HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالنُّورِ  ٣٥٠ 
الجزء ١٨

اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿ ١١ ﴾ لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْرًاۙ وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ ﴿ ١٢ ﴾ لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ ﴿ ١٣ ﴾ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ ﴿ ١٤ ﴾ اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًاۗ وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ ﴿ ١٥ ﴾ وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ ﴿ ١٦ ﴾ يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَدًا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ ﴿ ١٧ ﴾ وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿ ١٨ ﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿ ١٩ ﴾ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿ ٢٠ ﴾

سُورَةُالنُّورِ  ٣٥٠ 
الجزء ١٨
Nûr Sûresi  350 
Cüz  18

11  Şüphesiz (sevgilimin sevgilisi olan Âişe’nin iffeti hakkında) o büyük uydurmayı (meydana) getirmiş olan kimseler, içinizden (münafıkların başını çektiği, onla kırk arası) bir topluluktur. Siz onu kendiniz için (Allâh katında) bir şer sanmayın. Doğrusu o sizin (sevap kazanmanıza sebep olacağı) için büyük bir hayırdır. Onlardan her bir kimse için, günahtan kazanmış olduğu şey (nispetinde ceza) vardır. Ama onlar arasından (günahın) büyüğünü üstlenen o (ibni Übeyy adındaki) kimse; özellikle onun için pek büyük bir azap vardır.
Bu ve peşi sıra gelen on beş âyet-i kerîme "İfk hâdisesi" diye bilinen olay hakkında nâzil olmuştur ki; Âişe (Radıyallâhu anhâ) bu hâdiseşöyle anlatmıştır: "Benî Mustalik gazvesinde bir gerdanlığımı kaybettiğim için geri kalmıştım, çok zayıf olduğum için de devemin üzerindeki kapalı yerde bulunmadığım fark edilmediğinden, beni içinde sanarak kafile yola çıkmış. Kafilenin arkasını toplamakla görevli olan Safvân isimli şahıs beni görünce devesini çökerterek beni bindirdi ve kafileye yetiştirdi. Bunun üzerine başlarını münafıkların reisi olan Abdullah ibni Übeyy`in çektiği bir topluluk, benim hakkımda iftiralar başlatarak helâk olmuşlar. O sıra ben hiçbir şeyden haberim olmadığı halde hastalanmıştım. Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhş ve Sellem) halimi hatırımı soruyorduysa da, ondan, evvelce görmüş olduğum lütufkâr muâmeleyi göremeyişim dikkatimi çekmişti. Derken bir kere babamın teyzesi olan Ümm-ü Mistah`ın ayağı kayıp düşünce oğluna bed dua ederek: 'Helâk olasıca Mistah!' dedi. Ben: 'Niye böyle söylüyorsun?' diyerek ona itiraz edince bana bu iftira olayını anlattı ve oğlunun da bu işe gülerek de olsa katıldığını söyledi. Ben bunu duyunca tamamen hasta oldum. Annemin babamin yanına gittim. Artık geceleri gözüme uyku girmiyor ve gözyaşım dinmiyordu. Annem ve babam da bu gözyaşlarımın ciğerimi parçalayarak beni öldüreceğine kanaat getirmişlerdi. Böylece uzun bir süre geçtikten sonra Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yanıma gelerek: 'Ey Hümeyrâ! Sevinebilirsin, şüphesiz ki Allâh senin beraatini indirmiştir!' deyince: 'Sana değil, Allâh`a hamdolsun!' dedim." (Nesefî, Hâzin, Beyzâvî, Âlûsî; kıssanın tafsilatı için bakınız: Buhârî, Tefsîr: 244, no:4473, 4/1774-1778)

12  On(ların konuştuğun)u duyduğunuz zaman, (tek bir can gibi olan) imanlı erkeklerle inanan ka dınlar, kendi canları (ve anneleri yerinde olan bir hanım) hakkında bir hayır (ve iffet) düşünseydi de: “İşte bu pek açık bir yalandır!” deselerdi ya!

