v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
38
Cuz 2
238﴿ O (farz) namazlara ve (aralarındaki) orta namaza (vaktine riâyet ederek, tüm şart ve rükünlerini yerine getirerek) devâm edin ve Allâh için (itâat, huşû ve zikirde bulunmak sûretiyle) kunût edici kimseler olarak (namazın şartlarından biri olan kıyâm farzını yerine getirmek üzere) ayakta durun! “Orta namaz”; İmam-ı Âzam (Radıyallâhu Anh) ve cumhûra göre, “İkindi namazı” ise de, farklı yedi görüş için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/710-717
239﴿ Eğer (harp ve su baskını gibi tehlikeler yüzünden) korkar (da, ayakta sâkince namaz kılma imkânı bulamaz)-sanız, o hâlde yürüyücü kimseler yâhut (bir vâsıtaya) binici kimseler olarak (kıbleye yönelme şartından muaf bir şekilde kılın, hiçbir hâlde namazı bırakmayın)! (Tehlikelerden) emin olduğunuzda ise, (Kur’ân indirilmeden önce, korku ve emniyet hâlindeki namazlar konusunda) bilmez olduğunuz şeyi (ve emniyet hâlinde namazı nasıl kılacağınızı O) size öğrettiği gibi (namazı edâ ederek) Allâh’ı zikredin.
240﴿ Bir de içinizden o kimseler ki ölecekler de (arkalarına) eşler bırakacaklardır, (bıraktıkları maldan) eşleri için (yapacakları) bir vasiyetle; bir yıla kadar (evlerinden) çıkarılmaksızın faydalandırmayı (vasiyet etmeleri kendilerine farz kılınmıştır). (Ey ölünün velîleri ve yöneticiler!) Ama o (kadı)nlar (bu müddet bittikten sonra veyâ bu süre zarfında evlenme veyâ başka nedenlerle kendi irâdeleriyle kocalarının evinden) çıkarlarsa, (yas tutmayı bırakıp süslenme ve nişanlanmayı çıtlatma ve îmâ gibi) kendileri hakkında yapmış oldukları mârûf (ve meşrû olup şerîatın reddetmediği) bir şey husûsunda sizin üzerinize hiçbir günah yoktur. (İşte bu hükümler yerli yerindedir) zâten Allâh (hükmüne muhâlefet edenden intikam alan) bir Azîz’dir, (koyduğu hükümlerde kullarının yararını gözeten) bir Hakîm’dir. İslâm’ın bidâyetinde bu âyetin hükmü geçerliyken daha sonra neshedilmiştir. Nitekim Ömer Nesefî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; câhiliyet döneminde Araplardan bir adam ölüp geriye eşini bıraktığı zaman o adamın vârisleri kadını ebediyyen evlendirmezler ve ölünün hem hanımına, hem malına vâris olurlardı, dolayısıyla kadına mîras vermezlerdi. Nitekim Nisâ Sûresi’nin 19. âyet-i kerîmesi bunu nehyetmek üzere nâzil olmuştur. Allâh-u Te‘âlâ onları alıştıkları bu durumdan uzaklaştırırken tedrîc üzere vahiyler indirdi, önce onlara kadına mîras yerine nafaka ve barınma husûsunda vasiyet yapmalarını emretti, evlenmelerine mâni olan iddeti de bu âyet-i kerîme ile bir sene olarak tâyin etti. Daha sonra Nisâ Sûresi’nin 12. âyetinde “Çocuklu kadınlara kocalarının malından dörtte bir, çocuksuzlara ise sekizde bir gibi haklar” tanınmasıyla bu vasiyetin farziyeti neshedilmiştir. Ayrıca Bakara Sûresi’nin 234. âyetinde “Kocası ölen kadınların dört ay on gün beklemesi gerektiği” bildirilerek, “Bir sene bekleme” hükmü kaldırılmıştır. Okunuşta önce olan 234. âyet-i kerîme iniş sırasında bu âyetten sonradır. Dolayısıyla bu âyet-i kerîme mensûh olup okunuşta önce olan o âyet-i kerîme nâsihtir. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 3/276)
241﴿ Ayrıca (kendileriyle cimâ edilmiş veyâ edilmemiş, mehri belirli veyâ belirsiz olup, kocaları tarafından) talâk verilen tüm kadınlar için, (iddetleri zarfındaki geçimleriyle ilgili olarak) mârûf (olan ve hem dîne, hem de akla uygun olduğu bilinen bir yol) ile bir faydalanma (hakkı) vardır. (Şirkten ve günahlardan hakkıyla sakınan) takvâ sâhibi kimseler üzerine (onların ödemeleri gereken) bir hak olarak (bu hüküm yazılmıştır).
242﴿ (Ey mümin!) İşte sana! Allâh size (iki cihanda muhtaç olduğunuz hükümleri bildiren) âyetlerini böylece tamâmen açıklıyor, tâ ki siz (din ve dünyânızın düzeniyle alâkalı farzları ve hükümleri) anlayasınız.
