v02.01.25 Geliştirme Notları
Nûr Sûresi
350
Cuz 18
11﴿ Şüphesiz (en sevdiğim kulumun en sevdiği eşi olan Âişe’nin iffeti hakkında) o büyük uydurmayı (meydana) getirmiş olan kimseler (yabancı değil), içinizden (münâfıkların başını çektiği) bir topluluktur. Siz onu kendiniz için (Allâh nezdinde) bir şer sanmayın. Doğrusu o sizin (sevap kazanmanıza sebep olacağı) için büyük bir hayırdır. Onlardan her bir kimse için, günahtan gayretle kazanmış olduğu şey (nispetinde cezâ) vardır. Ama onlar arasından (günahın) büyüğünü üstlenen o (İbnü Übeyy adındaki) kimse (var ya); özellikle onun için çok büyük olan müthiş bir azap vardır. Bu ve peşi sıra gelen on beş âyet-i kerîme “İfk hâdisesi” diye bilinen olay hakkında nâzil olmuştur ki; Âişe (Radıyallâhu Anhâ) başına gelen bu hâdiseyi şöyle anlatmıştır: “Benî Mustalik gazvesinde bir gerdanlığımı kaybettiğim için geri kalmıştım, çok zayıf olduğum için de devemin üzerindeki örtülü yerde bulunmadığım fark edilemediğinden, beni içinde sanarak kāfile yola çıkmış. Kāfilenin arkasını toplamakla görevli olan Safvân isimli şahıs beni görünce devesini çökerterek beni ona bindirdi ve kāfileye yetiştirdi. Bunun üzerine başlarını münâfıkların reisi olan Abdullâh ibnü Übeyy’in çektiği bir topluluk benim hakkımda iftirâlar başlatarak helâk olmuşlar. Medîne’ye vardıktan sonra benim bu iftirâdan haberim yokken hastalanmıştım. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hâlimi hatırımı soruyorduysa da, ondan evvelce görmüş olduğum lütufkâr muâmeleyi göremeyişim dikkatimi çekmişti. Derken bir kere babamın teyzesi olan Ümmü Mistah’ın ayağı kayıp düşünce oğluna bedduâ ederek: ‘Helâk olasıca Mistah!’ dedi. Ben: ‘Niye böyle söylüyorsun?’ diye ona îtirâz edince bana bu iftirâ olayını anlattı ve oğlunun da bu sözleri naklettiğini söyledi. Ben bunu duyunca tamâmen hasta oldum ve annemin babamın yanına gittim. Artık geceleri gözüme uyku girmiyor ve gözyaşım dinmiyordu. Annem ve babam da bu gözyaşlarımın ciğerimi parçalayarak beni öldüreceğine kanâat getirmişlerdi. Böylece uzun bir süre geçtikten sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yanıma gelerek: ‘Ey Hümeyrâ! Sevinebilirsin, şüphesiz ki Allâh senin berâatını indirdi’ deyince ben: ‘Sana (müteşekkir) değil(im), ancak Allâh’a hamdederim’ dedim.” (en-Nesefî, el-Hâzin, el-Beyzâvî, el-Âlûsî; Kıssanın tafsîlâtı için bakınız: el-Buhârî, et-Tefsîr:244, rakam:4473, 4/1774-1778)
12﴿ On(ların konuştuğun)u duyduğunuz zaman, (tek bir can gibi olan) îmânlı erkeklerle îmân eden kadınlar, kendi canları (ve anneleri yerinde olan bir hanımın iffeti) hakkında çok iyi bir şey düşünseydi de: “İşte bu çok açık olan büyük bir yalandır” deselerdi ya!
13﴿ (Habîbim!) O (iftirâyı çıkara)nlar buna karşı dört şâhit getirselerdi ya! Mâdemki şâhitler getiremediler, işte sana! Artık onlar Allâh’ın nezdinde(ki şerîat hükmünde) yalan söyleyenlerin ta kendileridir.
14﴿ Eğer (tevbe etme fırsatı dâhil bunca nîmetler bahşedip afv-u mağfiret buyuran) Allâh’ın fazl-u rahmeti(nin tecellîsi, iyilik ve acımasının eseri) dünyâda ve âhirette sizin üzerinizde bulunmasaydı, içine dalmış olduğunuz (bu yalan ve iftirâ dolu) şey sebebiyle çok korkunç olan büyük bir azap elbette size (şimdiden) dokunmuştu (ki, ona nispetle, kınanma ve sopa yeme cezâları pek hafif kalırdı).