13  O (iftirayı çıkara)nlar buna dâir dört şâhit getirselerdi ya! Şâhitler getiremediklerine göre, işte onlar Allâh katında(ki şerî`at hükmünde) yalancıların ta kendileridirler.

14  Eğer dünyada (tevbe etme fırsatı dâhil bunca nimetler bahşeden) ve âhirette (afv u mağfiret buyu ran) Allâh’ın fazl u rahmeti (iyilik ve acımasının eseri) sizin üzerinizde bulunmasaydı, içine dalmış ol duğunuz (bu yalan ve iftira dolu) şey sebebiyle çok büyük bir azap elbette size (şimdiden) dokunmuş olurdu (ki, ona nispetle, kınanma ve sopa yeme ceza ları pek hafif kalırdı).

15  Ne zamanki siz (“Şu haberi duydunuz mu?” diye birbirine sorarak) onu dillerinizle karşılayıp alıyor dunuz ve (doğruluğu) hakkında sizin için hiçbir bilgi bulunmayan şeyi de ağızlarınızla söylüyordunuz. Bir de onu (sorumluluk getirmeyecek) pek kolay bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki o, Allâh indinde pek büyük (azâbı gerektiren bir söz)dü!

16  Onu duyduğunuzda (şaşkınlığa kapılarak): “(İnanılacak şey değil! Ey Rabbim!) Tesbîh (ve tenzîh) Sana!İşte bunu konuşmamız bizim için (yakışan bir şey) olamaz! İşte bu, hayrete düşürecek derecede pek büyük bir yalandır!” deseydiniz ya! Rivayete göre; Ebâ Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu anh) ın hanımı ona: “İnsanların Âişe hakkında konuştuklarını duydun mu?” de yince o: “Ey Allâh! Tenzîh Sana! İşte bu büyük bir bühtandır!” demiş, bu âyet de onun bu sözüne muvâfık olarak inmiştir. (Hâzin)

17  (Yaşadığınız sürece) ebediyyen bunun benze rin(i uydurmaya ve dinlemey)e dönmemeniz için Allâh size vaaz etmektedir. Eğer (İslâm’a) inanan kimseler olduysanız (bu nasihate kulak verin. Çünkü gerçek iman, iftira, gıybet ve dedikodu gibi çirkin iş lerden engeller)!

18  Allâh size (şerî`at hükümlerini ve Müs lümanlar la âdâb-ı muâşeret meselelerini beyan eden) âyetleri iyice açıklamaktadır. Allâh (, yaratıklarının küçük büyük tüm hallerini, dolayısıyla Âişe’nin berâatini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (tüm yaptıklarını yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir.

19  O kimseler ki, iman etmiş olan kimseler içerisinde (zina ve iftira gibi) o pek çirkin hasletlerin(haberinin) yayıl(ıp duyul)masını istemektedirler; gerçekten de onlar için, dünyada ve âhirette çok acı verici büyük bir azap vardır. (Nitekim onlardan bir kısmı dünyada çolaklık, körlük ve had cezasına çarpılma gibi belalara uğramışlardır. Âhiretteki yerleri ise cehennemdir!) Allâh (kalplerdeki istek ve kasıtlar dâhil her şeyi hakkıyla) bilmektedir, sizlerse (Allâh-u Te`âlâ’nın bildiklerini)bilmemektesiniz.
Demek ki Allâh-u Te`âlâ, kişinin azimle kalbinden geçirdiği kin, haset ve kötü haberlerin yayılmasını arzulama gibi şeylerden dolayı ona ceza verebilir, ama bizler arzu ve istekleri sorgulamaya kalkamayız, ancak gördüğümüze göre davranırız!

20  Eğer Allâh’ın fazl u rahmeti (iyiliği ve acıması) sizin üzerinizde olmasaydı ve gerçektenAllâh (kul larını çok esirgeyen bir) Raûf ve (ne kadarbüyük gü nah işleseler de, tevbe edenlere acıyıp günahlarını ba ğışlayan bir) Rahîm olmayaydı (iftiraya uğrayanın berâatini açıklamaz, iftira edenleri de peşinen ceza landırırdı)!

Nûr Sûresi  350 
Cüz  18
cihanyamaneren