v02.01.25 Geliştirme Notları
Furkân Sûresi
359
Cuz 18
3﴿ Ama o (müşrik ola)nlar; (Allâh-u Te‘âlâ gibi güçlü ve yüce bir İlâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını birtakım ilâhlar hâline dönüştürdüler ki; onlar hiçbir şey yaratamamaktadırlar, üstelik kendileri yaratılmaktadırlar, kendileri için bile hiçbir zarar(ı savuşturmay)a güç yetiremezler, hiçbir fayda (sağlama)ya da (mâlik) olamaz(lar), hiçbir (diriyi) öldürmeye de güç yetiremezler, hiçbir (kimseyi) yaşatmaya da (mâlik) olamaz(lar), hiçbir ölüyü diriltmeye (de güç yetirici) olamaz(lar).
4﴿ Ama o (Nadr ibnü’l-Hâris gibi) kâfir olmuş kimseler: “İşte bu (Kur’ân) büyük bir yalandan başkası değildir ki; onu o (Muhammed kendi kendine) uydurmuştur, (Mekke’de bulunan) başka başka (Ehl-i Kitap) toplumlar(ı) da on(u uydurmay)a karşı kendisine yardımcı olmuştur” dedi(ler). Böylece onlar (Allâh’tan gelen mûcize bir kitabı uydurma kabûl ederek ve suçsuz bir kişiyi Allâh’a iftirâcılıkla ithâm ederek) gerçekten büyük bir zulüm ve (aslâ doğruluk ihtimâli barındırmayan) büyük bir iftirâ yaptılar.
5﴿ Yine o (müşrik ola)nlar (Kur’ân’ın başkalarının yardımıyla beşer tarafından uydurulan bir şey olduğunu iddiâ ettikten sonra, yanlış zanlarınca bu yardımın şeklini açıklamak üzere): “(Bu Kur’ân’ın âyetleri Allâh tarafından değildir! Bilakis Rüstem ve İsfendiyâr gibi) evvelkilerin yazdığı hikâyelerdir ki; o onları (kendisi için) yaz(dır)mıştır da, artık onlar (onun ezberlemesi için) her gün başında ve her gün sonunda ona okunmaktadır” dediler.
6﴿ (Habîbim! Sen) de ki: “(Onların Kur’ân hakkındaki bu sözü aslâ doğru değildir bilakis) onu göklerdeki ve yerdeki bütün sırları (gelecekte olacak gaybları ve Kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği gizli şeyleri) bilmekte olan O (yüce) Zât indirmiştir. (Artık hem fesâhat ve belâğatıyla, hem de gaybî haberleri ihtivâ etmesi hasebiyle mûcizeliğini ispât etmiş bir kitabı nasıl evvelkilerin düzmecesi olarak değerlendiriyorsunuz?! Siz bu iftirânızla çoktan azâbı hak ettiniz ama Allâh-u Te‘âlâ sizin cezânızı peşin olarak göndermiyor.) Çünkü gerçekten O (tevbe etmeleri durumunda kullarının en büyük günahlarını bile) dâimâ (bağışlayan) bir Ğafûr ve (kullarına çok acıdığından bu sözün sâhiplerine bile îmân etmeleri için fırsat veren) bir Rahîm olmuştur.”
7﴿ Yine (o müşrikler) dediler ki: “İşte bu Rasûl (olduğunu sanan kişiy)e ne oldu ki; (bizim gibi) yemek yemektedir ve sokaklarda (rızık temini için) yürümektedir?! (Dâvâsı doğruysa niye bizden farklı bir yönü yoktur?! Bu durumda bizden ne üstünlüğü olabilir?! Peygamberin yeme ve geçinme derdinden uzak bir melek olması gerekmez miydi?! Hadi insan oldu diyelim; o zaman) kendisine bir melek indirilip, onunla berâber bir uyarıcı olmalı değil miydi (ki böylece biz de meleğin tasdîkiyle onun peygamber olduğunu kolayca anlardık)?!
8﴿ Ya da ona (gökten) bir hazîne atılmalı değil miydi (ki onunla geçim derdinden kurtulurdu)! Yâhut (en azından) kendisinden yiyeceği ona âit çok değerli bir bostan olmalı değil miydi” (gibi laflar edip durdular)! Ayrıca o zâlimler (müminlere): “Siz büyülen(erek delir)miş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dedi(ler).
9﴿ (Habîbim!) Bak (gör) ki; senin için nasıl (uygunsuz sözler söyleyerek ve kıyaslar yaparak) bu misalleri açıkladılar da, böylece (haktan tamâmen) sapıttılar. Artık onlar (gerçek peygamberi sahtekârdan ayırma husûsunda kendilerini doğruya iletecek) hiçbir yol(u bulmay)a imkân bulamazlar.
