v02.01.25 Geliştirme Notları
Nûr Sûresi
353
Cuz 18
32﴿ (Ey müminler!) Yine siz içinizden bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden (îmân ve takvâ sâhibi olan) sâlih kişileri evlendirin. Eğer onlar fakir kimseler olduysalar (sırf fakirliklerinden dolayı nikâhlarına mânî olmayın, çünkü) Allâh onları fazlından (vereceği yeterli rızık ve kanaatle) zengin edecektir. Zâten Allâh (mahlûkātını rızıklandırmakla nîmetleri tükenmeyecek derecede geniş imkâna sâhip olan bir) Vâsi‘dir, (hikmeti gereği kimin rızkını genişletip kimin rızkını daraltacağını çok iyi bilen bir) Alîm’dir. Bu evlendirme emri; nedb için olup, bekârları ve dulları evlendirme gibi hayırlı bir amele velîleri ve yetkilileri teşvik eder mâhiyettedir ve bu işin Allâh nezdinde sevilen müstehab bir iş olduğunu beyân etmektedir. Zîrâ her emir lafzı, vücûb (ve farziyet) ifâde etmez!
33﴿ Ayrıca evlenmeyi (kolaylaştıracak sebepleri) bulamayan o (fakir) kişiler, Allâh kendilerini fazlı (keremi ve lütfu)ndan zengin (edip, mehir verme ve ev geçindirme imkânına sâhip) edinceye kadar (zinâya düşmemek için) iffetli olmaya çalışsın! Bir de (köle ve câriye olarak) sağ ellerinizin sâhip olduğu o kimseler ki, (belli bir bedel ödeme karşılığında hürriyetlerine kavuşabilmeleri için sizinle) yazışma talep etmektedirler; eğer onlarda (söz verdikleri bedeli kazanma kābiliyeti, ahde vefâ, güvenilirlik ve dindarlık gibi) bir hayır bildiyseniz artık onlarla yazışın ve Allâh’ın size vermiş olduğu malından onlara (zekâtınızı) verin. (Câriyelerinizin zinâ yapmasına hiçbir zaman göz yummayın, hele de) kendileri (zinâdan) tam bir korunma istediyseler, (fuhuştan para kazanmak sûretiyle) o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın) malını arayasınız diye (hiçbir kölenizi, özellikle) genç câriyelerinizi zinâya zorlamayın! Her kim onları (zinâya) zorlarsa, şüphesiz Allâh onların zorlanmalarının ardından (o günaha zorlanan câriyeleri de, tevbe etmeleri durumunda sâhiplerini de çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kendilerine son derece acıyan bir) Rahîm’dir.
34﴿ Andolsun ki; elbette Biz size (bu sûrede; hükümler, edepler ve had cezâlarıyla ilgili) gerçekten kendileri(nin mânâları) çok açık olan nice âyetler /kendileri (size lâzım olan her şey hakkında) iyice açıklayıcı olan nice âyetler/ ve sizden önce geçmiş olan (Yûsuf ve Meryem gibi iftirâya uğrayan)lar(ın yaşadıkları ilginç kıssalar)dan bir benzeri(ne sahne) olan (Âişe’nin ibret destanı ve) acâyip kıssa(sını), takvâ sâhipleri için de (İslâm’ın hükümlerini tatbik ederken kimseye acımamaları ve iftirâlara aldanmamalarına dâir) büyük bir (öğüt ve) vaaz indirdik.
35﴿ Allâh gökleri (güneş, ay, yıldızlar ve meleklerle) ve yeri (peygamberlerle maddî ve mânevî olarak) nurlandırıcıdır. O’nun nurlandırmasının acâyip vasfı; içerisinde büyük ve parlak bir kandil bulunan ve penceresiz (olduğu için ışığı iyice koruyan) bir oyuk gibidir ki, o kandil parlak ve berrak bir cam içerisindedir. O parlak ve berrak cam ise sanki kendisi inci gibi pâk ve parlak bir yıldızdır ki; (içinde bulunan fitil) doğuya da âit olmayan, batıya da nispet edilemeyen (dolayısıyla onun en güzel türü ara sıra güneş almayıp gün boyu güneşe mâruz kalan Ortadoğu bölgesinin bereketli topraklarında yetişen çok faydalı) ve bereketli kılınmış bir ağaç olan zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulmaktadır. Onun yağı (o kadar parlaktır ki), kendisine hiçbir ateş değmemiş olsa bile, (ziyâdâr olmaya o kadar) yakın olur ki (neredeyse kendi başına ortalığı) aydınlatacaktır. (İşte Hakk Te‘âlâ’nın nurlandırmasına misal olarak açıklanan bu nur) büyük bir nur üzerine (katlanan) çok büyük bir nurdur. Allâh dilediği kimseleri nurlandırmasına eriştirir. Böylece Allâh insanlar(ın ibret alması) için (anlayabilecekleri şekilde) bu misalleri açıklamaktadır. Zâten Allâh (görünen-görünmeyen, gizli-açık) her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. Buradaki teşbihlerin tefsirlerde birçok îzâh şekli varsa da bâzı ulemânın beyânına göre; İlâhî irşâd, tereddüde mahal bırakmayacak şekilde sağladığı yakînî inanç bakımından, ışığı koruyup dağılmasını önleyerek güçlendirmek üzere duvarda bulunan penceresiz bir oyuk ile temsil edilmiş; Kur’ân’ın değiştirilmekten korunması, kandilin