v02.01.25 Geliştirme Notları
Şuarâ Sûresi
374
Cuz 19
184﴿ Ayrıca sizi de, evvelki bütün halkları da yaratmış olan O Zât(a isyan)dan hakkıyla sakının.”
185﴿ (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ın bu nasîhatleri karşısında kavmi ona) dediler ki: “Sen ancak çokça büyülen(erek aklını kaybet)miş kimselerdensin.
186﴿ Zâten sen ancak bizim gibi bir beşersin; gerçekten biz seni(n) elbette yalan söyleyenlerden (olduğunu) sanmaktayız.
187﴿ Öyleyse (bizi helâk edecek) birtakım parçaları bizim üzerimize gökten düşür! Eğer (peygamberlik iddianda) doğru kimselerden olduysan (bunu yapabilirsin)!”
188﴿ (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Benim Rabbim sizin yapmakta olduğunuz şeyleri çok iyi bilendir! (Dolayısıyla size ne şekilde ve ne zaman azap edeceğini de ancak O bilir!)
189﴿ Netîcede onlar onu yalanladılar da (birden peydahlanan) o bulut gününün (fecî) azâbı onları hemen yakaladı. Gerçekten o (başlarına gelen), çok büyük olan müthiş bir günün azâbı olmuştu. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bir hafta boyu süren aşırı sıcak nedeniyle sahralara çıkmışlarken, ânî beliren bir bulutun altında yağmur beklentisiyle toplandıkları sırada, istedikleri gibi, gökten gelen bir ateşle yanarak helâk oldular. (el-Beyzâvî)
190﴿ (Habîbim!) İşte sana! Muhakkak ki bu (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ın kıssası)nda, elbette çok büyük bir âyet (ve ibret) vardır. Ama onların çoğu (ona) îmân eden kimseler olmamıştır.
191﴿ Yine de şüphesiz senin Rabbin; elbette Azîz ve Rahîm ancak O’dur!
192﴿ Muhakkak ki o (Kur’ân) da (diğer semâvî kitaplar gibi) elbette bütün âlemlerin Rabbinden peyderpey indirilmiş olan (yüce bir Kitâb)dır.
193﴿ (Din konusunda insanları dirilten vahyi güvenilir bir şekilde getirdiği için kendisine) Rûhu’l-Emîn (denen Cibrîl) onu indirmiştir.
194﴿ Senin kalbinin üzerine (Cibrîl o Kur’ân’ı indirdi); tâ ki sen (de evvelce vahye mazhar olan peygamberler gibi, önlerindeki tehlikelere karşı ümmetini) uyarıcı kimselerden olasın!
195﴿ (Senin kavmin olan Kureyş tarafından iyi bilinen ve mânâya delâleti) çok açık olan Arapça bir lisân ile (Cibrîl onu sana indirdi)!
196﴿ Yine şüphesiz ki o (Kur’ân’ın bahsi), elbette evvelki (rasül)lerin kitaplarında (yazılı)dır.
197﴿ Ayrıca Benîisrâîl âlimlerinin onu (ve kendisine indirilen zâtı, özel vasıflarıyla tanıyıp) bilmesi o (Mekke ehlinden kâfir ola)nlar için (Kur’ân’ın ve Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğruluğuna dâir) önemli bir âyet (ve delil) olmamış mıdır?!
198﴿ Ama eğer Biz onu (Kur’ân gibi fasîh bir kitabı tanzîm edecek konuşma yeteneğine sâhip olan kişi bir yana, hiç) Arapça konuşamayan kimselerden birinin üzerine indirmiş olsaydık da...
199﴿ Netîcede o onu (bu eşsiz Arapça hâliyle) onlara okuyacak (ve böylece okunanın mûcizelik vasfına, bir de Arapça bilmeyen birinin fasîh Arapça konuşabilme mûcizesi eklenecek) olsaydı, yine de (inat ve kibirlerinin aşırılığı yüzünden bu kadar açık bir mûcize karşısında bile) ona îmân eden kimseler olmazlardı.
200﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (Kur’ân’ın buyruğu)nu(n hak olduğuna delâlet eden nice delilleri) o (şirk günahını işleyen) suçluların kalplerinin içerisine böylece (görülmemiş bir sûretle) girdirdik (de bu sebeple onlar onun mânâlarını, fesâhat ve belâğatını ve beşer üstü bir kitap olduğunu anladılar. Bir de bu anlayışa Ehl-i Kitap âlimlerinin şâhitliği ve önceki kitaplardaki bilgi eklenmişken hâlâ nasıl inkâr ediyorlar).
201﴿ (Ama yine de) onlar (kendilerini îmâna mecbur bırakacak) o çok acı verici azâbı görünceye kadar ona îmân etmezler.
202﴿ İşte o (azâbın nereden ve ne zaman geleceğini), kendileri fark etmezlerken birdenbire karşılaşılarak (dünyâda da âhirette de hiç beklemedikleri bir anda) onlara gelinceye kadar (îmân etmezler)!
203﴿ Onlar da hemen: “(Acabâ) biz mühlet verilen kimseler (olabilir) miyiz?!” deyinceye kadar (îmân etmezler)!
204﴿ Yoksa onlar (“Söz verdiğin azâbı çabuk getir” gibi laflar ederek) özellikle Bizim azâbımızı mı acele istiyorlar?!
205﴿ (Habîbim!) Şimdi gördün mü (söyle bakayım)? Biz onları (nîmetlerimizle) senelerce faydalandırıp yaşatacak olsak…
206﴿ Sonra da o sürekli kendilerinin tehdit edilmekte oldukları şey onlara gelse...
سُورَةُ الشُّعَرَاءِ
الجزء ١٩
٣٧٤
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ ﴿١٨٤
قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ ﴿١٨٥
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ ﴿١٨٦
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ ﴿١٨٧
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨٨
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿١٨٩
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١٩٠
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١٩١
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿١٩٢
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ ﴿١٩٣
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ ﴿١٩٤
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ ﴿١٩٥
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ ﴿١٩٦
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿١٩٧
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ ﴿١٩٨
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ ﴿١٩٩
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿٢٠٠
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ ﴿٢٠١
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿٢٠٢
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ ﴿٢٠٣
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٢٠٤
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ ﴿٢٠٥
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ ﴿٢٠٦
Şuarâ Sûresi
374
Cuz 19
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ ﴿١٨٤
184﴿ Ayrıca sizi de, evvelki bütün halkları da yaratmış olan O Zât(a isyan)dan hakkıyla sakının.”
قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ ﴿١٨٥
185﴿ (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ın bu nasîhatleri karşısında kavmi ona) dediler ki: “Sen ancak çokça büyülen(erek aklını kaybet)miş kimselerdensin.
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ ﴿١٨٦
186﴿ Zâten sen ancak bizim gibi bir beşersin; gerçekten biz seni(n) elbette yalan söyleyenlerden (olduğunu) sanmaktayız.
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ ﴿١٨٧
187﴿ Öyleyse (bizi helâk edecek) birtakım parçaları bizim üzerimize gökten düşür! Eğer (peygamberlik iddianda) doğru kimselerden olduysan (bunu yapabilirsin)!”
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨٨
188﴿ (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Benim Rabbim sizin yapmakta olduğunuz şeyleri çok iyi bilendir! (Dolayısıyla size ne şekilde ve ne zaman azap edeceğini de ancak O bilir!)
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿١٨٩
189﴿ Netîcede onlar onu yalanladılar da (birden peydahlanan) o bulut gününün (fecî) azâbı onları hemen yakaladı. Gerçekten o (başlarına gelen), çok büyük olan müthiş bir günün azâbı olmuştu. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bir hafta boyu süren aşırı sıcak nedeniyle sahralara çıkmışlarken, ânî beliren bir bulutun altında yağmur beklentisiyle toplandıkları sırada, istedikleri gibi, gökten gelen bir ateşle yanarak helâk oldular. (el-Beyzâvî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١٩٠
190﴿ (Habîbim!) İşte sana! Muhakkak ki bu (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ın kıssası)nda, elbette çok büyük bir âyet (ve ibret) vardır. Ama onların çoğu (ona) îmân eden kimseler olmamıştır.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١٩١
191﴿ Yine de şüphesiz senin Rabbin; elbette Azîz ve Rahîm ancak O’dur!