15﴿ O zamanda (size azap dokuncaktı) ki siz (“Şu haberi duydunuz mu?” diye birbirinize sorarak) o (iftirâ konusu)nu dillerinizle (hoş) karşılayıp alıyordunuz ve (doğruluğu) hakkında sizin için hiçbir bilgi bulunmayan (o iftirâ içerikli) şeyi de ağızlarınızla söylüyordunuz. Bir de onu (telaffuz etmeyi sorumluluk getirmeyecek) çok kolay olan bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki o (konuştuğunuz), Allâh nezdinde (azâbı mûcib ve mesûliyeti) çok büyük olan bir şeydi!
16﴿ Ayrıca siz o (iftirâ konusu)nu duyduğunuz zaman (şaşkınlığa kapılarak): “(İnanılacak şey değil! Ey Rabbimiz!) Seni tesbîh ile (tenzîh ederiz)! İşte bunu konuşmamız bizim için (yakışan bir şey) olamaz! İşte bu, hayrete düşüren çok büyük bir yalandır” deseydiniz ya! Âişe, Eflah ve ensârın bâzısından (Radıyallâhu Anhüm) rivâyete göre; Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh)ın hanımı ona: “İnsanların Âişe hakkında konuştuklarını duydun mu?” deyince o: “(Ey Rabbim!) Seni tesbîh ile (tenzîh ederim)! İşte bunu konuşmamız bizim için (yakışan bir şey) olamaz! İşte bu, büyük bir bühtândır. Sen bunu yapar mıydın? Vallâhi Âişe senden daha hayırlı ve daha temizdir” demiş, bu âyet de onun bu sözüne muvâfık olarak inmiştir. (et-Tâberânî, el-Kebîr, rakam:140, 23/76; et-Taberî, 17/217; İbnü Ebî Hâtim, 8/2546; İbnü ‘Asâkir, 16/48-49; Benzeri için bkz: el-Buhârî, rakam:7370, 9/113)
17﴿ (Yaşadığınız sürece) ebediyyen bunun benzerin(i uydurmaya ve dinlemey)e dönmemeniz için Allâh size vaaz etmektedir. Eğer (İslâm’ın hükümlerine) îmân eden kimseler olduysanız (bu nasîhate kulak verin. Çünkü gerçek îmân, iftirâ, gıybet ve dedikodu gibi çirkin işlerden engeller).
18﴿ Yine Allâh size (şerîat hükümlerini ve Müslümanlarla âdâb-ı muâşeret meselelerini beyân eden) bu âyetleri iyice açıklıyor. Zâten Allâh (bütün yarattıklarının küçük büyük tüm hâllerini dolayısıyla Âişe’nin bu işten berâatını hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (tüm yaptıklarını yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir.
19﴿ Şüphesiz o (münâfık) kimseler ki, îmân etmiş olan kimseler içerisinde (zinâ ve iftirâ gibi) o çok çirkin şeylerin (haberinin) yayıl(ıp duyul)masını seviyorlar; özellikle onlar için, dünyâda ve âhirette çok acı verici büyük bir azap vardır. Zâten Allâh (kalplerdeki istek ve kasıtlar dâhil her şeyi hakkıyla) bilmektedir, sizlerse (Allâh-u Te‘âlâ’nın bildiklerini) bilemezsiniz. Kirmânî (Rahimehullâh)dan nakledildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ, kişinin kalbinden geçirdiklerine azap etmeyecekse de azimle ve âdet edinerek kin, hased ve kötü haberlerin yayılmasını arzulayan kişilere bu irâdelerinden dolayı cezâ verecektir. (el-Âlûsî) Bu âyette geçen “Dünyâ azâbı”ndan maksad; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu iftirâya karışan büyük münâfık İbnü Übeyy gibi kimselere uyguladığı seksen sopadan ibâret had cezâsıdır. Âhiretteki azap ise cehennemdir! (el-Medârik, 4/381)
20﴿ Zâten sizin üzerinizde Allâh’ın fazl-u rahmeti(nin tecellîsi, iyilik ve acımasının eseri) bulunmasaydı ve gerçekten Allâh (kullarını çok esirgeyen bir) Raûf ve (ne kadar büyük günah işleseler de, tevbe edenlere acıyıp günahlarını bağışlayan bir) Rahîm olmayaydı (elbette iftirâya uğrayanın berâatını açıklamaz, iftirâ edenleri de peşînen cezâlandırırdı)!
