اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٦٢﴾
﴾62﴿
Müminler ancak o kimselerdir ki; Allâh’a ve Rasûlüne (samîmî kalple) îmân etmiştirler ve onunla birlikte (cumâ ve bayram namazları, harp ve istişâre toplantıları gibi insanları) bir araya getiren önemli bir iş üzere bulundukları zaman kendisinden izin isteyi(p, o da kendilerine izin veri)nceye kadar (onun meclisinden başka bir yere) gitmezler. (Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki senden izin istemektedirler, işte sana! Onlar ancak öyle kimselerdir ki Allâh’a ve Rasûlüne (hakîkî mânâda) îmân etmektedirler. (İşte samîmî Müslüman’ı münâfıktan ayıran ölçü budur. Çünkü münâfıkların âdeti, bir bahâne bularak bu gibi sorumluluk getiren yerlerden sıvışıp kaçmaktır.) İşte onlar önemli bir işleri için senden izin istedikleri zaman artık onlardan dilediğin kimseye izin ver. (Bir özre dayalı olsa bile) yine de (dünyâ işini din işine tercih ettiklerinden dolayı) onlar için Allâh’tan mağfiret iste(yerek bağışlanma talebinde bulun)! Şüphesiz ki Allâh (kullarının kusurlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (onlara çok acıdığı için kolaylık sağlayan bir) Rahîm’dir.
لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٦٣﴾
﴾63﴿
(Ey müminler! Sakın) siz o Rasûl’ün (sizi önemli bir iş için) çağırmasını, aranızda bir kısmınızın diğer bir kısmı çağırması gibi (katılıp katılmama özgürlüğüne sâhip olduğunuz ve izinsiz onun yanından ayrılmakta serbest bulunduğunuz bir çağrıya denk) tutmayın. /O Rasûl’ü çağırmayı aranızda bir kısmınızın diğer bir kısmı (yüksek sesle ve adıyla) çağırması gibi yapmayın. (Bilakis tâzim ve saygı ifâde eden “Nebî” ve “Rasûl” sıfatlarıyla ve kısık sesle ona nidâ edin!)/ O Rasûl’ün duâsını (ve bedduâsını) bir kısmınızın diğer bir kısma duâsı gibi tutmayın (zîrâ sizinki ihtimâlli, onunki ise kesinlikle kabuldür)./ Şüphesiz Allâh o kişileri bilmektedir ki onlar sizin içinizden birbirinin arkasına saklanarak gizlice yavaş yavaş (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in cemâatinin) ara(sın)dan sıyrılıp çıkmaktadırlar. Artık o kişiler ki O (Allâh-u Sübhânehû)nun/onun (o peygamberin)/ emrine karşı durmaktadırlar, (işte onlar) kendilerine (dünyâda katliâm, zelzele, zorba yönetim ve kalp katılığı gibi) büyük bir fitne (ve sıkıntı) isâbet etmesinden ya da (âhirette) onlara çok acı verici büyük bir azâbın çarpmasından sakınsın(lar).
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قَدْ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِۜ وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿٦٤﴾
﴾64﴿
İyi bilin ki; göklerde ve yerde bulunan şeyler (mülkiyet ve yönetim bakımından) gerçekten de sâdece Allâh’a âittir. O (Rabbiniz) siz (müminler)in (inanç, amel, nifak, ihlâs, itâat ve isyân gibi îman ve amel bakımından) üzerinde bulunduğunuz şeyleri de muhakkak bilmektedir, o (münâfık ola)nların O(nun hesap yurdu)na döndürülecekleri, O’nun da yapmış oldukları şeyleri(n vebâlini) kendilerine haber vereceği (kıyâmet) günü(nde başlarına gelecekleri) de (muhakkak bilmektedir)! Zâten Allâh her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Dolayısıyla hiçbir hâliniz aslâ O’na gizli değildir!)
YİRMİBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Furkân
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. İbni Abbâs ve Katâde (Radıyallâhu anhüm)`ün rivayetine göre; 68-70. âyet-i kerîmeler Medenî’dir. 77 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يرًاۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
O Zât dâima çok bereket (ve hayır) sâhibi olmuştur /O Zât dâimâ çok ulu olmuştur/ ki O, (hakkı bâtıldan ve helâli haramdan ayırma vasfını hâiz olması hasebiyle) Furkān (ismine sâhip olan Kur’ân)ı (en büyük) kulu (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)) üzerine (hâdiseler gerektirdikçe, zaman zaman) peyderpey indirmiştir, tâ ki o (Peygamber kendisine indirilen Kur’ân ile), bütün âlemler için (özellikle de insan ve cin toplumlarına) bir uyarıcı olsun.
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يرًا ﴿٢﴾
﴾2﴿
(Kur’ân’ı) O Zât (indirmiştir) ki; göklerin ve yerin mülkü (ve hükümrânlığı, sâhipliği ve yönetimi) sâdece O’na âittir; (Yahûdî ve Hristiyanların inançlarının tersine) O hiçbir çocuk da edinmemiştir; (putperestlerin sandığı gibi) Kendisi için mülkte hiçbir ortak da bulunmamaktadır; (Mecûsîlerin iddiâ ettiği gibi nur ve karanlığın hiçbir etkisi olmaksızın) her şeyi de O yaratmıştır ve böylece onu (kendisi hakkında dilediği özelliklere elverişli bir şekilde) tam bir ayarlama ile takdir etmiştir. Müfessirlerin beyânı vechile; Allâh-u Te‘âlâ yarattığı her şeyi bir ölçü üzere her bakımdan miktârı belirli olarak var etmiş, özellikle de yaratılmışların en mükemmeli olan insanı; akıl, idrâk, düşünce, yönetim ve farklı sanatları geliştirme gibi birçok özelliklere kābiliyetli şekilde yaratmıştır.