v02.01.25 Geliştirme Notları
Şuarâ Sûresi
366
Cuz 19
YİRMİALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Şuarâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî(; Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. İbni Abbâs (Radıyallâhu anhümâ)`dan rivâyete göreyse; 224-227. âyet-i kerîmeler Medenî dir. 227 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Tâ! Sîn! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ)“Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
2﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede buluna)nlar (Allâh-u Te‘âlâ tarafından indirildiği âşikâr olan ve muhâtaplarınca mânâları) çok açık olan /(hidâyet ve rüşdü açıkça ortaya koyan ve şerîatın hükümlerini) iyice açıklayan/ o (yüce) Kitâb’ın âyetleridir.
3﴿ (Habîbim!) O (şirk koşa)nlar îmân eden kimseler olmayacaklar diye (üzüntünden) neredeyse sen kendini helâk edeceksin! (Böyle yapma! Kâfirler için bu kadar üzülmene değmez!)
4﴿ (Kâfirleri zorla Müslüman yapmak) isteseydik onların üzerlerine gökten bir âyet indirirdik de sonra (îmâna mecbur bırakan o belâ karşısında) onların toplulukları onun için boyun eğici kimseler oluverirdi.
5﴿ O Rahmân (Te‘âlâ tarafın)dan (müşriklere) yeni gönderilen bir öğüt (içeren âyet) geldikçe, mutlaka onlar ondan da yüz çevirici kimseler oldular.
6﴿ Şimdi gerçekten de onlar (kendilerine gelen Kur’ân’ı) yalanladılar. Fakat kendisiyle alay etmekte bulunmuş oldukları o şeyin (dehşet verici) haberleri yakında (dünyâda İslâm’ın parlamasıyla yenilgiye uğradıkları vakit, âhirette ise cehennem azâbına düştükleri zaman) muhakkak onlara gelecektir.
7﴿ Onlar yere de bakmadılar mı ki; (kupkuru hâlinin ardından) Biz orada (türlü bitkilerden, övgüye değer ve çok faydalı) her bir güzel çiftten nicesini bitirmişizdir?!
8﴿ (Habîbim!) İşte sana! Muhakkak ki bu (anlatıla)nda, (o ürünleri bitiren Zâtın, kudret ve hikmeti mükemmel, nîmet ve rahmeti bol bir İlâh olduğuna dâir) elbette çok büyük bir âyet (ve alâmet) vardır. Ama onların çoğu (hayra kapalı ve şerle damgalı oldukları için bu âyete) îmân eden kimseler olmamıştır.
9﴿ Yine de şüphesiz senin Rabbin, elbette (bu kadar âyetleri görüp de inanmayanlardan intikam alma gücüne sâhip olan) Azîz de, (âyetlerden ibret alarak îmân eden kullarına son derece acıyan) Rahîm de ancak O’dur.
10﴿ (Habîbim!) Senin Rabbinin Mûsâ’ya (şöyle) nidâ ettiği zamânı da (kavmine anlat) ki: “Git o (İsrâîloğullarının çocuklarını boğazlayarak haksızlık yapan) zâlimler toplumuna!
11﴿ Firavun’un (kendisine ve) kavmine (gidip de ki); onlar (îmân edip itâat ederek, Allâh’ın azâbından hâlâ) hiç sakınmayacaklar mı?!”
12﴿ (Bu emri alan Mûsâ (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Ey Rabbim! Gerçekten (de) ben, onların beni (hiç konuşturmadan) yalanlamalarından korkmaktayım.
13﴿ Bir de (onlar beni inkâr edecek diye) göğsüm daralıyor, (peltekliğimden dolayı) dilim de çözülmüyor. Öyleyse Sen (bana yardım etmesi için) Hârûn’a da (peygamberlik vermek üzere Cibrîl’i) gönder.
14﴿ Ayrıca onlar için benim üzerimde (Kıptî’nin öldürülme dâvâsıyla ilgili) bir suç (iddiâsı) vardır. Bu yüzden (tek başıma gittiğim takdirde elçilik görevimi tebliğ edemeden) beni öldürmelerinden de endişeleniyorum.”
15﴿ (Allâh-u Te‘âlâ onun bu iki isteğine cevâben) buyurdu ki: “Hayır! (Korkma! Onlar sana bir şey yapamazlar.) Şimdi ikiniz de Bizim âyet (ve mûcize)lerimizle gidin. Çünkü gerçekten Biz sizinle berâberiz ve (karşılaşacağınız cevapları) hakkıyla dinleyicileriz.
16﴿ Hemen ikiniz Firavun’a gidin de deyin ki: “Muhakkak biz, âlemlerin Rabbinin rasûlüyüz.
17﴿ İsrâîloğullarını bizimle birlikte (Kudüs topraklarına) salıver(meni senden isteyelim) diye (sana gönderildik).”
18﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) bunu Firavun’a tebliğ edince hiç beklemediği bir teklifle karşılaşan Firavun) dedi ki: “Biz seni yeni doğmuş bir çocukken (himâye etmek üzere) içimizde büyütmedik mi?! Üstelik Sen ömrünün bir kısmında yıllarca aramızda kaldın!
19﴿ Ayrıca sen (bunca iyiliklerime) nankörlük eden kimselerden biri olarak, yaptığın o (benim yakınımı öldürme) işini yapmıştın!”