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿١٩٢
192﴿ Muhakkak ki o (Kur’ân) da (diğer semâvî kitaplar gibi) elbette bütün âlemlerin Rabbinden peyderpey indirilmiş olan (yüce bir Kitâb)dır.
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ ﴿١٩٣
193﴿ (Din konusunda insanları dirilten vahyi güvenilir bir şekilde getirdiği için kendisine) Rûhu’l-Emîn (denen Cibrîl) onu indirmiştir.
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ ﴿١٩٤
194﴿ Senin kalbinin üzerine (Cibrîl o Kur’ân’ı indirdi); tâ ki sen (de evvelce vahye mazhar olan peygamberler gibi, önlerindeki tehlikelere karşı ümmetini) uyarıcı kimselerden olasın!
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ ﴿١٩٥
195﴿ (Senin kavmin olan Kureyş tarafından iyi bilinen ve mânâya delâleti) çok açık olan Arapça bir lisân ile (Cibrîl onu sana indirdi)!
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ ﴿١٩٦
196﴿ Yine şüphesiz ki o (Kur’ân’ın bahsi), elbette evvelki (rasül)lerin kitaplarında (yazılı)dır.
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿١٩٧
197﴿ Ayrıca Benîisrâîl âlimlerinin onu (ve kendisine indirilen zâtı, özel vasıflarıyla tanıyıp) bilmesi o (Mekke ehlinden kâfir ola)nlar için (Kur’ân’ın ve Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğruluğuna dâir) önemli bir âyet (ve delil) olmamış mıdır?!
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ ﴿١٩٨
198﴿ Ama eğer Biz onu (Kur’ân gibi fasîh bir kitabı tanzîm edecek konuşma yeteneğine sâhip olan kişi bir yana, hiç) Arapça konuşamayan kimselerden birinin üzerine indirmiş olsaydık da...
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ ﴿١٩٩
199﴿ Netîcede o onu (bu eşsiz Arapça hâliyle) onlara okuyacak (ve böylece okunanın mûcizelik vasfına, bir de Arapça bilmeyen birinin fasîh Arapça konuşabilme mûcizesi eklenecek) olsaydı, yine de (inat ve kibirlerinin aşırılığı yüzünden bu kadar açık bir mûcize karşısında bile) ona îmân eden kimseler olmazlardı.
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿٢٠٠
200﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (Kur’ân’ın buyruğu)nu(n hak olduğuna delâlet eden nice delilleri) o (şirk günahını işleyen) suçluların kalplerinin içerisine böylece (görülmemiş bir sûretle) girdirdik (de bu sebeple onlar onun mânâlarını, fesâhat ve belâğatını ve beşer üstü bir kitap olduğunu anladılar. Bir de bu anlayışa Ehl-i Kitap âlimlerinin şâhitliği ve önceki kitaplardaki bilgi eklenmişken hâlâ nasıl inkâr ediyorlar).
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ ﴿٢٠١
201﴿ (Ama yine de) onlar (kendilerini îmâna mecbur bırakacak) o çok acı verici azâbı görünceye kadar ona îmân etmezler.
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿٢٠٢
202﴿ İşte o (azâbın nereden ve ne zaman geleceğini), kendileri fark etmezlerken birdenbire karşılaşılarak (dünyâda da âhirette de hiç beklemedikleri bir anda) onlara gelinceye kadar (îmân etmezler)!
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ ﴿٢٠٣
203﴿ Onlar da hemen: “(Acabâ) biz mühlet verilen kimseler (olabilir) miyiz?!” deyinceye kadar (îmân etmezler)!
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٢٠٤
204﴿ Yoksa onlar (“Söz verdiğin azâbı çabuk getir” gibi laflar ederek) özellikle Bizim azâbımızı mı acele istiyorlar?!
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ ﴿٢٠٥
205﴿ (Habîbim!) Şimdi gördün mü (söyle bakayım)? Biz onları (nîmetlerimizle) senelerce faydalandırıp yaşatacak olsak…
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ ﴿٢٠٦
206﴿ Sonra da o sürekli kendilerinin tehdit edilmekte oldukları şey onlara gelse...