v02.01.25 Geliştirme Notları
Nûr Sûresi
354
Cuz 18
37﴿ Öyle değerli nice erler (sabah-akşam mescitlerde Allâh-u Te‘âlâ için tesbîhte bulunurlar) ki; (yolculuktaki) bir ticâret de (onları zikirden alıkoyucu) olamaz, (memleketlerindeki kârlı) bir satış da onları (dille ve kalple) Allâh’ı zikretmekten, o (farz) namazları hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyamaz. (Çünkü) onlar kendisinde kalplerin ve gözlerin (karşılaştıkları dehşetten dolayı yerlerinden fırlayıp, anlamaz ve görmez bir hâl alarak, bâzen kurtuluş arzusu, bâzen de helâk korkusuyla sağa sola doğru bakınarak) dönüp duracağı büyük bir gün(ün şiddetin)den korkmaktadırlar.
38﴿ Netîcede Allâh (bu tesbîh ve korkularından dolayı) yapmış oldukları (güzel) şeylerin (hepsine, herhangi bir sâlih amele göre değil de onların) en güzeliyle onlara karşılık verecek, bir de onlara fazl(-u kereminden ve ihsân)ından artırmada bulun(arak dünyâda söz vermemiş olduğu hâlde akıllarından dahî geçmeyen nice nîmetleri ikrâm buyur)acak. Zâten Allâh dilediği (bu gibi) kişileri (yaratılmışların sayıp bitiremeyecekleri kadar) hesap etmeksizin (sayısız nîmetlerle) rızıklandırır.
39﴿ (Müminler sâlih amellerine karşılık ölçüsüz mükâfatlara nâil olacaklardır) ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar; onların (sıla-i rahim ve mazlumlara yardım gibi iyilik adına yaptıkları) amelleri, dümdüz ve geniş bir ovadaki bir serap gibidir ki, susayan kimse onu bir su zannetmektedir. Nihâyet o (su zannettiği şeyin yanı)na geldiği zaman onu (su olarak bulmak bir yana, mevcut) bir şey olarak (bile) bulamamıştır. Ama (âhirete çıktığı zaman) onun (sevap bulacağını sandığı amellerin) yanında Allâh’ı(n azâbını ve zebânîlerini) bulmuştur da O (Allâh-u Te‘âlâ) da ona (hak ettiği) hesab (ve cezâs)ını tastamam vermiştir. Zâten Allâh hesâbı çok çabuk görendir. (Zîrâ herhangi bir kimsenin hesâbını görmek, O’nu diğerinin hesâbından alıkoyamaz, zâten O’nun hesâbı kulların yaptığı gibi sayıya ve hesap âletlerine bağlı değildir.) Müfessirler bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle demişlerdir: “İşte böylece kâfir kimse de Allâh katında sevap bulacağı inancıyla yaptığı birtakım iyi amellere son derece muhtaç olacağı kıyâmet gününde, sevap yerine Allâh’ın büyük azaplarıyla karşılaşınca, çölde susuz kalan birinin, su zannederek nice gayretlerle kendisine ulaştığında hiçbir şey bulamaması nedeniyle yaşadığı pişmanlık ve üzüntüden daha beterine tutulacaktır.”
40﴿ Ya da (kâfirlerin amelleri, nurdan yoksun olması cihetiyle) çok derin bir denizde (üst üste binen) çok yoğun karanlıklar gibidir ki; onu büyük bir dalga kaplamaktadır, onun üzerinden doğru başka büyük bir dalga vardır, onun üzerinden doğru da (denizi tümüyle bürüyecek ve yıldızları örtecek derecede koyu) karanlık bir bulut vardır. (İşte bu bulutun karanlığı, ayrıca üst üste ve peş peşe gelen dalgaların ve denizin karanlıkları) çok yoğun karanlıklardır ki, onların bâzısı diğer bir kısmın üstündedir. (Bu karanlıklara tutulan kişi) elini (gözünün önüne) çıkardığı zaman onu (görmek bir yana) görmeye (bile) yakın olamaz. Zâten her kim ki Allâh (onun nûru seçmediğini bildiği için) ona nur vermemiştir, artık onun için hiçbir nur (ve dolayısıyla hidâyetten hiçbir nasip) yoktur. (İşte kâfirde bulunan inanç, söz ve amelle ilgili karanlıklar da onu, gözü önünde bulunan hakkı anlamaz ve hidâyeti görmez bir hâle getirir.) Müfessirler bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle demişlerdir: Câhiliyet döneminde gerçek din arayışına giren ve ruhbanlığa soyunan, İslâm geldiğinde ise inadına inkâr eden Utbe ibnü Rabî‘a hakkında inmiştir. Ama hükmü bütün kâfirler hakkında geçerlidir. Âyette zikredilen karanlıklar hakkında Übeyy ibnü Kâ‘b (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Îmânsız kişi devamlı sûrette beş karanlık içerisinde dönüp durmaktadır; konuştuğu şirk sözleri bir karanlık, yaptığı kötü işler başka bir karanlık, gireceği mezar daha karanlık, çıkacağı mahşer zifiri karanlık, son durağı olan cehennem ise karanlıkların merkezidir.” (el-Hâzin)
41﴿ (Habîbim!) Gör(ür gibi bil)medin mi ki, gerçekten Allâh (öyle büyük bir Zâttır ki); (melekler ve ins-ü cinnin müminleri gibi) göklerde ve yerde bulunan kimseler, bir de (havada kanatlarını) açıp yaymakta olan (dizi dizi) kuşlar O’nu (tüm noksan sıfatlardan tenzîh etmek üzere) sürekli tesbîh etmektedir?! Her biri (kendisine ilhâm edilen) duâsını ve tesbîhini (hangi dille yapacağını) kesinlikle bilmiştir. Zâten Allâh onların işlemekte olduğu şeyleri (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
42﴿ Göklerin ve yerin mülkü (ve mülkiyeti, hükümrânlığı ve yönetimi) sâdece Allâh’a âittir! O (son) varış da ancak Allâh(ın hesap yurdun)adır.
