v02.01.25 Geliştirme Notları
Neml Sûresi
382
Cuz 20
64﴿ (Hiçbir şey yaratamayan, üstelik kendileri yaratılmış olan âciz mahluklar mı sizin için faydalıdır) yoksa O Zât mı ki, (canlı) halkın tümünü ilk başta (yoktan ancak) O yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta sâdece) O geri döndürecektir ve yine O Zât ki, gökten de yerden de sizi (ancak) O rızıklandırmaktadır?! Allâh ile birlikte bir ilâh mı vardır(ki ibâdetinizi hak edebilsin)?! (Habîbim! Müşrikleri art arda sıralayacağın delillerle rezil etmek için) de ki: “(Allâh’tan başkasının, anlatılanlardan herhangi birini yapmaya güçlü olduğuna dâir aklî ya da naklî) delîlinizi getirin. Eğer (siz bu iddiânızda) doğru konuşan kimseler olduysanız (bunu yapmalısınız)!”
65﴿ (Habîbim! Sana kıyâmetin ne zaman kopacağını soran müşriklere) de ki: “Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse bütün gaybları bilemez, lâkin Allâh müstesnâ! Ayrıca o (göklerde ve yerde ola)nlar (ne zaman öleceklerini de) ne vakit diriltileceklerini (de) bilemezler. Bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak “Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimse gayb nâmına hiçbir şey bilemez” mânâsı verilemez, zîrâ (Âl-i İmrân:179, el-Cinn:26-27 gibi) diğer âyet-i kerîmelerde Allâh-u Te‘âlâ’nın rasüllerine bâzı gaybî konuları bildirdiği zikredilmiştir. Dolayısıyla bu âyet-i kerîmede nefyedilen husus bütün gaybları mutlak mânâda kimseden öğrenmeden Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin bilemeyeceğidir. Hattâ peygamber olmaksızın Allâh-u Te‘âlâ’nın bildirmesiyle veyâ hesap, tecrübe, vâsıta, karîne ve emâre bulunması söz konusu olan bâzı gaybları bâzı kulları bilebilir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 20/37-41) Dolayısıyla güneş ve ay tutulmaları gibi gelecekte olacak mühim bâzı olayların hesaplama yoluyla, ayrıca anne rahmindeki çocukların cinsiyet tesbîti ve yağmurun zamânı gibi konuların günümüzde bâzı cihazlar vâsıtası ile tesbît edilmesi bu âyet-i kerîme ile çelişmez.
66﴿ Doğrusu (hakkında hiçbir ilim sebebine sâhip olmadıkları dirilme zamânını bilmiyorlar ama) o (âhireti inkârcı ola)nların âhiret(in varlığı) hakkındaki bilgileri (kazanmalarını sağlayacak aklî ve naklî birçok delil) art arda gelip birbirine yetişmiş(ken onu bile doğru idrâk edememiş)tir(ler. Artık delilleriyle âşikâr olan bir gerçeği dahî anlayamayanların gaybı bilmeleri nasıl beklenir?)! Doğrusu (âhiret hakkında şüphelerini giderecek kesin deliller mevcutken yine de) onlar ondan büyük bir şüphe içerisindedirler; dahası (basîretleri bozulduğu için) onlar özellikle onun (inkârı) yüzünden kör (kalmış basîretsiz) kimselerdir. (Zîrâ âhirete inanmamak kişiyi sâdece dünyevî menfaatlere bağlı kılacağından, delillere karşı kör bir hâle getirir.)
67﴿ O kâfir olmuş kimseler dedi ki: “Biz ve babalarımız (ölümümüzün ardından) un ufak bir toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten biz elbette (kabirlerimizden) çıkartıla(cak ola)n kimseler miyiz?!
68﴿ Andolsun ki; gerçekten biz de, babalarımız da (Muhammed’in bize bunu bildirmesinden) daha önce (geçen peygamberler tarafından) işte bununla vaad olunmuştuk. İşte bu (diriltilme vaadi) ancak evvelkilerin yazıp çizmiş olduğu birtakım yalanlardır.”
69﴿ (Habîbim!) De ki: “Yer(yüzün)de yürüyü(p gezi)n de hemen bir bakın ki; o (şirke düşen) suçluların (fecî) âkıbeti nasıl olmuş?!”
70﴿ (Habîbim!) Bir de sen onlar(ın inkârların)a karşı tasalanma, hîle olarak yapmakta oldukları şeylerden dolayı da hiçbir darlık (ve sıkıntı) içerisinde bulunma! (Çünkü Allâh seni onların şerrinden mutlaka koruyacaktır.)
71﴿ Yine o (kâfir ola)nlar: “İşte bu (azap) vaad(i) ne zaman (yerini bulacak)dır?! Eğer (bu iddiânızda) doğru konuşan kimseler olduysanız (bize vaktini açıklayın)” diyorlar.
72﴿ (Habîbim!) De ki: “(Alay ederek) acele istemekte olduğunuz o (azap dolu) şeylerin bir kısmının size iyice yanaşmış olması (bizce) umulur oldu. (Nitekim bu va‘îd tahakkuk ederek Bedir’de azâbı gördüler!)
