v02.01.25 Geliştirme Notları
Nûr Sûresi
351
Cuz 18
21﴿ Ey (Allâh’ın dostluğuna ve şeytanın sizin düşmanınız olduğuna) îmân etmiş olan o kimseler! (İftirâlara kulak verip, onların yayılmasını arzulama husûsunda) şeytanın yollarına tâbi olmayın. Çünkü her kim şeytanın adımlarına uyarsa, gerçekten de o (şeytan), dâimâ o (gıybet, dedikodu ve iftirâ gibi) çok çirkin olan şeyleri ve (şerîat tarafından kabûl görmeyen) münkeri emreder (ve vesvesesine kulak vereni helâke sürükler). Zâten sizin üzerinizde Allâh’ın fazl-u rahmeti(nin tecellîsi, iyilik ve acımasının eseri) bulunmasaydı (ve O size, günahları sildiren tevbeyi nasip etmeyip, kötülüklere keffâret olacak had cezâlarını meşrû kılmayaydı), içinizden hiçbiri (hayâtı boyunca) ebediyyen (günah kirlerinden) temizlenemezdi. Lâkin Allâh ise murâd ettiği kimseyi (rahmet ve mağfiretiyle tüm kirlerden) tertemiz kılar. Bir de Allâh (bütün kullarının açıkladıkları tevbe dâhil tüm sözlerini hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (niyetler dâhil olmak üzere tüm mâlûmâtı lâyıkı vechile bilen bir) Alîm’dir.
22﴿ Ayrıca içinizden (Ebû Bekr-i Sıddîk gibi, dinde) fazîlet ve (malda) genişlik sâhibi olan kimseler, akrabâlık sâhiplerine, yoksullara ve Allâh yolunda hicret etmiş kimselere (yardım) vermeyeceklerine dâir yemîn etmesin. Böylece onlar afv etsinler ve (görmezden gelerek, cezâ vermekten) yüz çevirsinler. (İnsanlar hakkında yaptığınız, kötülüğe karşı iyilik muâmelesine karşılık) Allâh’ın (da) sizin için (günahlarınızı bağışlayarak) mağfirette bulunmasını sevmez misiniz?! Zâten Allâh (sonsuz gücüne rağmen, kullarının hatâlarını örten bir) Ğafûr’dur, (kendilerine çok acıyan bir) Rahîm’dir. (O hâlde siz de O’nun ahlâkını takınarak size yanlış yapanları afv edin.) Bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir, şöyle ki kendisi; kızı Âişe (Radıyallâhu Anhâ) hakkındaki iftirâları dinleyip naklederek günah işleyen, fakat yoksul olan, teyzesinin oğlu olduğu için sıla-i rahim hakkı bulunan Mistah (Radıyallâhu Anh)a vermekte olduğu yardımı keseceğine dâir yemîn etti. Fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu âyet-i kerîmeyi kendisine okuduğunda, “Tabî ki Allâh’ın beni afv etmesini isterim!” diyerek yemîn keffâreti verip Mistah (Radıyallâhu Anh)a verdiği yardımı sürdürdü. Çünkü Mistah (Radıyallâhu Anh) iftirâları dinlemekle hatâ etmişse de hiçbir zaman iftirâlara katılmamıştı. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
23﴿ O kimseler ki, (zinâdan korunmuş olan Müslüman, nâmuslu, mükellef) iffetli ve (suçlandıkları şeyden) habersiz olan îmânlı kadınlara zinâ suçu atmaktadırlar; gerçekten onlar (tevbe etmedikleri sürece) dünyâda ve âhirette lânetlenmiştirler ve özellikle onlar için çok büyük bir azap vardır.
24﴿ Sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (iftirâ gibi) şeylere dâir dillerinin, ellerinin ve ayaklarının (konuşturulup) kendileri aleyhinde şâhitlik edeceği gün!
