v02.01.25 Geliştirme Notları
Neml Sûresi
379
Cuz 19
36﴿ Nihâyet (Belkıs bu söylediğini tatbîk ederek bir heyeti yola çıkardı. Gönderilen heyetin başında bulunan kişi hediyelerle) Süleymân’a geldiği zaman o (onların getirdiği hediyeleri küçümseyerek) dedi ki: “Siz bana değersiz bir mal ile mi yardım etme(ye teşebbüs etme)ktesiniz?! İşte Allâh’ın bana vermiş olduğu (peygamberlik, ilim ve saltanat gibi) şeyler, size vermiş olduğu (dünyâ malları)ndan çok daha hayırlıdır. Doğrusu (o hediyeler size verilseydi o) hediyelerinizle ancak siz sevinirsiniz. (Çünkü siz görünen hayattan başka bir şey bilmediğiniz için, aranızda alıp verdiğiniz hediyelerle mallarınızı artırır ve akrânınıza karşı iftihâr edersiniz. Ama benim bu gibi şeylere ihtiyâcım yoktur!)
37﴿ (Ey elçi! Getirdiklerini alarak) onlara dön(üp şu haberimi ulaştır ki), (Müslüman olmamaları hâlinde) andolsun ki; elbette hemen onlara güçlü birtakım ordularla geliriz ki, kendileri için onların karşısında hiçbir mukābele (ve karşı durabilme imkânı) olamaz ve yemîn olsun ki; muhakkak kendileri (esir edilerek) küçük düş(ürül)müş hakîr kimseler olarak onları oradan çıkarırız.”
38﴿ (Elçi geri döndükten sonra Süleymân (Aleyhisselâm) Allâh-u Te‘âlâ’nın üstün gücünü Belkıs’a gösterip de İslâm’a girmesini kolaylaştırmak için etrâfında bulunan eşrâfa) dedi ki: “Ey ulu kişiler! Onlar bana Müslüman kimseler hâlinde gelmeden önce bana onun (kapalı kapılar ardında korumalarla muhâfaza ettiği) tahtını hanginiz getirebilir?”
39﴿ Cinlerden (kötü huylu, inatçı ve güçlü) bir ifrît dedi ki: “Sen (sabahları insanlara hüküm vermek için oturduğun bu) makāmından (öğlen vakti) kalkmadan önce ben onu sana getiririm; gerçekten de ben buna karşı elbette çok gücü yeten, ziyâde güvenilir biriyim (dolayısıyla onu taşımak bana zor gelmeyeceği gibi, hiçbir parçasına zarar dokundurmadan sapasağlam bir şekilde onu sana teslim ederim).”
40﴿ (Tevrât ve Zebûr gibi, Süleymân (Aleyhisselâm)dan önce indirilmiş) o kitaplardan kendi nezdinde büyük bir ilim bulunan o (Âsaf ibnü Berhiyâ isimli sıddîk) kişi (kendisiyle duâ edildiği anda kabûl eseri görülecek olan İsm-i Âzam’ı bildiği için): “Gözün(ü bir tarafa çevirdiğinde o) sana geri dönmeden ben onu sana getiririm” dedi. O (zât, İsm-i Âzam’ı okuduğu zaman bir kerâmet olarak Belkıs’ın tahtı Yemen’den Kudüs’e bir anda gelince ve Süleymân (Aleyhisselâm)) onu yanında yerleşmiş bir hâlde görünce (bu nîmete şükretmek üzere): “İşte (göz açıp kapayacak kadar kısa bir zamanda) bu (murâdımın gerçekleşmesi), Rabbimin (bana lütfetmiş olduğu) fazlından (bir ikrâmı)dır. O (Rabbim), şükür mü yapacağım yoksa (kendime bir pay çıkararak yâhut hakkıyla şükredemeyerek) nankörlük mü yapacağım diye beni imtihân (edenin muâmelesine tâbi) etsin diye (bunu bana vermiştir)! Ve her kim şükür yaparsa (bununla nîmetinin devâmını ve artışını sağlayacağından) ancak kendisi(nin menfaati) için şükürde bulunmuş olur; ama her kim nankörlük yaparsa, şüphesiz ki benim Rabbim (kimsenin şükrüne ihtiyâcı olmayan bir) Ğaniyy’dir, (nankörlük yüzünden nîmetini kesmeyecek derecede iyilik sâhibi bir) Kerîm’dir” dedi.
41﴿ (Süleymân (Aleyhisselâm)) dedi ki: “O kadın(ın şaşırması) için tahtını(n şeklini değiştirip) tanınmaz hâle getirin ki; bakalım (onu tanıma konusunda) doğruya ulaşabilecek mi yoksa doğruya erişemeyen kimselerden mi olacak?”
42﴿ Nihâyet o kadın (Süleymân (Aleyhisselâm)ın yanına) geldiği zaman (tahtı kendisine gösterilerek): “İşte senin tahtın bunun gibi miydi?” denildi. O: “Sanki gerçekten o onun ta kendisidir! Zâten bu (mûcizenin zuhûru)ndan önce (Hüdhüd’ün gelişiyle) bize (Allâh’ın üstün gücü ve senin peygamberliğin hakkında) ilim verilmişti ve biz Müslüman kimseler olmuştuk” dedi.