10﴿ (Habîbim!) İşte sana! O Zâtın (hayrı ve) bereketi dâimâ çok olmuştur /O Zât dâimâ çok yüce olmuştur/ ki, O dileseydi senin için (dünyâda onların) bu (anlattıkları)ndan daha iyisini; (ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmakta olan çok kıymetli bostanları yaratırdı ve (orada) senin için çok değerli köşkler yaratırdı. Ebû Ümâme (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Rabbim Mekke Vâdisi’ni altın yapıp bana vermeyi vaad etti. Ama ben: ‘Hayır yâ Rabbi! Ben bir gün doyayım, bir gün aç kalayım. Acıkınca Sana yalvarayım ve Seni zikredeyim, doyunca da Sana şükredeyim ve Sana hamdedeyim’ dedim.” (et-Tirmizî, ez-Zühd:35, rakam:2347, 4/575)
11﴿ Doğrusu o (müşrik ola)nlar o (kıyâmet) ânı(nı) yalanladılar (da o yüzden üstünlüğü sâdece dünyâlıkta sanarak maddî imkânlarının azlığı yüzünden senin peygamberliğine îtirâz etmiştirler. Artık bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zîrâ kıyâmete inanmayanların sana inanmaları beklenemez). Ama Biz o (kıyâmet) ânı(nı) yalanlamış olan kimseler için çok alevlendirilmiş korkunç bir ateş hazırladık.
سُورَةُ الْفُرْقَانِ
الجزء ١٨
٣٥٩
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُورًا ﴿٣
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌۨ افْتَرٰيهُ وَاَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ اٰخَرُونَۚۛ فَقَدْ جَٓاؤُ۫ ظُلْمًا وَزُورًاۚۛ ﴿٤
وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿٥
قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذ۪ي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿٦
وَقَالُوا مَا لِ‌هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يرًاۙ ﴿٧
اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا ﴿٨
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا۟ ﴿٩
تَبَارَكَ الَّذ۪ٓي اِنْ شَٓاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِنْ ذٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ وَيَجْعَلْ لَكَ قُصُورًا ﴿١٠
بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَاَعْتَدْنَا لِمَنْ كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَع۪يرًاۚ ﴿١١
Furkân Sûresi
359
Cuz 18
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُورًا ﴿٣
3﴿ Ama o (müşrik ola)nlar; (Allâh-u Te‘âlâ gibi güçlü ve yüce bir İlâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını birtakım ilâhlar hâline dönüştürdüler ki; onlar hiçbir şey yaratamamaktadırlar, üstelik kendileri yaratılmaktadırlar, kendileri için bile hiçbir zarar(ı savuşturmay)a güç yetiremezler, hiçbir fayda (sağlama)ya da (mâlik) olamaz(lar), hiçbir (diriyi) öldürmeye de güç yetiremezler, hiçbir (kimseyi) yaşatmaya da (mâlik) olamaz(lar), hiçbir ölüyü diriltmeye (de güç yetirici) olamaz(lar).
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌۨ افْتَرٰيهُ وَاَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ اٰخَرُونَۚۛ فَقَدْ جَٓاؤُ۫ ظُلْمًا وَزُورًاۚۛ ﴿٤
4﴿ Ama o (Nadr ibnü’l-Hâris gibi) kâfir olmuş kimseler: “İşte bu (Kur’ân) büyük bir yalandan başkası değildir ki; onu o (Muhammed kendi kendine) uydurmuştur, (Mekke’de bulunan) başka başka (Ehl-i Kitap) toplumlar(ı) da on(u uydurmay)a karşı kendisine yardımcı olmuştur” dedi(ler). Böylece onlar (Allâh’tan gelen mûcize bir kitabı uydurma kabûl ederek ve suçsuz bir kişiyi Allâh’a iftirâcılıkla ithâm ederek) gerçekten büyük bir zulüm ve (aslâ doğruluk ihtimâli barındırmayan) büyük bir iftirâ yaptılar.
وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿٥
5﴿ Yine o (müşrik ola)nlar (Kur’ân’ın başkalarının yardımıyla beşer tarafından uydurulan bir şey olduğunu iddiâ ettikten sonra, yanlış zanlarınca bu yardımın şeklini açıklamak üzere): “(Bu Kur’ân’ın âyetleri Allâh tarafından değildir! Bilakis Rüstem ve İsfendiyâr gibi) evvelkilerin yazdığı hikâyelerdir ki; o onları (kendisi için) yaz(dır)mıştır da, artık onlar (onun ezberlemesi için) her gün başında ve her gün sonunda ona okunmaktadır” dediler.
قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذ۪ي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿٦
6﴿ (Habîbim! Sen) de ki: “(Onların Kur’ân hakkındaki bu sözü aslâ doğru değildir bilakis) onu göklerdeki ve yerdeki bütün sırları (gelecekte olacak gaybları ve Kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği gizli şeyleri) bilmekte olan O (yüce) Zât indirmiştir. (Artık hem fesâhat ve belâğatıyla, hem de gaybî haberleri ihtivâ etmesi hasebiyle mûcizeliğini ispât etmiş bir kitabı nasıl evvelkilerin düzmecesi olarak değerlendiriyorsunuz?! Siz bu iftirânızla çoktan azâbı hak ettiniz ama Allâh-u Te‘âlâ sizin cezânızı peşin olarak göndermiyor.) Çünkü gerçekten O (tevbe etmeleri durumunda kullarının en büyük günahlarını bile) dâimâ (bağışlayan) bir Ğafûr ve (kullarına çok acıdığından bu sözün sâhiplerine bile îmân etmeleri için fırsat veren) bir Rahîm olmuştur.”
وَقَالُوا مَا لِ‌هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يرًاۙ ﴿٧
7﴿ Yine (o müşrikler) dediler ki: “İşte bu Rasûl (olduğunu sanan kişiy)e ne oldu ki; (bizim gibi) yemek yemektedir ve sokaklarda (rızık temini için) yürümektedir?! (Dâvâsı doğruysa niye bizden farklı bir yönü yoktur?! Bu durumda bizden ne üstünlüğü olabilir?! Peygamberin yeme ve geçinme derdinden uzak bir melek olması gerekmez miydi?! Hadi insan oldu diyelim; o zaman) kendisine bir melek indirilip, onunla berâber bir uyarıcı olmalı değil miydi (ki böylece biz de meleğin tasdîkiyle onun peygamber olduğunu kolayca anlardık)?!
اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا ﴿٨
8﴿ Ya da ona (gökten) bir hazîne atılmalı değil miydi (ki onunla geçim derdinden kurtulurdu)! Yâhut (en azından) kendisinden yiyeceği ona âit çok değerli bir bostan olmalı değil miydi” (gibi laflar edip durdular)! Ayrıca o zâlimler (müminlere): “Siz büyülen(erek delir)miş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dedi(ler).
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا۟ ﴿٩
9﴿ (Habîbim!) Bak (gör) ki; senin için nasıl (uygunsuz sözler söyleyerek ve kıyaslar yaparak) bu misalleri açıkladılar da, böylece (haktan tamâmen) sapıttılar. Artık onlar (gerçek peygamberi sahtekârdan ayırma husûsunda kendilerini doğruya iletecek) hiçbir yol(u bulmay)a imkân bulamazlar.
تَبَارَكَ الَّذ۪ٓي اِنْ شَٓاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِنْ ذٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ وَيَجْعَلْ لَكَ قُصُورًا ﴿١٠
10﴿ (Habîbim!) İşte sana! O Zâtın (hayrı ve) bereketi dâimâ çok olmuştur /O Zât dâimâ çok yüce olmuştur/ ki, O dileseydi senin için (dünyâda onların) bu (anlattıkları)ndan daha iyisini; (ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmakta olan çok kıymetli bostanları yaratırdı ve (orada) senin için çok değerli köşkler yaratırdı. Ebû Ümâme (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Rabbim Mekke Vâdisi’ni altın yapıp bana vermeyi vaad etti. Ama ben: ‘Hayır yâ Rabbi! Ben bir gün doyayım, bir gün aç kalayım. Acıkınca Sana yalvarayım ve Seni zikredeyim, doyunca da Sana şükredeyim ve Sana hamdedeyim’ dedim.” (et-Tirmizî, ez-Zühd:35, rakam:2347, 4/575)
بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَاَعْتَدْنَا لِمَنْ كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَع۪يرًاۚ ﴿١١
11﴿ Doğrusu o (müşrik ola)nlar o (kıyâmet) ânı(nı) yalanladılar (da o yüzden üstünlüğü sâdece dünyâlıkta sanarak maddî imkânlarının azlığı yüzünden senin peygamberliğine îtirâz etmiştirler. Artık bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zîrâ kıyâmete inanmayanların sana inanmaları beklenemez). Ama Biz o (kıyâmet) ânı(nı) yalanlamış olan kimseler için çok alevlendirilmiş korkunç bir ateş hazırladık.