سُورَةُ النُّورِ
الجزء ١٨
٣٥٠
اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿١١
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْرًاۙ وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ ﴿١٢
لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ ﴿١٣
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ ﴿١٤
اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًاۗ وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ ﴿١٥
وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٦
يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَدًا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ ﴿١٧
وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿١٨
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿١٩
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٢٠
Nûr Sûresi
350
Cuz 18
اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿١١
11﴿ Şüphesiz (en sevdiğim kulumun en sevdiği eşi olan Âişe’nin iffeti hakkında) o büyük uydurmayı (meydana) getirmiş olan kimseler (yabancı değil), içinizden (münâfıkların başını çektiği) bir topluluktur. Siz onu kendiniz için (Allâh nezdinde) bir şer sanmayın. Doğrusu o sizin (sevap kazanmanıza sebep olacağı) için büyük bir hayırdır. Onlardan her bir kimse için, günahtan gayretle kazanmış olduğu şey (nispetinde cezâ) vardır. Ama onlar arasından (günahın) büyüğünü üstlenen o (İbnü Übeyy adındaki) kimse (var ya); özellikle onun için çok büyük olan müthiş bir azap vardır. Bu ve peşi sıra gelen on beş âyet-i kerîme “İfk hâdisesi” diye bilinen olay hakkında nâzil olmuştur ki; Âişe (Radıyallâhu Anhâ) başına gelen bu hâdiseyi şöyle anlatmıştır: “Benî Mustalik gazvesinde bir gerdanlığımı kaybettiğim için geri kalmıştım, çok zayıf olduğum için de devemin üzerindeki örtülü yerde bulunmadığım fark edilemediğinden, beni içinde sanarak kāfile yola çıkmış. Kāfilenin arkasını toplamakla görevli olan Safvân isimli şahıs beni görünce devesini çökerterek beni ona bindirdi ve kāfileye yetiştirdi. Bunun üzerine başlarını münâfıkların reisi olan Abdullâh ibnü Übeyy’in çektiği bir topluluk benim hakkımda iftirâlar başlatarak helâk olmuşlar. Medîne’ye vardıktan sonra benim bu iftirâdan haberim yokken hastalanmıştım. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hâlimi hatırımı soruyorduysa da, ondan evvelce görmüş olduğum lütufkâr muâmeleyi göremeyişim dikkatimi çekmişti. Derken bir kere babamın teyzesi olan Ümmü Mistah’ın ayağı kayıp düşünce oğluna bedduâ ederek: ‘Helâk olasıca Mistah!’ dedi. Ben: ‘Niye böyle söylüyorsun?’ diye ona îtirâz edince bana bu iftirâ olayını anlattı ve oğlunun da bu sözleri naklettiğini söyledi. Ben bunu duyunca tamâmen hasta oldum ve annemin babamın yanına gittim. Artık geceleri gözüme uyku girmiyor ve gözyaşım dinmiyordu. Annem ve babam da bu gözyaşlarımın ciğerimi parçalayarak beni öldüreceğine kanâat getirmişlerdi. Böylece uzun bir süre geçtikten sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yanıma gelerek: ‘Ey Hümeyrâ! Sevinebilirsin, şüphesiz ki Allâh senin berâatını indirdi’ deyince ben: ‘Sana (müteşekkir) değil(im), ancak Allâh’a hamdederim’ dedim.” (en-Nesefî, el-Hâzin, el-Beyzâvî, el-Âlûsî; Kıssanın tafsîlâtı için bakınız: el-Buhârî, et-Tefsîr:244, rakam:4473, 4/1774-1778)
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْرًاۙ وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ ﴿١٢
12﴿ On(ların konuştuğun)u duyduğunuz zaman, (tek bir can gibi olan) îmânlı erkeklerle îmân eden kadınlar, kendi canları (ve anneleri yerinde olan bir hanımın iffeti) hakkında çok iyi bir şey düşünseydi de: “İşte bu çok açık olan büyük bir yalandır” deselerdi ya!
لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ ﴿١٣
13﴿ (Habîbim!) O (iftirâyı çıkara)nlar buna karşı dört şâhit getirselerdi ya! Mâdemki şâhitler getiremediler, işte sana! Artık onlar Allâh’ın nezdinde(ki şerîat hükmünde) yalan söyleyenlerin ta kendileridir.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ ﴿١٤
14﴿ Eğer (tevbe etme fırsatı dâhil bunca nîmetler bahşedip afv-u mağfiret buyuran) Allâh’ın fazl-u rahmeti(nin tecellîsi, iyilik ve acımasının eseri) dünyâda ve âhirette sizin üzerinizde bulunmasaydı, içine dalmış olduğunuz (bu yalan ve iftirâ dolu) şey sebebiyle çok korkunç olan büyük bir azap elbette size (şimdiden) dokunmuştu (ki, ona nispetle, kınanma ve sopa yeme cezâları pek hafif kalırdı).
اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًاۗ وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ ﴿١٥
15﴿ O zamanda (size azap dokuncaktı) ki siz (“Şu haberi duydunuz mu?” diye birbirinize sorarak) o (iftirâ konusu)nu dillerinizle (hoş) karşılayıp alıyordunuz ve (doğruluğu) hakkında sizin için hiçbir bilgi bulunmayan (o iftirâ içerikli) şeyi de ağızlarınızla söylüyordunuz. Bir de onu (telaffuz etmeyi sorumluluk getirmeyecek) çok kolay olan bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki o (konuştuğunuz), Allâh nezdinde (azâbı mûcib ve mesûliyeti) çok büyük olan bir şeydi!
وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٦
16﴿ Ayrıca siz o (iftirâ konusu)nu duyduğunuz zaman (şaşkınlığa kapılarak): “(İnanılacak şey değil! Ey Rabbimiz!) Seni tesbîh ile (tenzîh ederiz)! İşte bunu konuşmamız bizim için (yakışan bir şey) olamaz! İşte bu, hayrete düşüren çok büyük bir yalandır” deseydiniz ya! Âişe, Eflah ve ensârın bâzısından (Radıyallâhu Anhüm) rivâyete göre; Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh)ın hanımı ona: “İnsanların Âişe hakkında konuştuklarını duydun mu?” deyince o: “(Ey Rabbim!) Seni tesbîh ile (tenzîh ederim)! İşte bunu konuşmamız bizim için (yakışan bir şey) olamaz! İşte bu, büyük bir bühtândır. Sen bunu yapar mıydın? Vallâhi Âişe senden daha hayırlı ve daha temizdir” demiş, bu âyet de onun bu sözüne muvâfık olarak inmiştir. (et-Tâberânî, el-Kebîr, rakam:140, 23/76; et-Taberî, 17/217; İbnü Ebî Hâtim, 8/2546; İbnü ‘Asâkir, 16/48-49; Benzeri için bkz: el-Buhârî, rakam:7370, 9/113)
يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَدًا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ ﴿١٧
17﴿ (Yaşadığınız sürece) ebediyyen bunun benzerin(i uydurmaya ve dinlemey)e dönmemeniz için Allâh size vaaz etmektedir. Eğer (İslâm’ın hükümlerine) îmân eden kimseler olduysanız (bu nasîhate kulak verin. Çünkü gerçek îmân, iftirâ, gıybet ve dedikodu gibi çirkin işlerden engeller).
وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿١٨
18﴿ Yine Allâh size (şerîat hükümlerini ve Müslümanlarla âdâb-ı muâşeret meselelerini beyân eden) bu âyetleri iyice açıklıyor. Zâten Allâh (bütün yarattıklarının küçük büyük tüm hâllerini dolayısıyla Âişe’nin bu işten berâatını hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (tüm yaptıklarını yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿١٩
19﴿ Şüphesiz o (münâfık) kimseler ki, îmân etmiş olan kimseler içerisinde (zinâ ve iftirâ gibi) o çok çirkin şeylerin (haberinin) yayıl(ıp duyul)masını seviyorlar; özellikle onlar için, dünyâda ve âhirette çok acı verici büyük bir azap vardır. Zâten Allâh (kalplerdeki istek ve kasıtlar dâhil her şeyi hakkıyla) bilmektedir, sizlerse (Allâh-u Te‘âlâ’nın bildiklerini) bilemezsiniz. Kirmânî (Rahimehullâh)dan nakledildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ, kişinin kalbinden geçirdiklerine azap etmeyecekse de azimle ve âdet edinerek kin, hased ve kötü haberlerin yayılmasını arzulayan kişilere bu irâdelerinden dolayı cezâ verecektir. (el-Âlûsî) Bu âyette geçen “Dünyâ azâbı”ndan maksad; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu iftirâya karışan büyük münâfık İbnü Übeyy gibi kimselere uyguladığı seksen sopadan ibâret had cezâsıdır. Âhiretteki azap ise cehennemdir! (el-Medârik, 4/381)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٢٠
20﴿ Zâten sizin üzerinizde Allâh’ın fazl-u rahmeti(nin tecellîsi, iyilik ve acımasının eseri) bulunmasaydı ve gerçekten Allâh (kullarını çok esirgeyen bir) Raûf ve (ne kadar büyük günah işleseler de, tevbe edenlere acıyıp günahlarını bağışlayan bir) Rahîm olmayaydı (elbette iftirâya uğrayanın berâatını açıklamaz, iftirâ edenleri de peşînen cezâlandırırdı)!