43﴿ (Belkıs aslında Hüdhüd’ün haberiyle İslâm’ı kabullenmişti) ama (evvelce) Allâh’ı bırakıp da tapar olduğu o şey(in vazgeçilmezliği ve eski bir âdet olarak güneşe tapmanın o toplumda benimsenmiş olması) onu(n bunu daha önce açıklamasını) engellemişti, çünkü o (Belkıs), gerçekten (de azılı) kâfirler olan bir kavimden idi.
44﴿ (Süleymân (Aleyhisselâm) Belkıs’a daha ziyâde hayran kalacağı bir eser göstermek için) o kadına: “(Cinlerin, su gibi berrak kristallerden katlar hâlinde binâ edip içerisine her türlü deniz hayvanını yerleştirdikleri ve üzerinde yürüyen ile su arasında kristallerden başka engel bulunmayan) o (üstü açık) köşke gir (de başköşesinde bulunan Süleymân (Aleyhisselâm)ın tahtının azametini ve insanların, cinlerin hattâ kuşların onun huzûrunda nasıl saygıyla el pençe divan durduklarını bizzât müşâhede et)” denildi. Akabinde o kadın onu gördüğü zaman onu derin bir su sandı da (etekleri ıslanmasın diye) ayaklarından (bir miktar) açtı. O(na bakmamak için gözünü çeviren Süleymân (Aleyhisselâm)): “(Eteğini açmana gerek yok! Çünkü) gerçekten de o (köşk), dümdüz (ve pürüzsüz bir şekilde) yapılmış (ince) camlardan (mâmul) değerli bir köşktür” dedi. O kadın (hayranlık uyandıran bu hâdise karşısında) dedi ki: “Ey Rabbim! Muhakkak ben (bunca zaman Seni ve peygamberini tanımayarak) nefsime zulmetmiş oldum. (Şimdi ise) Süleymân ile birlikte bütün âlemlerin Rabbi olan (Senin gibi yüce) Allâh’a teslim oldu(ğumu açıkladı)m.”
سُورَةُ النَّمْلِ
الجزء ١٩
٣٧٩
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ ﴿٣٦
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ ﴿٣٧
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ ﴿٣٨
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ ﴿٣٩
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ ﴿٤٠
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ ﴿٤١
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ ﴿٤٢
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ ﴿٤٣
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ ﴿٤٤
Neml Sûresi
379
Cuz 19
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ ﴿٣٦
36﴿ Nihâyet (Belkıs bu söylediğini tatbîk ederek bir heyeti yola çıkardı. Gönderilen heyetin başında bulunan kişi hediyelerle) Süleymân’a geldiği zaman o (onların getirdiği hediyeleri küçümseyerek) dedi ki: “Siz bana değersiz bir mal ile mi yardım etme(ye teşebbüs etme)ktesiniz?! İşte Allâh’ın bana vermiş olduğu (peygamberlik, ilim ve saltanat gibi) şeyler, size vermiş olduğu (dünyâ malları)ndan çok daha hayırlıdır. Doğrusu (o hediyeler size verilseydi o) hediyelerinizle ancak siz sevinirsiniz. (Çünkü siz görünen hayattan başka bir şey bilmediğiniz için, aranızda alıp verdiğiniz hediyelerle mallarınızı artırır ve akrânınıza karşı iftihâr edersiniz. Ama benim bu gibi şeylere ihtiyâcım yoktur!)
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ ﴿٣٧
37﴿ (Ey elçi! Getirdiklerini alarak) onlara dön(üp şu haberimi ulaştır ki), (Müslüman olmamaları hâlinde) andolsun ki; elbette hemen onlara güçlü birtakım ordularla geliriz ki, kendileri için onların karşısında hiçbir mukābele (ve karşı durabilme imkânı) olamaz ve yemîn olsun ki; muhakkak kendileri (esir edilerek) küçük düş(ürül)müş hakîr kimseler olarak onları oradan çıkarırız.”
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ ﴿٣٨
38﴿ (Elçi geri döndükten sonra Süleymân (Aleyhisselâm) Allâh-u Te‘âlâ’nın üstün gücünü Belkıs’a gösterip de İslâm’a girmesini kolaylaştırmak için etrâfında bulunan eşrâfa) dedi ki: “Ey ulu kişiler! Onlar bana Müslüman kimseler hâlinde gelmeden önce bana onun (kapalı kapılar ardında korumalarla muhâfaza ettiği) tahtını hanginiz getirebilir?”
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ ﴿٣٩
39﴿ Cinlerden (kötü huylu, inatçı ve güçlü) bir ifrît dedi ki: “Sen (sabahları insanlara hüküm vermek için oturduğun bu) makāmından (öğlen vakti) kalkmadan önce ben onu sana getiririm; gerçekten de ben buna karşı elbette çok gücü yeten, ziyâde güvenilir biriyim (dolayısıyla onu taşımak bana zor gelmeyeceği gibi, hiçbir parçasına zarar dokundurmadan sapasağlam bir şekilde onu sana teslim ederim).”