243﴿ (Ey evvelce geçenlerin kıssaları hakkında ilim sâhibi olan kişi!) Kendileri binler(ce kişi) oldukları hâlde, (salgın hastalığa yakalanma korkusuyla) ölümden sakınmak için yurtlarından çıkmış olan o kimseleri(n başına gelenden haberdâr edilerek onları) gör(ür gibi bil)-medin mi?! Akabinde Allâh onlara: “Ölün” buyurmuş, (o anda tek bir kişinin ölümü gibi hep birlikte ölmüşler) sonra da (Allâh’ın kazâ ve kaderinden kaçış olmadığını bilip ibret almaları için) onları diriltmişti. Şüphesiz ki Allâh (bu nîmete mazhar olan ve ibret almaları için bu kıssayı duyan) tüm insanlara karşı elbette pek büyük bir fazl(-u kerem) sâhibidir. (Bu durumda herkesin O’nun bu iyiliğine şükretmesi gerekir) velâkin insanların çoğu (gerektiği şekilde O’na) şükretmezler.
244﴿ (Ey Müslümanlar! Mâdemki kaçışla ölümden kurtuluş olmadığını anladınız, öyleyse) Allâh yolunda (ve O’nun dînini yüceltmek için din düşmanlarıyla) savaşın ve (yakînen) bilin ki; şüphesiz Allâh (cihattan geri kalanların caydırıcı laflarını da, cihâda çıkanların teşvik edici sözlerini de çok iyi duyan) bir Semî‘dir, (herkesin içinde gizlediği niyetleri de çok iyi bilen ve karşılığını verecek olan) bir Alîm’dir.
245﴿ Kim şu (cömert) kimsedir ki; (malını ihlâs ve gönül hoşluğuyla dînî hizmetlere harcayarak ve borç isteyene fâizsiz para vererek) güzel bir ödünçle Allâh’a borç verir de, O da kendisi için o (bağışta bulunduğu)nu birçok katlara katla(yarak artırı)r? Zâten Allâh (rızkı dilediğine) daraltır ve (istediğine) geniş yapar. Sizler ise ancak O’n(un âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz. (İşte o zaman yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٣٨
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ ﴿٢٣٨
فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًاۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ ﴿٢٣٩
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًاۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٤٠
وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِۜ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَ ﴿٢٤١
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟ ﴿٢٤٢
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِۖ فَقَالَ لَهُمُ اللّٰهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٢٤٣
وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٤٤
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافًا كَث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٤٥
Bakara Sûresi
38
Cuz 2
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ ﴿٢٣٨
238﴿ O (farz) namazlara ve (aralarındaki) orta namaza (vaktine riâyet ederek, tüm şart ve rükünlerini yerine getirerek) devâm edin ve Allâh için (itâat, huşû ve zikirde bulunmak sûretiyle) kunût edici kimseler olarak (namazın şartlarından biri olan kıyâm farzını yerine getirmek üzere) ayakta durun! “Orta namaz”; İmam-ı Âzam (Radıyallâhu Anh) ve cumhûra göre, “İkindi namazı” ise de, farklı yedi görüş için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/710-717
فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًاۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ ﴿٢٣٩
239﴿ Eğer (harp ve su baskını gibi tehlikeler yüzünden) korkar (da, ayakta sâkince namaz kılma imkânı bulamaz)-sanız, o hâlde yürüyücü kimseler yâhut (bir vâsıtaya) binici kimseler olarak (kıbleye yönelme şartından muaf bir şekilde kılın, hiçbir hâlde namazı bırakmayın)! (Tehlikelerden) emin olduğunuzda ise, (Kur’ân indirilmeden önce, korku ve emniyet hâlindeki namazlar konusunda) bilmez olduğunuz şeyi (ve emniyet hâlinde namazı nasıl kılacağınızı O) size öğrettiği gibi (namazı edâ ederek) Allâh’ı zikredin.
