YİRMİDÖRDÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Nûr
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 64 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿١﴾
﴾1﴿
(İşte bu size okunan) çok yüce bir sûredir ki, onu Biz indirdik ve onu(n hükümlerinin tatbîkini) farz kıldık, ayrıca onun içerisinde kendileri(nin mânâları) çok açık olan nice âyetler indirdik. Tâ ki siz iyice düşünesiniz (de gereğiyle amel edesiniz)!
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Zinâ eden kadınla, zinâ eden erkek (bülûğa ermiş, akıllı, Müslüman ve hür kimseler iseler, ayrıca evlilik ve birleşme geçirmemişseler); işte o ikisinden her birinin derisine yüz (kamçı) darbe(si) ile vurun. (Fakat etine ve kemiğine zarar verme kastıyla aşırı gitmeyin, baş, yüz, karın ve cinsel organlara vurmaktan da sakının.) O ikisiyle ilgili olarak Allâh’ın dînin(in bir hükmünün tatbîkin)de sizi en ufak bir esirgeme tutmasın. Eğer siz Allâh’a ve o son güne îmân eder olduysanız (kimseye acımayın da, sizden daha merhametli olan yaratıcının hükmünü uygulayın)! Îmân edenlerden bir cemâat de o ikisinin azâbına şâhit olsun (ki, böylece zinâ suçunun kötülüğü teşhîr edilsin ve bu cezâ ibret-i âlem olsun)! Ulemânın beyânı vechile; İslâm bu konuda şâhitlik yapılmasından ve bu cezâların sıkça uygulanmasından yana olmamış bilakis olayın, şâhitleri tarafından gizli-kapalı tutulmasını teşvik etmiştir. Nitekim bu cezâların uygulanması için gereken dört şâhitte îmân, adâlet, erkeklik ve hürriyet gibi vasıfların bulunmasının şart koşulması, ayrıca bu şâhitlerin zinâ suçunun işlendiğini birlikte ve açıkça görmeleri gibi, bir arada bulunması hemen hemen imkânsız olan birçok ağır şartın öne sürülmesi de bunun göstergesidir. Ayrıca recm cezâsının tatbîki için, zinâ eden kadın ve erkekte; bülûğa ermiş olmak, akıllı olmak, hür olmak ve dînen mûteber bir nikâhla cinsî münâsebette bulunmuş olmak gibi şartlar aranması da İslâm’ın bu cezâyı herkese uygulamamak husûsunda ne denli titiz davrandığını ortaya koymaktadır. Lâkin zinâ alenî hâle gelip, âile hayâtını tehlikeye sokacak bir boyut kazandığında, toplum açısından caydırıcı olması ve bu günaha düşenlerin âhirete temiz çıkması gibi nice hikmetlere mebnî olarak dînimiz böyle ağır bir cezânın uygulanmasını gerekli kılmıştır.
اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Zinâ eden erkek; zinâ eden bir kadından ya da şirk koşan bir kadından başkasını nikâhlayamaz. Zinâ eden kadın ise; onu da ancak zinâ eden bir erkek veyâ şirk koşan bir erkek nikâhlayabilir. (Ey Müslümân!) İşte sana! Bu (zinakârlarla evlenmek), îmân eden kimseler üzerine haram kılınmıştır. Zinânın harâmiyeti ittifak konusu ise de, zinakârlarla evlilik İslâm’ın başlangıcında haramken, daha sonra yine bu sûrenin; iffetli-iffetsiz ayrımı yapmadan, bekârların ve dulların evlendirilmesini emreden 32. âyet-i kerîmesiyle neshedilmiştir. Gerçi fâsıklara benzemek, töhmete mâruz kalmak, hakkında kötü konuşmaya sebebiyet vermek gibi birçok nedenle, iffetsiz kadınların nikâhı mekruh sayılmıştır. (et-Teysîr; el-Medârik)
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَدًاۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Ve o kimseler ki, (zinâdan) korunmuş olan o (Müslüman, mükellef, iffetli ve hür) kadınlara (“Fâhişe, zâniye, kötü kadın” gibi iffetsizlik ifâde eden kelimelerle hitap ederek) zinâ suçu atıyorlar, sonra da (iddiâlarını ispât için) dört şâhit getiremediler; işte onların derisine seksen (kamçı) darbe(si) ile vurun ve (hayatları boyunca) ebediyyen onlara âit hiçbir şâhitlik kabûl etmeyin. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ancak (Bize itâattan çıkan) fâsık (damgası yemiş) kimselerin ta kendileridir.
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥﴾
﴾5﴿
(Habîbim!) İşte sana! Lâkin o kimseler müstesnâ ki, bu (iftirâları)ndan sonra (günahlarına pişmân olarak vazgeçmeye azmedip) tevbe etmiştirler ve (iftirâ attıkları kimseler sağ iseler onlardan helâllik dileyerek, ölmüşseler onlar için istiğfâr ederek, bozdukları iş hakkında) ıslahta bulunmuşturlar! (İşte bu durumda onların şâhitliğinin geçersizliği devâm etmekteyse de fâsıklık hükmünden çıkmışlardır.) Çünkü şüphesiz Allâh (tevbe edenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (pişmanlık duyan kullarına çok acıyan bir) Rahîm’dir.
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Yine o kimseler ki (yataklarında başka birini bulup) eşlerine zinâ suçu atmaktadırlar ama onlar(ın ortaya attıkları iddiâyı ispat) için kendilerinden başka şâhitler bulunmamıştır; işte onların her birinin (yapması gereken) şâhitliği “Gerçekten kendisi elbette (bu suçlamada) doğru söyleyen kimselerdendir” diye Allâh (adın)a (yemîn ederek) dört (kere) şâhitlik etmesidir.
وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ ﴿٧﴾
﴾7﴿
Beşinci olan (şâhitlik) ise; eğer o kişi yalan söyleyenlerden olduysa, gerçekten Allâh’ın lâneti kendisinin üzerine olsun (diye li‘ânda ve nefsine bedduâda bulunmasıdır)!
وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ ﴿٨﴾
﴾8﴿
O kadının (yapması gereken şeye gelince) “Şüphesiz o kişinin elbette yalan söyleyenlerden olduğu”na dâir Allâh (adın)a (yemîn ederek) dört şehâdetle şâhitlik etmesi de, o (kadı)ndan o (hapis) azâbı(nı) savuşturur.
وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٩﴾
﴾9﴿
(Kocası tarafından iftirâya mâruz kalan o kadın) beşinci olarak da; eğer o (koca), doğru söyleyenlerden olmuş (da, kendisi zinâ yapmış)sa, Allâh’ın gazabı (ve azâbı) muhakkak o kadının üzerine olsun (diye lânetleşir).
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ حَك۪يمٌ۟ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
Eğer sizin üzerinizde Allâh’ın fazl-u rahmeti(nin tecellîsi, iyilik ve acımasının eseri) bulunmasaydı ve gerçekten Allâh (tevbeleri çokça kabûl eden bir) Tevvâb ve (bu li‘ân hükmü dâhil her hükmü isâbetli bir) Hakîm olmayaydı (elbette günahkârların cezâsını peşînen vererek yalancıyı açığa çıkarır ve sizi rezil ederdi)!