşüncesizlere) de ki: “Kim o yedi (kat) göklerin ve o(nlara göre) çok büyük olan Arş’ın Rabbi (yaratıcısı ve yöneticisi)dir?”
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٨٧
87﴿ (Bu soru karşısında da) kesinlikle onlar: “(Göklerin ve Arş’ın yönetimi) Allâh’a âittir” diye (îtirâfa kendilerini mecbur hissede)ceklerdir. (Habîbim! Onları susturmak ve azarlamak için) de ki: “(Bu gerçeklerin farkında olduğunuz hâlde) hâlâ (O’nun azâbından) iyice sakınmayacak mısınız?!”
قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٨
88﴿ (Habîbim! Bu sefer onlara) de ki: “Kimdir O zât ki; Her bir şeyin mülkünün tamâmı (ve bütün mahlûkātın mülkiyeti ve yönetimi) ancak Kendi tasarrufundadır, üstelik Kendisi (istediği şeyi dilediğinden) korur, fakat O’na rağmen (hiçbir kimse) korunulamaz?! Eğer (bu gücün yegâne sâhibini) bilmekte olduysanız (cevap verin bakalım)!”
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ ﴿٨٩
89﴿ Şüphesiz ki onlar: “(Bu üstün kuvvet ve yüce mülkiyet) sâdece Allâh’a âittir” diye(kendilerini îtirâfa mecbur hissede)ceklerdir. (Sen de ayıplamak ve kınamak üzere onlara) de ki: “Peki ya nasıl büyülen(miş gibi doğru yoldan çevril)iyorsunuz?!”