25﴿ İşte o gün Allâh onlara (kendileri için) hak (ve müstehak) olan cezâlarını tastamam verecektir, böylece onlar da bileceklerdir ki gerçekten Allâh (var ya); ancak O (varlığı ve birliği) çok açık olan (ve ilâhlığı) Hakk (ve âşikâr olan Zât)ın ta kendisidir. Allâh-u Te‘âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir günahın tehdîdi hakkında Âişe (Radıyallâhu Anhâ)ya iftirâ edenleri tehdit mâhiyetinde kullandığı ağır ifâdelerin bir benzerini zikretmemiştir. Bu yüzden İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ): “Kim bir günah işlemiş de sonra tevbe etmişse, tevbesi kabûl edilmiştir, ancak Âişe (Radıyallâhu Anhâ) hakkındaki iftirâya karışan münâfıklar müstesnâ” demiştir. (el-Medârik)
26﴿ (Zinâ yapan) o kötü kadınlar, (zinâ yapan) o kötü erkekler için (uygun düşmekte)dir, (zinâ yapan) o kötü erkekler de, (zinâ yapan) o kötü kadınlar için (uygun düşmekte)dir, o (iffetli) temiz kadınlar da, o (iffetli) temiz erkekler için (uygun düşmekte)dir, o (iffetli) temiz erkekler de, o (iffetli) temiz kadınlar için (uygun düşmekte)dir. İşte sana! O (temizlerin temizi olan Habîbimin nikâhı altında buluna)nlar, bu (münâfık ola)nların söylemekte oldukları şeylerden tamâmen berî (ve uzak) tutulmuş kimselerdir. Özellikle onlar(ın beşeriyet gereği kaçınamadıkları günahları) için büyük bir mağfiret ve (kendileri için cennet nîmetleri gibi) çok değerli olan yüce bir rızık vardır. Tefsirlerde zikredildiği üzere; Allâh-u Te‘âlâ beşikteki çocuğu konuşturarak Yûsuf (Aleyhisselâm)ın berâatını, elbiseleri kaçıran taşı konuşturarak Mûsâ (Aleyhisselâm)ın berâatını, beşikte olan çocuğu Îsâ (Aleyhisselâm)ı konuşturarak da Meryem (Aleyhesselâm)ın berâatını açıklamıştır. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)nın berâatını ise kıyâmete kadar okunacak mûcize olma ünvânına sâhip tek Kitâb’ı olan Kur’ân-ı Kerîm’inde bu kadar çok âyetle ve bu kadar tekitli ifâdelerle ortaya koymuştur ki, bu da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in makāmının yüceliğini gösteren büyük bir delildir. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)nın, kendisinden başka hiçbir kimseye nasip olmayan bâzı şeylerle iftihâr ettiği rivâyet edilmiştir ki bunları şöyle zikredebiliriz: O daha çocukken Cibrîl (Aleyhisselâm) bir ipek kumaş parçasında onun resmini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e göstererek: “İşte bu senin zevcendir” demiştir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) eşleri içerisinde bâkire olarak sâdece onunla evlenmiştir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun gününde ve onun kucağında vefât etmiş ve onun evine defnedilmiştir. Sâdece onun yatağındayken vahiy gelmeye devâm etmiştir. Berâatı gökten inmiştir. Bir de o, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in halîfesi olan Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın, Sıddîka olan kerîmesidir ve bu âyetle ona büyük bir mağfiret ve çok hoş rızıklar vaad edilmiştir. (el-Hâzin, en-Nesefî, el-Beyzâvî -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 4/385)
27﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Kendi (oturduğunuz) evlerinizden başka birtakım evlere, siz (sâhiplerinden) izin alıncaya ve siz onların ehline selâm verinceye dek girmeyin. İşte size bu (şekilde selâm verip izin istemek câhiliyet devrindeki gibi ansızın girmekten) sizin için çok hayırlıdır. Tâ ki siz iyice düşün(üp gereğiyle amel ed)esiniz (diye bu üstün ahlâka irşâd olundunuz)!
