v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`minûn Sûresi
348
Cuz 18
105﴿ (Orada onları kınamak ve suçlarını hatırlatmak için kendilerine şöyle soracağız:) “Benim âyetlerim sizin karşınızda art arda okunmakta değil miydi?! Ama siz onları sürekli yalanlamakta olmuştunuz.”
106﴿ Dediler ki: “Ey Rabbimiz! (Kötü amellerimiz sebebiyle) şekāvetimiz (bedbahtlığımız ve azgınlığımız) bize gâlip geldi de böylece biz (doğru yoldan) sapıtanlar topluluğu olduk.
107﴿ Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, eğer (inkâra) dönecek olursak artık gerçekten biz (nefislerine) zulüm yapan (ve cezâyı hak eden) kimseler (olduğumuzu kendimiz de kabûl edeceğ)iz.”
108﴿ (Allâh-u Te‘âlâ onların ümîdini kırmak üzere) buyurdu ki: “(Kovulmuş köpek gibi) orada (rahmetimden) uzak olun ve Benimle konuşmayın!
109﴿ Çünkü şüphesiz gerçek şudur ki; kullarımdan bir fırka (dünyâdayken): ‘Ey Rabbimiz! Biz (Senin dînine) îmân ettik, öyleyse bizim için (günahlarımızı) bağışlamada bulun ve bize rahmet eyle. Zâten merhametlilerin hayırlısı ancak Sensin. (Zîrâ ana-babamız dâhil, kimse bize Senin kadar acıyamaz ve fayda sağlayıp zarardan kurtaramaz)’ demekteydiler.
110﴿ Siz ise onları tam bir eğlence (malzemesi) edinmiştiniz de, nihâyet onlar(la dalga geçmeniz) size Benim zikrimi unutturmuştu. Böylece siz onlar(ın îmânın)dan dolayı gülmekteydiniz.
111﴿ Şüphesiz ki Ben, (dünyâda sizin eziyetlerinize) sabretmeleri sebebiyle bugün onları (şu müjde ile) mükâfatlandırdım ki; gerçekten onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
112﴿ (Allâh-u Te‘âlâ kullarını dirilttiği gün kâfirlere, dünyâda kaldıkları sürenin azlığını îtirâf ettirmek için) buyurdu ki: “O (döndürülmek istediğiniz) yer(yüzün)de (yaşarken ve kabirlerde yatarken) seneler sayısınca ne kadar kaldınız?”
113﴿ (Âhirette karşılaştıkları sonsuz dehşete kapıldıkları için dünyâda yaşadıkları uzun süreyi azımsayan kâfirler) dediler ki: “Ya bir gün ya da bir günün bir bölümü kadar (dünyâda) kaldık. Sen yine (melekler içerisinde kulların ömürlerini ve amellerini) sayanlara sor! (Çünkü biz bu azap yüzünden hesâbı karıştırdık.)
114﴿ (Allâh-u Te‘âlâ cevâben) buyurdu ki: “(Doğrusunuz! Âhiretteki sonsuz hayâtınıza nispetle dünyâda) ancak çok az (bir süre) kaldınız (ama dediğiniz gibi de bir gün veyâ yarım gün kadar kısa kalmadınız). Şâyet gerçekten siz (bugün anladığınızı o gün de) bilir olsaydınız (dünyâya aldanıp da ebedî azâbı gerektirecek isyanlara düşmezdiniz).”
115﴿ Yoksa siz (yaratılış gâyesi hakkında kafa yormayıp bu konuda hiçbir doğru bilgiye ulaşmadığınız için) sandınız mı ki; Biz sizi (ve bütün yaratıkları bir hikmete mebnî değil de) ancak bir abes(le iştiğâl ve faydasız işlerle uğraşmak) için (boş yere) yarattık da gerçekten siz (ölümünüzün ardından) Bize aslâ döndürülmeyeceksiniz?!
116﴿ İşte O (her şeyin mülkiyet ve hükümranlığı kayıtsız şartsız sâdece Kendisine âit olan) Melik ve (her şeyin mülkiyetine) Hak (sâhibi) Allâh(ın işleri, hikmetsiz ve faydasız olmaktan) dâimâ çok yüce olmuştur! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! Çok değerli Arş’ın Rabbi (de ancak Kendisi)dir!
117﴿ Her kim (ilâh olduğu) hakkında kendisi için hiçbir delil bulunmayan başka bir ilâha Allâh(a yaptığı ibâdet) ile birlikte ibâdet yaparsa artık onun hesab (ve cezâs)ı ancak Rabbi nezdinde (görülecek)dir. Hakîkaten gerçek şudur ki; o kâfirler felah bulmayacak (ve onlar korktuklarından aslâ kurtulamayacak ve umduklarına ebediyyen kavuşamayacak)tır.
118﴿ (Habîbim! Sen geçmişte ve gelecekte tüm hatâlardan mâsum isen de, ümmetin adına duâ ederek Bana) de ki: “Ey Rabbim! (Ümmetimin günahlarını bağışlayarak) mağfirette bulun ve (onlara) merhamet et. Zâten ancak Sen merhamet edenlerin hayırlısısın.”
سُورَةُ الْمُؤْمِنُونَ
الجزء ١٨
٣٤٨
اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿١٠٥
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَٓالّ۪ينَ ﴿١٠٦
رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ ﴿١٠٧
قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ ﴿١٠٨
اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ ﴿١٠٩
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ ﴿١١٠
اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ ﴿١١١
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ ﴿١١٢
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ ﴿١١٣
قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١١٤
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ ﴿١١٥
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ ﴿١١٦
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ ﴿١١٧
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ ﴿١١٨
Mü`minûn Sûresi
348
Cuz 18
اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿١٠٥
105﴿ (Orada onları kınamak ve suçlarını hatırlatmak için kendilerine şöyle soracağız:) “Benim âyetlerim sizin karşınızda art arda okunmakta değil miydi?! Ama siz onları sürekli yalanlamakta olmuştunuz.”