orada sönmeyerek korunmasına benzetilmiş; İslâm’ın hidâyeti ise, gerçekleri ortaya koyma bakımından, yanan kandil ile tasvir edilmiştir. Ayrıca zaman aşımıyla şüphelere mâruz kalmaması cihetinden, şeffaf bir cam ile örneklendirilmiş; Kur’ân ve Sünnet’in temsil ettiği vahiy, irşâd delillerinin kaynağı olması bakımından mübârek bir ağaca teşbih edilmiş; İslâm’ın müsâmahakârlığı ve kolaylığı ise, o ağacın yetiştiği ılıman iklim ile temsil edilmiş; dînî irşatların kıyâmete kadar yenilenerek devâmı da fitilin devamlı tutuşturulması ile beyân edilmiştir. Yine böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Kur’ân hükümlerini ümmetine açıklaması, sürüldüğü yeri parlatan hâlis zeytinyağı ile vasfedilmiş; o hükümlerin bir öğreticiye ihtiyaç olmaksızın neredeyse kendiliğinden anlaşılacak derecede âşikâr oluşu da, o yağın ateş değmeden de kendi kendine aydınlatacak derecede parlaklık vasfı ile tasvir edilmiş; asırlar boyu din âlimlerinin ictihâdının önemi ise o kandilin ağaçta yetişen zeytinden çıkarılan yağdan tutuşturulması ile temsil edilmiştir.
36﴿ Yüksek yapılmasına /yüksek (ve değerli) tutulmasına/ ve içerlerinde Kendi isminin zikredilmesine (adının anılmasına) Allâh’ın (emir ve) izin vermiş olduğu o çok değerli evler (olan mescidler)de gündüzün başlarında ve zevâlden sonra(ki zaman)larda (sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılarak) onların içerisinde sürekli O’nu tesbîh (ve tenzîh) eder.
سُورَةُ النُّورِ
الجزء ١٨
٣٥٣
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ اِنْ يَكُونُوا فُقَرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٣٢
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْرًاۗ وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣٣
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلًا مِنَ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ۟ ﴿٣٤
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ ﴿٣٥
ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ ﴿٣٦
Nûr Sûresi
353
Cuz 18
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ اِنْ يَكُونُوا فُقَرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٣٢
32﴿ (Ey müminler!) Yine siz içinizden bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden (îmân ve takvâ sâhibi olan) sâlih kişileri evlendirin. Eğer onlar fakir kimseler olduysalar (sırf fakirliklerinden dolayı nikâhlarına mânî olmayın, çünkü) Allâh onları fazlından (vereceği yeterli rızık ve kanaatle) zengin edecektir. Zâten Allâh (mahlûkātını rızıklandırmakla nîmetleri tükenmeyecek derecede geniş imkâna sâhip olan bir) Vâsi‘dir, (hikmeti gereği kimin rızkını genişletip kimin rızkını daraltacağını çok iyi bilen bir) Alîm’dir. Bu evlendirme emri; nedb için olup, bekârları ve dulları evlendirme gibi hayırlı bir amele velîleri ve yetkilileri teşvik eder mâhiyettedir ve bu işin Allâh nezdinde sevilen müstehab bir iş olduğunu beyân etmektedir. Zîrâ her emir lafzı, vücûb (ve farziyet) ifâde etmez!
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْرًاۗ وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣٣
33﴿ Ayrıca evlenmeyi (kolaylaştıracak sebepleri) bulamayan o (fakir) kişiler, Allâh kendilerini fazlı (keremi ve lütfu)ndan zengin (edip, mehir verme ve ev geçindirme imkânına sâhip) edinceye kadar (zinâya düşmemek için) iffetli olmaya çalışsın! Bir de (köle ve câriye olarak) sağ ellerinizin sâhip olduğu o kimseler ki, (belli bir bedel ödeme karşılığında hürriyetlerine kavuşabilmeleri için sizinle) yazışma talep etmektedirler; eğer onlarda (söz verdikleri bedeli kazanma kābiliyeti, ahde vefâ, güvenilirlik ve dindarlık gibi) bir hayır bildiyseniz artık onlarla yazışın ve Allâh’ın size vermiş olduğu malından onlara (zekâtınızı) verin. (Câriyelerinizin zinâ yapmasına hiçbir zaman göz yummayın, hele de) kendileri (zinâdan) tam bir korunma istediyseler, (fuhuştan para kazanmak sûretiyle) o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın) malını arayasınız diye (hiçbir kölenizi, özellikle) genç câriyelerinizi zinâya zorlamayın! Her kim onları (zinâya) zorlarsa, şüphesiz Allâh onların zorlanmalarının ardından (o günaha zorlanan câriyeleri de, tevbe etmeleri durumunda sâhiplerini de çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kendilerine son derece acıyan bir) Rahîm’dir.