سُورَةُ النُّورِ
الجزء ١٨
٣٥١
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ وَمَنْ يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَدًاۙ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢١
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٢٢
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿٢٣
يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٤
يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ ﴿٢٥
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ۟ ﴿٢٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتّٰى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٢٧
Nûr Sûresi
351
Cuz 18
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ وَمَنْ يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَدًاۙ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢١
21﴿ Ey (Allâh’ın dostluğuna ve şeytanın sizin düşmanınız olduğuna) îmân etmiş olan o kimseler! (İftirâlara kulak verip, onların yayılmasını arzulama husûsunda) şeytanın yollarına tâbi olmayın. Çünkü her kim şeytanın adımlarına uyarsa, gerçekten de o (şeytan), dâimâ o (gıybet, dedikodu ve iftirâ gibi) çok çirkin olan şeyleri ve (şerîat tarafından kabûl görmeyen) münkeri emreder (ve vesvesesine kulak vereni helâke sürükler). Zâten sizin üzerinizde Allâh’ın fazl-u rahmeti(nin tecellîsi, iyilik ve acımasının eseri) bulunmasaydı (ve O size, günahları sildiren tevbeyi nasip etmeyip, kötülüklere keffâret olacak had cezâlarını meşrû kılmayaydı), içinizden hiçbiri (hayâtı boyunca) ebediyyen (günah kirlerinden) temizlenemezdi. Lâkin Allâh ise murâd ettiği kimseyi (rahmet ve mağfiretiyle tüm kirlerden) tertemiz kılar. Bir de Allâh (bütün kullarının açıkladıkları tevbe dâhil tüm sözlerini hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (niyetler dâhil olmak üzere tüm mâlûmâtı lâyıkı vechile bilen bir) Alîm’dir.
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٢٢
22﴿ Ayrıca içinizden (Ebû Bekr-i Sıddîk gibi, dinde) fazîlet ve (malda) genişlik sâhibi olan kimseler, akrabâlık sâhiplerine, yoksullara ve Allâh yolunda hicret etmiş kimselere (yardım) vermeyeceklerine dâir yemîn etmesin. Böylece onlar afv etsinler ve (görmezden gelerek, cezâ vermekten) yüz çevirsinler. (İnsanlar hakkında yaptığınız, kötülüğe karşı iyilik muâmelesine karşılık) Allâh’ın (da) sizin için (günahlarınızı bağışlayarak) mağfirette bulunmasını sevmez misiniz?! Zâten Allâh (sonsuz gücüne rağmen, kullarının hatâlarını örten bir) Ğafûr’dur, (kendilerine çok acıyan bir) Rahîm’dir. (O hâlde siz de O’nun ahlâkını takınarak size yanlış yapanları afv edin.) Bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir, şöyle ki kendisi; kızı Âişe (Radıyallâhu Anhâ) hakkındaki iftirâları dinleyip naklederek günah işleyen, fakat yoksul olan, teyzesinin oğlu olduğu için sıla-i rahim hakkı bulunan Mistah (Radıyallâhu Anh)a vermekte olduğu yardımı keseceğine dâir yemîn etti. Fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu âyet-i kerîmeyi kendisine okuduğunda, “Tabî ki Allâh’ın beni afv etmesini isterim!” diyerek yemîn keffâreti verip Mistah (Radıyallâhu Anh)a verdiği yardımı sürdürdü. Çünkü Mistah (Radıyallâhu Anh) iftirâları dinlemekle hatâ etmişse de hiçbir zaman iftirâlara katılmamıştı. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿٢٣
23﴿ O kimseler ki, (zinâdan korunmuş olan Müslüman, nâmuslu, mükellef) iffetli ve (suçlandıkları şeyden) habersiz olan îmânlı kadınlara zinâ suçu atmaktadırlar; gerçekten onlar (tevbe etmedikleri sürece) dünyâda ve âhirette lânetlenmiştirler ve özellikle onlar için çok büyük bir azap vardır.
يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٤
24﴿ Sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (iftirâ gibi) şeylere dâir dillerinin, ellerinin ve ayaklarının (konuşturulup) kendileri aleyhinde şâhitlik edeceği gün!
يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ ﴿٢٥
25﴿ İşte o gün Allâh onlara (kendileri için) hak (ve müstehak) olan cezâlarını tastamam verecektir, böylece onlar da bileceklerdir ki gerçekten Allâh (var ya); ancak O (varlığı ve birliği) çok açık olan (ve ilâhlığı) Hakk (ve âşikâr olan Zât)ın ta kendisidir. Allâh-u Te‘âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir günahın tehdîdi hakkında Âişe (Radıyallâhu Anhâ)ya iftirâ edenleri tehdit mâhiyetinde kullandığı ağır ifâdelerin bir benzerini zikretmemiştir. Bu yüzden İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ): “Kim bir günah işlemiş de sonra tevbe etmişse, tevbesi kabûl edilmiştir, ancak Âişe (Radıyallâhu Anhâ) hakkındaki iftirâya karışan münâfıklar müstesnâ” demiştir. (el-Medârik)
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ۟ ﴿٢٦
26﴿ (Zinâ yapan) o kötü kadınlar, (zinâ yapan) o kötü erkekler için (uygun düşmekte)dir, (zinâ yapan) o kötü erkekler de, (zinâ yapan) o kötü kadınlar için (uygun düşmekte)dir, o (iffetli) temiz kadınlar da, o (iffetli) temiz erkekler için (uygun düşmekte)dir, o (iffetli) temiz erkekler de, o (iffetli) temiz kadınlar için (uygun düşmekte)dir. İşte sana! O (temizlerin temizi olan Habîbimin nikâhı altında buluna)nlar, bu (münâfık ola)nların söylemekte oldukları şeylerden tamâmen berî (ve uzak) tutulmuş kimselerdir. Özellikle onlar(ın beşeriyet gereği kaçınamadıkları günahları) için büyük bir mağfiret ve (kendileri için cennet nîmetleri gibi) çok değerli olan yüce bir rızık vardır. Tefsirlerde zikredildiği üzere; Allâh-u Te‘âlâ beşikteki çocuğu konuşturarak Yûsuf (Aleyhisselâm)ın berâatını, elbiseleri kaçıran taşı konuşturarak Mûsâ (Aleyhisselâm)ın berâatını, beşikte olan çocuğu Îsâ (Aleyhisselâm)ı konuşturarak da Meryem (Aleyhesselâm)ın berâatını açıklamıştır. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)nın berâatını ise kıyâmete kadar okunacak mûcize olma ünvânına sâhip tek Kitâb’ı olan Kur’ân-ı Kerîm’inde bu kadar çok âyetle ve bu kadar tekitli ifâdelerle ortaya koymuştur ki, bu da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in makāmının yüceliğini gösteren büyük bir delildir. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)nın, kendisinden başka hiçbir kimseye nasip olmayan bâzı şeylerle iftihâr ettiği rivâyet edilmiştir ki bunları şöyle zikredebiliriz: O daha çocukken Cibrîl (Aleyhisselâm) bir ipek kumaş parçasında onun resmini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e göstererek: “İşte bu senin zevcendir” demiştir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) eşleri içerisinde bâkire olarak sâdece onunla evlenmiştir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun gününde ve onun kucağında vefât etmiş ve onun evine defnedilmiştir. Sâdece onun yatağındayken vahiy gelmeye devâm etmiştir. Berâatı gökten inmiştir. Bir de o, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in halîfesi olan Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın, Sıddîka olan kerîmesidir ve bu âyetle ona büyük bir mağfiret ve çok hoş rızıklar vaad edilmiştir. (el-Hâzin, en-Nesefî, el-Beyzâvî -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 4/385)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتّٰى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٢٧
27﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Kendi (oturduğunuz) evlerinizden başka birtakım evlere, siz (sâhiplerinden) izin alıncaya ve siz onların ehline selâm verinceye dek girmeyin. İşte size bu (şekilde selâm verip izin istemek câhiliyet devrindeki gibi ansızın girmekten) sizin için çok hayırlıdır. Tâ ki siz iyice düşün(üp gereğiyle amel ed)esiniz (diye bu üstün ahlâka irşâd olundunuz)!