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَٓالّ۪ينَ ﴿١٠٦
106﴿ Dediler ki: “Ey Rabbimiz! (Kötü amellerimiz sebebiyle) şekāvetimiz (bedbahtlığımız ve azgınlığımız) bize gâlip geldi de böylece biz (doğru yoldan) sapıtanlar topluluğu olduk.
رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ ﴿١٠٧
107﴿ Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, eğer (inkâra) dönecek olursak artık gerçekten biz (nefislerine) zulüm yapan (ve cezâyı hak eden) kimseler (olduğumuzu kendimiz de kabûl edeceğ)iz.”
قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ ﴿١٠٨
108﴿ (Allâh-u Te‘âlâ onların ümîdini kırmak üzere) buyurdu ki: “(Kovulmuş köpek gibi) orada (rahmetimden) uzak olun ve Benimle konuşmayın!
اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ ﴿١٠٩
109﴿ Çünkü şüphesiz gerçek şudur ki; kullarımdan bir fırka (dünyâdayken): ‘Ey Rabbimiz! Biz (Senin dînine) îmân ettik, öyleyse bizim için (günahlarımızı) bağışlamada bulun ve bize rahmet eyle. Zâten merhametlilerin hayırlısı ancak Sensin. (Zîrâ ana-babamız dâhil, kimse bize Senin kadar acıyamaz ve fayda sağlayıp zarardan kurtaramaz)’ demekteydiler.
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ ﴿١١٠
110﴿ Siz ise onları tam bir eğlence (malzemesi) edinmiştiniz de, nihâyet onlar(la dalga geçmeniz) size Benim zikrimi unutturmuştu. Böylece siz onlar(ın îmânın)dan dolayı gülmekteydiniz.
اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ ﴿١١١
111﴿ Şüphesiz ki Ben, (dünyâda sizin eziyetlerinize) sabretmeleri sebebiyle bugün onları (şu müjde ile) mükâfatlandırdım ki; gerçekten onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ ﴿١١٢
112﴿ (Allâh-u Te‘âlâ kullarını dirilttiği gün kâfirlere, dünyâda kaldıkları sürenin azlığını îtirâf ettirmek için) buyurdu ki: “O (döndürülmek istediğiniz) yer(yüzün)de (yaşarken ve kabirlerde yatarken) seneler sayısınca ne kadar kaldınız?”
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ ﴿١١٣
113﴿ (Âhirette karşılaştıkları sonsuz dehşete kapıldıkları için dünyâda yaşadıkları uzun süreyi azımsayan kâfirler) dediler ki: “Ya bir gün ya da bir günün bir bölümü kadar (dünyâda) kaldık. Sen yine (melekler içerisinde kulların ömürlerini ve amellerini) sayanlara sor! (Çünkü biz bu azap yüzünden hesâbı karıştırdık.)
قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١١٤
114﴿ (Allâh-u Te‘âlâ cevâben) buyurdu ki: “(Doğrusunuz! Âhiretteki sonsuz hayâtınıza nispetle dünyâda) ancak çok az (bir süre) kaldınız (ama dediğiniz gibi de bir gün veyâ yarım gün kadar kısa kalmadınız). Şâyet gerçekten siz (bugün anladığınızı o gün de) bilir olsaydınız (dünyâya aldanıp da ebedî azâbı gerektirecek isyanlara düşmezdiniz).”
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ ﴿١١٥
115﴿ Yoksa siz (yaratılış gâyesi hakkında kafa yormayıp bu konuda hiçbir doğru bilgiye ulaşmadığınız için) sandınız mı ki; Biz sizi (ve bütün yaratıkları bir hikmete mebnî değil de) ancak bir abes(le iştiğâl ve faydasız işlerle uğraşmak) için (boş yere) yarattık da gerçekten siz (ölümünüzün ardından) Bize aslâ döndürülmeyeceksiniz?!
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ ﴿١١٦
116﴿ İşte O (her şeyin mülkiyet ve hükümranlığı kayıtsız şartsız sâdece Kendisine âit olan) Melik ve (her şeyin mülkiyetine) Hak (sâhibi) Allâh(ın işleri, hikmetsiz ve faydasız olmaktan) dâimâ çok yüce olmuştur! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! Çok değerli Arş’ın Rabbi (de ancak Kendisi)dir!
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ ﴿١١٧
117﴿ Her kim (ilâh olduğu) hakkında kendisi için hiçbir delil bulunmayan başka bir ilâha Allâh(a yaptığı ibâdet) ile birlikte ibâdet yaparsa artık onun hesab (ve cezâs)ı ancak Rabbi nezdinde (görülecek)dir. Hakîkaten gerçek şudur ki; o kâfirler felah bulmayacak (ve onlar korktuklarından aslâ kurtulamayacak ve umduklarına ebediyyen kavuşamayacak)tır.
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ ﴿١١٨
118﴿ (Habîbim! Sen geçmişte ve gelecekte tüm hatâlardan mâsum isen de, ümmetin adına duâ ederek Bana) de ki: “Ey Rabbim! (Ümmetimin günahlarını bağışlayarak) mağfirette bulun ve (onlara) merhamet et. Zâten ancak Sen merhamet edenlerin hayırlısısın.”