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلًا مِنَ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ۟ ﴿٣٤
34﴿ Andolsun ki; elbette Biz size (bu sûrede; hükümler, edepler ve had cezâlarıyla ilgili) gerçekten kendileri(nin mânâları) çok açık olan nice âyetler /kendileri (size lâzım olan her şey hakkında) iyice açıklayıcı olan nice âyetler/ ve sizden önce geçmiş olan (Yûsuf ve Meryem gibi iftirâya uğrayan)lar(ın yaşadıkları ilginç kıssalar)dan bir benzeri(ne sahne) olan (Âişe’nin ibret destanı ve) acâyip kıssa(sını), takvâ sâhipleri için de (İslâm’ın hükümlerini tatbik ederken kimseye acımamaları ve iftirâlara aldanmamalarına dâir) büyük bir (öğüt ve) vaaz indirdik.
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ ﴿٣٥
35﴿ Allâh gökleri (güneş, ay, yıldızlar ve meleklerle) ve yeri (peygamberlerle maddî ve mânevî olarak) nurlandırıcıdır. O’nun nurlandırmasının acâyip vasfı; içerisinde büyük ve parlak bir kandil bulunan ve penceresiz (olduğu için ışığı iyice koruyan) bir oyuk gibidir ki, o kandil parlak ve berrak bir cam içerisindedir. O parlak ve berrak cam ise sanki kendisi inci gibi pâk ve parlak bir yıldızdır ki; (içinde bulunan fitil) doğuya da âit olmayan, batıya da nispet edilemeyen (dolayısıyla onun en güzel türü ara sıra güneş almayıp gün boyu güneşe mâruz kalan Ortadoğu bölgesinin bereketli topraklarında yetişen çok faydalı) ve bereketli kılınmış bir ağaç olan zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulmaktadır. Onun yağı (o kadar parlaktır ki), kendisine hiçbir ateş değmemiş olsa bile, (ziyâdâr olmaya o kadar) yakın olur ki (neredeyse kendi başına ortalığı) aydınlatacaktır. (İşte Hakk Te‘âlâ’nın nurlandırmasına misal olarak açıklanan bu nur) büyük bir nur üzerine (katlanan) çok büyük bir nurdur. Allâh dilediği kimseleri nurlandırmasına eriştirir. Böylece Allâh insanlar(ın ibret alması) için (anlayabilecekleri şekilde) bu misalleri açıklamaktadır. Zâten Allâh (görünen-görünmeyen, gizli-açık) her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. Buradaki teşbihlerin tefsirlerde birçok îzâh şekli varsa da bâzı ulemânın beyânına göre; İlâhî irşâd, tereddüde mahal bırakmayacak şekilde sağladığı yakînî inanç bakımından, ışığı koruyup dağılmasını önleyerek güçlendirmek üzere duvarda bulunan penceresiz bir oyuk ile temsil edilmiş; Kur’ân’ın değiştirilmekten korunması, kandilin orada sönmeyerek korunmasına benzetilmiş; İslâm’ın hidâyeti ise, gerçekleri ortaya koyma bakımından, yanan kandil ile tasvir edilmiştir. Ayrıca zaman aşımıyla şüphelere mâruz kalmaması cihetinden, şeffaf bir cam ile örneklendirilmiş; Kur’ân ve Sünnet’in temsil ettiği vahiy, irşâd delillerinin kaynağı olması bakımından mübârek bir ağaca teşbih edilmiş; İslâm’ın müsâmahakârlığı ve kolaylığı ise, o ağacın yetiştiği ılıman iklim ile temsil edilmiş; dînî irşatların kıyâmete kadar yenilenerek devâmı da fitilin devamlı tutuşturulması ile beyân edilmiştir. Yine böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Kur’ân hükümlerini ümmetine açıklaması, sürüldüğü yeri parlatan hâlis zeytinyağı ile vasfedilmiş; o hükümlerin bir öğreticiye ihtiyaç olmaksızın neredeyse kendiliğinden anlaşılacak derecede âşikâr oluşu da, o yağın ateş değmeden de kendi kendine aydınlatacak derecede parlaklık vasfı ile tasvir edilmiş; asırlar boyu din âlimlerinin ictihâdının önemi ise o kandilin ağaçta yetişen zeytinden çıkarılan yağdan tutuşturulması ile temsil edilmiştir.
ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ ﴿٣٦
36﴿ Yüksek yapılmasına /yüksek (ve değerli) tutulmasına/ ve içerlerinde Kendi isminin zikredilmesine (adının anılmasına) Allâh’ın (emir ve) izin vermiş olduğu o çok değerli evler (olan mescidler)de gündüzün başlarında ve zevâlden sonra(ki zaman)larda (sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılarak) onların içerisinde sürekli O’nu tesbîh (ve tenzîh) eder.