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ ﴿٤٠
40﴿ (Tevrât ve Zebûr gibi, Süleymân (Aleyhisselâm)dan önce indirilmiş) o kitaplardan kendi nezdinde büyük bir ilim bulunan o (Âsaf ibnü Berhiyâ isimli sıddîk) kişi (kendisiyle duâ edildiği anda kabûl eseri görülecek olan İsm-i Âzam’ı bildiği için): “Gözün(ü bir tarafa çevirdiğinde o) sana geri dönmeden ben onu sana getiririm” dedi. O (zât, İsm-i Âzam’ı okuduğu zaman bir kerâmet olarak Belkıs’ın tahtı Yemen’den Kudüs’e bir anda gelince ve Süleymân (Aleyhisselâm)) onu yanında yerleşmiş bir hâlde görünce (bu nîmete şükretmek üzere): “İşte (göz açıp kapayacak kadar kısa bir zamanda) bu (murâdımın gerçekleşmesi), Rabbimin (bana lütfetmiş olduğu) fazlından (bir ikrâmı)dır. O (Rabbim), şükür mü yapacağım yoksa (kendime bir pay çıkararak yâhut hakkıyla şükredemeyerek) nankörlük mü yapacağım diye beni imtihân (edenin muâmelesine tâbi) etsin diye (bunu bana vermiştir)! Ve her kim şükür yaparsa (bununla nîmetinin devâmını ve artışını sağlayacağından) ancak kendisi(nin menfaati) için şükürde bulunmuş olur; ama her kim nankörlük yaparsa, şüphesiz ki benim Rabbim (kimsenin şükrüne ihtiyâcı olmayan bir) Ğaniyy’dir, (nankörlük yüzünden nîmetini kesmeyecek derecede iyilik sâhibi bir) Kerîm’dir” dedi.
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ ﴿٤١
41﴿ (Süleymân (Aleyhisselâm)) dedi ki: “O kadın(ın şaşırması) için tahtını(n şeklini değiştirip) tanınmaz hâle getirin ki; bakalım (onu tanıma konusunda) doğruya ulaşabilecek mi yoksa doğruya erişemeyen kimselerden mi olacak?”
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ ﴿٤٢
42﴿ Nihâyet o kadın (Süleymân (Aleyhisselâm)ın yanına) geldiği zaman (tahtı kendisine gösterilerek): “İşte senin tahtın bunun gibi miydi?” denildi. O: “Sanki gerçekten o onun ta kendisidir! Zâten bu (mûcizenin zuhûru)ndan önce (Hüdhüd’ün gelişiyle) bize (Allâh’ın üstün gücü ve senin peygamberliğin hakkında) ilim verilmişti ve biz Müslüman kimseler olmuştuk” dedi.
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ ﴿٤٣
43﴿ (Belkıs aslında Hüdhüd’ün haberiyle İslâm’ı kabullenmişti) ama (evvelce) Allâh’ı bırakıp da tapar olduğu o şey(in vazgeçilmezliği ve eski bir âdet olarak güneşe tapmanın o toplumda benimsenmiş olması) onu(n bunu daha önce açıklamasını) engellemişti, çünkü o (Belkıs), gerçekten (de azılı) kâfirler olan bir kavimden idi.
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ ﴿٤٤
44﴿ (Süleymân (Aleyhisselâm) Belkıs’a daha ziyâde hayran kalacağı bir eser göstermek için) o kadına: “(Cinlerin, su gibi berrak kristallerden katlar hâlinde binâ edip içerisine her türlü deniz hayvanını yerleştirdikleri ve üzerinde yürüyen ile su arasında kristallerden başka engel bulunmayan) o (üstü açık) köşke gir (de başköşesinde bulunan Süleymân (Aleyhisselâm)ın tahtının azametini ve insanların, cinlerin hattâ kuşların onun huzûrunda nasıl saygıyla el pençe divan durduklarını bizzât müşâhede et)” denildi. Akabinde o kadın onu gördüğü zaman onu derin bir su sandı da (etekleri ıslanmasın diye) ayaklarından (bir miktar) açtı. O(na bakmamak için gözünü çeviren Süleymân (Aleyhisselâm)): “(Eteğini açmana gerek yok! Çünkü) gerçekten de o (köşk), dümdüz (ve pürüzsüz bir şekilde) yapılmış (ince) camlardan (mâmul) değerli bir köşktür” dedi. O kadın (hayranlık uyandıran bu hâdise karşısında) dedi ki: “Ey Rabbim! Muhakkak ben (bunca zaman Seni ve peygamberini tanımayarak) nefsime zulmetmiş oldum. (Şimdi ise) Süleymân ile birlikte bütün âlemlerin Rabbi olan (Senin gibi yüce) Allâh’a teslim oldu(ğumu açıkladı)m.”