سُورَةُ الشُّعَرَاءِ
الجزء ١٩
٣٦٦
سُورَةُالشُّعَرَاءِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
طٰسٓمٓۜ ﴿١
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ ﴿٢
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٣
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ ﴿٤
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ ﴿٥
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٦
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ ﴿٧
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٨
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٩
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٠
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ ﴿١١
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ ﴿١٢
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ ﴿١٣
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ ﴿١٤
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ ﴿١٥
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿١٦
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿١٧
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يدًا وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ ﴿١٨
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿١٩
Şuarâ Sûresi
366
Cuz 19
YİRMİALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Şuarâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî(; Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. İbni Abbâs (Radıyallâhu anhümâ)`dan rivâyete göreyse; 224-227. âyet-i kerîmeler Medenî dir. 227 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
طٰسٓمٓۜ ﴿١
1﴿ Tâ! Sîn! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ)“Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ ﴿٢
2﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede buluna)nlar (Allâh-u Te‘âlâ tarafından indirildiği âşikâr olan ve muhâtaplarınca mânâları) çok açık olan /(hidâyet ve rüşdü açıkça ortaya koyan ve şerîatın hükümlerini) iyice açıklayan/ o (yüce) Kitâb’ın âyetleridir.
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٣
3﴿ (Habîbim!) O (şirk koşa)nlar îmân eden kimseler olmayacaklar diye (üzüntünden) neredeyse sen kendini helâk edeceksin! (Böyle yapma! Kâfirler için bu kadar üzülmene değmez!)
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ ﴿٤
4﴿ (Kâfirleri zorla Müslüman yapmak) isteseydik onların üzerlerine gökten bir âyet indirirdik de sonra (îmâna mecbur bırakan o belâ karşısında) onların toplulukları onun için boyun eğici kimseler oluverirdi.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ ﴿٥
5﴿ O Rahmân (Te‘âlâ tarafın)dan (müşriklere) yeni gönderilen bir öğüt (içeren âyet) geldikçe, mutlaka onlar ondan da yüz çevirici kimseler oldular.
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٦
6﴿ Şimdi gerçekten de onlar (kendilerine gelen Kur’ân’ı) yalanladılar. Fakat kendisiyle alay etmekte bulunmuş oldukları o şeyin (dehşet verici) haberleri yakında (dünyâda İslâm’ın parlamasıyla yenilgiye uğradıkları vakit, âhirette ise cehennem azâbına düştükleri zaman) muhakkak onlara gelecektir.
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ ﴿٧
7﴿ Onlar yere de bakmadılar mı ki; (kupkuru hâlinin ardından) Biz orada (türlü bitkilerden, övgüye değer ve çok faydalı) her bir güzel çiftten nicesini bitirmişizdir?!
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٨
8﴿ (Habîbim!) İşte sana! Muhakkak ki bu (anlatıla)nda, (o ürünleri bitiren Zâtın, kudret ve hikmeti mükemmel, nîmet ve rahmeti bol bir İlâh olduğuna dâir) elbette çok büyük bir âyet (ve alâmet) vardır. Ama onların çoğu (hayra kapalı ve şerle damgalı oldukları için bu âyete) îmân eden kimseler olmamıştır.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٩
9﴿ Yine de şüphesiz senin Rabbin, elbette (bu kadar âyetleri görüp de inanmayanlardan intikam alma gücüne sâhip olan) Azîz de, (âyetlerden ibret alarak îmân eden kullarına son derece acıyan) Rahîm de ancak O’dur.
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٠
10﴿ (Habîbim!) Senin Rabbinin Mûsâ’ya (şöyle) nidâ ettiği zamânı da (kavmine anlat) ki: “Git o (İsrâîloğullarının çocuklarını boğazlayarak haksızlık yapan) zâlimler toplumuna!
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ ﴿١١
11﴿ Firavun’un (kendisine ve) kavmine (gidip de ki); onlar (îmân edip itâat ederek, Allâh’ın azâbından hâlâ) hiç sakınmayacaklar mı?!”
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ ﴿١٢
12﴿ (Bu emri alan Mûsâ (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Ey Rabbim! Gerçekten (de) ben, onların beni (hiç konuşturmadan) yalanlamalarından korkmaktayım.
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ ﴿١٣
13﴿ Bir de (onlar beni inkâr edecek diye) göğsüm daralıyor, (peltekliğimden dolayı) dilim de çözülmüyor. Öyleyse Sen (bana yardım etmesi için) Hârûn’a da (peygamberlik vermek üzere Cibrîl’i) gönder.
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ ﴿١٤
14﴿ Ayrıca onlar için benim üzerimde (Kıptî’nin öldürülme dâvâsıyla ilgili) bir suç (iddiâsı) vardır. Bu yüzden (tek başıma gittiğim takdirde elçilik görevimi tebliğ edemeden) beni öldürmelerinden de endişeleniyorum.”
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ ﴿١٥
15﴿ (Allâh-u Te‘âlâ onun bu iki isteğine cevâben) buyurdu ki: “Hayır! (Korkma! Onlar sana bir şey yapamazlar.) Şimdi ikiniz de Bizim âyet (ve mûcize)lerimizle gidin. Çünkü gerçekten Biz sizinle berâberiz ve (karşılaşacağınız cevapları) hakkıyla dinleyicileriz.
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿١٦
16﴿ Hemen ikiniz Firavun’a gidin de deyin ki: “Muhakkak biz, âlemlerin Rabbinin rasûlüyüz.
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿١٧
17﴿ İsrâîloğullarını bizimle birlikte (Kudüs topraklarına) salıver(meni senden isteyelim) diye (sana gönderildik).”
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يدًا وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ ﴿١٨
18﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) bunu Firavun’a tebliğ edince hiç beklemediği bir teklifle karşılaşan Firavun) dedi ki: “Biz seni yeni doğmuş bir çocukken (himâye etmek üzere) içimizde büyütmedik mi?! Üstelik Sen ömrünün bir kısmında yıllarca aramızda kaldın!
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿١٩
19﴿ Ayrıca sen (bunca iyiliklerime) nankörlük eden kimselerden biri olarak, yaptığın o (benim yakınımı öldürme) işini yapmıştın!”