43﴿ (Ey insan!) Görmedin mi ki, gerçekten Allâh (parça parça) bulutları (istediği tarafa doğru) sevk etmektedir, sonra (bulutları birbirine ekleyerek) onun (parçalarının) arasını birleştirmektedir, daha sonra da onu üst üste binmiş bir hâle dönüştürmektedir?! İşte sen yağmuru onun (sıkıştırılmasından oluşan deliklerin) aralarından çıkarken görmektesin. Yine O (Allâh-u Te‘âlâ), gökte (bulunan bulutlarda)n; orada bulunan (ve doludan yaratılmış olan) büyük (buz) dağlar(ının parçların)dan dolu (tâneleri) indirmektedir de sonra onu murâd ettiği kimselere isâbet ettirmektedir, istediği kimselerden de onu (uzaklaştırıp) çevirmektedir. On(ca yağmur yüklü bulut)un şimşeğinin ışığı (aşırı parlaklığından ve çabukluğundan dolayı) o(na bakanların) gözler(in)i gidermeye çok yakın olmaktadır.
سُورَةُ النُّورِ
الجزء ١٨
٣٥٤
رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ ﴿٣٧
لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٣٨
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـًٔا وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ ﴿٣٩
اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌۜ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍۜ اِذَٓا اَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَاۜ وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ۟ ﴿٤٠
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ ﴿٤١
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿٤٢
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ ﴿٤٣
Nûr Sûresi
354
Cuz 18
رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ ﴿٣٧
37﴿ Öyle değerli nice erler (sabah-akşam mescitlerde Allâh-u Te‘âlâ için tesbîhte bulunurlar) ki; (yolculuktaki) bir ticâret de (onları zikirden alıkoyucu) olamaz, (memleketlerindeki kârlı) bir satış da onları (dille ve kalple) Allâh’ı zikretmekten, o (farz) namazları hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyamaz. (Çünkü) onlar kendisinde kalplerin ve gözlerin (karşılaştıkları dehşetten dolayı yerlerinden fırlayıp, anlamaz ve görmez bir hâl alarak, bâzen kurtuluş arzusu, bâzen de helâk korkusuyla sağa sola doğru bakınarak) dönüp duracağı büyük bir gün(ün şiddetin)den korkmaktadırlar.
لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٣٨
38﴿ Netîcede Allâh (bu tesbîh ve korkularından dolayı) yapmış oldukları (güzel) şeylerin (hepsine, herhangi bir sâlih amele göre değil de onların) en güzeliyle onlara karşılık verecek, bir de onlara fazl(-u kereminden ve ihsân)ından artırmada bulun(arak dünyâda söz vermemiş olduğu hâlde akıllarından dahî geçmeyen nice nîmetleri ikrâm buyur)acak. Zâten Allâh dilediği (bu gibi) kişileri (yaratılmışların sayıp bitiremeyecekleri kadar) hesap etmeksizin (sayısız nîmetlerle) rızıklandırır.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـًٔا وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ ﴿٣٩
39﴿ (Müminler sâlih amellerine karşılık ölçüsüz mükâfatlara nâil olacaklardır) ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar; onların (sıla-i rahim ve mazlumlara yardım gibi iyilik adına yaptıkları) amelleri, dümdüz ve geniş bir ovadaki bir serap gibidir ki, susayan kimse onu bir su zannetmektedir. Nihâyet o (su zannettiği şeyin yanı)na geldiği zaman onu (su olarak bulmak bir yana, mevcut) bir şey olarak (bile) bulamamıştır. Ama (âhirete çıktığı zaman) onun (sevap bulacağını sandığı amellerin) yanında Allâh’ı(n azâbını ve zebânîlerini) bulmuştur da O (Allâh-u Te‘âlâ) da ona (hak ettiği) hesab (ve cezâs)ını tastamam vermiştir. Zâten Allâh hesâbı çok çabuk görendir. (Zîrâ herhangi bir kimsenin hesâbını görmek, O’nu diğerinin hesâbından alıkoyamaz, zâten O’nun hesâbı kulların yaptığı gibi sayıya ve hesap âletlerine bağlı değildir.) Müfessirler bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle demişlerdir: “İşte böylece kâfir kimse de Allâh katında sevap bulacağı inancıyla yaptığı birtakım iyi amellere son derece muhtaç olacağı kıyâmet gününde, sevap yerine Allâh’ın büyük azaplarıyla karşılaşınca, çölde susuz kalan birinin, su zannederek nice gayretlerle kendisine ulaştığında hiçbir şey bulamaması nedeniyle yaşadığı pişmanlık ve üzüntüden daha beterine tutulacaktır.”
اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌۜ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍۜ اِذَٓا اَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَاۜ وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ۟ ﴿٤٠
40﴿ Ya da (kâfirlerin amelleri, nurdan yoksun olması cihetiyle) çok derin bir denizde (üst üste binen) çok yoğun karanlıklar gibidir ki; onu büyük bir dalga kaplamaktadır, onun üzerinden doğru başka büyük bir dalga vardır, onun üzerinden doğru da (denizi tümüyle bürüyecek ve yıldızları örtecek derecede koyu) karanlık bir bulut vardır. (İşte bu bulutun karanlığı, ayrıca üst üste ve peş peşe gelen dalgaların ve denizin karanlıkları) çok yoğun karanlıklardır ki, onların bâzısı diğer bir kısmın üstündedir. (Bu karanlıklara tutulan kişi) elini (gözünün önüne) çıkardığı zaman onu (görmek bir yana) görmeye (bile) yakın olamaz. Zâten her kim ki Allâh (onun nûru seçmediğini bildiği için) ona nur vermemiştir, artık onun için hiçbir nur (ve dolayısıyla hidâyetten hiçbir nasip) yoktur. (İşte kâfirde bulunan inanç, söz ve amelle ilgili karanlıklar da onu, gözü önünde bulunan hakkı anlamaz ve hidâyeti görmez bir hâle getirir.) Müfessirler bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle demişlerdir: Câhiliyet döneminde gerçek din arayışına giren ve ruhbanlığa soyunan, İslâm geldiğinde ise inadına inkâr eden Utbe ibnü Rabî‘a hakkında inmiştir. Ama hükmü bütün kâfirler hakkında geçerlidir. Âyette zikredilen karanlıklar hakkında Übeyy ibnü Kâ‘b (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Îmânsız kişi devamlı sûrette beş karanlık içerisinde dönüp durmaktadır; konuştuğu şirk sözleri bir karanlık, yaptığı kötü işler başka bir karanlık, gireceği mezar daha karanlık, çıkacağı mahşer zifiri karanlık, son durağı olan cehennem ise karanlıkların merkezidir.” (el-Hâzin)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ ﴿٤١
41﴿ (Habîbim!) Gör(ür gibi bil)medin mi ki, gerçekten Allâh (öyle büyük bir Zâttır ki); (melekler ve ins-ü cinnin müminleri gibi) göklerde ve yerde bulunan kimseler, bir de (havada kanatlarını) açıp yaymakta olan (dizi dizi) kuşlar O’nu (tüm noksan sıfatlardan tenzîh etmek üzere) sürekli tesbîh etmektedir?! Her biri (kendisine ilhâm edilen) duâsını ve tesbîhini (hangi dille yapacağını) kesinlikle bilmiştir. Zâten Allâh onların işlemekte olduğu şeyleri (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿٤٢
42﴿ Göklerin ve yerin mülkü (ve mülkiyeti, hükümrânlığı ve yönetimi) sâdece Allâh’a âittir! O (son) varış da ancak Allâh(ın hesap yurdun)adır.
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ ﴿٤٣
43﴿ (Ey insan!) Görmedin mi ki, gerçekten Allâh (parça parça) bulutları (istediği tarafa doğru) sevk etmektedir, sonra (bulutları birbirine ekleyerek) onun (parçalarının) arasını birleştirmektedir, daha sonra da onu üst üste binmiş bir hâle dönüştürmektedir?! İşte sen yağmuru onun (sıkıştırılmasından oluşan deliklerin) aralarından çıkarken görmektesin. Yine O (Allâh-u Te‘âlâ), gökte (bulunan bulutlarda)n; orada bulunan (ve doludan yaratılmış olan) büyük (buz) dağlar(ının parçların)dan dolu (tâneleri) indirmektedir de sonra onu murâd ettiği kimselere isâbet ettirmektedir, istediği kimselerden de onu (uzaklaştırıp) çevirmektedir. On(ca yağmur yüklü bulut)un şimşeğinin ışığı (aşırı parlaklığından ve çabukluğundan dolayı) o(na bakanların) gözler(in)i gidermeye çok yakın olmaktadır.