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًاۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٤٠
240﴿ Bir de içinizden o kimseler ki ölecekler de (arkalarına) eşler bırakacaklardır, (bıraktıkları maldan) eşleri için (yapacakları) bir vasiyetle; bir yıla kadar (evlerinden) çıkarılmaksızın faydalandırmayı (vasiyet etmeleri kendilerine farz kılınmıştır). (Ey ölünün velîleri ve yöneticiler!) Ama o (kadı)nlar (bu müddet bittikten sonra veyâ bu süre zarfında evlenme veyâ başka nedenlerle kendi irâdeleriyle kocalarının evinden) çıkarlarsa, (yas tutmayı bırakıp süslenme ve nişanlanmayı çıtlatma ve îmâ gibi) kendileri hakkında yapmış oldukları mârûf (ve meşrû olup şerîatın reddetmediği) bir şey husûsunda sizin üzerinize hiçbir günah yoktur. (İşte bu hükümler yerli yerindedir) zâten Allâh (hükmüne muhâlefet edenden intikam alan) bir Azîz’dir, (koyduğu hükümlerde kullarının yararını gözeten) bir Hakîm’dir. İslâm’ın bidâyetinde bu âyetin hükmü geçerliyken daha sonra neshedilmiştir. Nitekim Ömer Nesefî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; câhiliyet döneminde Araplardan bir adam ölüp geriye eşini bıraktığı zaman o adamın vârisleri kadını ebediyyen evlendirmezler ve ölünün hem hanımına, hem malına vâris olurlardı, dolayısıyla kadına mîras vermezlerdi. Nitekim Nisâ Sûresi’nin 19. âyet-i kerîmesi bunu nehyetmek üzere nâzil olmuştur. Allâh-u Te‘âlâ onları alıştıkları bu durumdan uzaklaştırırken tedrîc üzere vahiyler indirdi, önce onlara kadına mîras yerine nafaka ve barınma husûsunda vasiyet yapmalarını emretti, evlenmelerine mâni olan iddeti de bu âyet-i kerîme ile bir sene olarak tâyin etti. Daha sonra Nisâ Sûresi’nin 12. âyetinde “Çocuklu kadınlara kocalarının malından dörtte bir, çocuksuzlara ise sekizde bir gibi haklar” tanınmasıyla bu vasiyetin farziyeti neshedilmiştir. Ayrıca Bakara Sûresi’nin 234. âyetinde “Kocası ölen kadınların dört ay on gün beklemesi gerektiği” bildirilerek, “Bir sene bekleme” hükmü kaldırılmıştır. Okunuşta önce olan 234. âyet-i kerîme iniş sırasında bu âyetten sonradır. Dolayısıyla bu âyet-i kerîme mensûh olup okunuşta önce olan o âyet-i kerîme nâsihtir. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 3/276)
وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِۜ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَ ﴿٢٤١
241﴿ Ayrıca (kendileriyle cimâ edilmiş veyâ edilmemiş, mehri belirli veyâ belirsiz olup, kocaları tarafından) talâk verilen tüm kadınlar için, (iddetleri zarfındaki geçimleriyle ilgili olarak) mârûf (olan ve hem dîne, hem de akla uygun olduğu bilinen bir yol) ile bir faydalanma (hakkı) vardır. (Şirkten ve günahlardan hakkıyla sakınan) takvâ sâhibi kimseler üzerine (onların ödemeleri gereken) bir hak olarak (bu hüküm yazılmıştır).
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟ ﴿٢٤٢
242﴿ (Ey mümin!) İşte sana! Allâh size (iki cihanda muhtaç olduğunuz hükümleri bildiren) âyetlerini böylece tamâmen açıklıyor, tâ ki siz (din ve dünyânızın düzeniyle alâkalı farzları ve hükümleri) anlayasınız.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِۖ فَقَالَ لَهُمُ اللّٰهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٢٤٣
243﴿ (Ey evvelce geçenlerin kıssaları hakkında ilim sâhibi olan kişi!) Kendileri binler(ce kişi) oldukları hâlde, (salgın hastalığa yakalanma korkusuyla) ölümden sakınmak için yurtlarından çıkmış olan o kimseleri(n başına gelenden haberdâr edilerek onları) gör(ür gibi bil)-medin mi?! Akabinde Allâh onlara: “Ölün” buyurmuş, (o anda tek bir kişinin ölümü gibi hep birlikte ölmüşler) sonra da (Allâh’ın kazâ ve kaderinden kaçış olmadığını bilip ibret almaları için) onları diriltmişti. Şüphesiz ki Allâh (bu nîmete mazhar olan ve ibret almaları için bu kıssayı duyan) tüm insanlara karşı elbette pek büyük bir fazl(-u kerem) sâhibidir. (Bu durumda herkesin O’nun bu iyiliğine şükretmesi gerekir) velâkin insanların çoğu (gerektiği şekilde O’na) şükretmezler.
وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٤٤
244﴿ (Ey Müslümanlar! Mâdemki kaçışla ölümden kurtuluş olmadığını anladınız, öyleyse) Allâh yolunda (ve O’nun dînini yüceltmek için din düşmanlarıyla) savaşın ve (yakînen) bilin ki; şüphesiz Allâh (cihattan geri kalanların caydırıcı laflarını da, cihâda çıkanların teşvik edici sözlerini de çok iyi duyan) bir Semî‘dir, (herkesin içinde gizlediği niyetleri de çok iyi bilen ve karşılığını verecek olan) bir Alîm’dir.
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافًا كَث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٤٥
245﴿ Kim şu (cömert) kimsedir ki; (malını ihlâs ve gönül hoşluğuyla dînî hizmetlere harcayarak ve borç isteyene fâizsiz para vererek) güzel bir ödünçle Allâh’a borç verir de, O da kendisi için o (bağışta bulunduğu)nu birçok katlara katla(yarak artırı)r? Zâten Allâh (rızkı dilediğine) daraltır ve (istediğine) geniş yapar. Sizler ise ancak O’n(un âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz. (İşte o zaman yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.)