73﴿ Şüphesiz senin Rabbin bütün insanlara karşı da elbette çok büyük bir iyilik sâhibidir (de onun için azaplarını geciktirmektedir) velâkin onların birçoğu (bu nîmete) şükretmezler.
74﴿ Yine muhakkak senin Rabbin, onların kalplerinin (sana karşı) gizlemekte olduğu (düşmanlık ve nefret gibi) şeyleri de, açıklamakta bulundukları (hakāret ve inkâr içeren işâretler ve sözler gibi) şeyleri de elbette bilmektedir.
75﴿ Gökte ve yerde iyice gizlenmiş olan hiçbir şey de yoktur ki mutlaka (onlar hakkındaki tüm bilgiler, ilgili melekler için) çok açık olan (Levh-i Mahfûz isimli) yüce bir Kitâb’ta (yazılı)dır.
76﴿ Şüphesiz işte şu Kur’ân (Uzeyr (Aleyhisselâm)ın Allâh’ın oğlu olmadığı, Îsâ (Aleyhisselâm)ın Allâh’ın hak peygamberi olduğu ve cennet-cehennemin hâlleri gibi) o şeylerin birçoğunu (doğru bir şekilde) İsrâîloğullarına anlatmaktadır ki, onlar özellikle onun hakkında sürekli (tartışarak) ihtilâf etmektedirler.
سُورَةُ النَّمْلِ
الجزء ٢٠
٣٨٢
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٦٤
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ ﴿٦٥
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ ﴿٦٦
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ ﴿٦٧
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٦٨
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ ﴿٦٩
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ ﴿٧٠
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٧١
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ ﴿٧٢
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٧٣
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ ﴿٧٤
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿٧٥
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٧٦
Neml Sûresi
382
Cuz 20
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٦٤
64﴿ (Hiçbir şey yaratamayan, üstelik kendileri yaratılmış olan âciz mahluklar mı sizin için faydalıdır) yoksa O Zât mı ki, (canlı) halkın tümünü ilk başta (yoktan ancak) O yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta sâdece) O geri döndürecektir ve yine O Zât ki, gökten de yerden de sizi (ancak) O rızıklandırmaktadır?! Allâh ile birlikte bir ilâh mı vardır(ki ibâdetinizi hak edebilsin)?! (Habîbim! Müşrikleri art arda sıralayacağın delillerle rezil etmek için) de ki: “(Allâh’tan başkasının, anlatılanlardan herhangi birini yapmaya güçlü olduğuna dâir aklî ya da naklî) delîlinizi getirin. Eğer (siz bu iddiânızda) doğru konuşan kimseler olduysanız (bunu yapmalısınız)!”
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ ﴿٦٥
65﴿ (Habîbim! Sana kıyâmetin ne zaman kopacağını soran müşriklere) de ki: “Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse bütün gaybları bilemez, lâkin Allâh müstesnâ! Ayrıca o (göklerde ve yerde ola)nlar (ne zaman öleceklerini de) ne vakit diriltileceklerini (de) bilemezler. Bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak “Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimse gayb nâmına hiçbir şey bilemez” mânâsı verilemez, zîrâ (Âl-i İmrân:179, el-Cinn:26-27 gibi) diğer âyet-i kerîmelerde Allâh-u Te‘âlâ’nın rasüllerine bâzı gaybî konuları bildirdiği zikredilmiştir. Dolayısıyla bu âyet-i kerîmede nefyedilen husus bütün gaybları mutlak mânâda kimseden öğrenmeden Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin bilemeyeceğidir. Hattâ peygamber olmaksızın Allâh-u Te‘âlâ’nın bildirmesiyle veyâ hesap, tecrübe, vâsıta, karîne ve emâre bulunması söz konusu olan bâzı gaybları bâzı kulları bilebilir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 20/37-41) Dolayısıyla güneş ve ay tutulmaları gibi gelecekte olacak mühim bâzı olayların hesaplama yoluyla, ayrıca anne rahmindeki çocukların cinsiyet tesbîti ve yağmurun zamânı gibi konuların günümüzde bâzı cihazlar vâsıtası ile tesbît edilmesi bu âyet-i kerîme ile çelişmez.
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ ﴿٦٦
66﴿ Doğrusu (hakkında hiçbir ilim sebebine sâhip olmadıkları dirilme zamânını bilmiyorlar ama) o (âhireti inkârcı ola)nların âhiret(in varlığı) hakkındaki bilgileri (kazanmalarını sağlayacak aklî ve naklî birçok delil) art arda gelip birbirine yetişmiş(ken onu bile doğru idrâk edememiş)tir(ler. Artık delilleriyle âşikâr olan bir gerçeği dahî anlayamayanların gaybı bilmeleri nasıl beklenir?)! Doğrusu (âhiret hakkında şüphelerini giderecek kesin deliller mevcutken yine de) onlar ondan büyük bir şüphe içerisindedirler; dahası (basîretleri bozulduğu için) onlar özellikle onun (inkârı) yüzünden kör (kalmış basîretsiz) kimselerdir. (Zîrâ âhirete inanmamak kişiyi sâdece dünyevî menfaatlere bağlı kılacağından, delillere karşı kör bir hâle getirir.)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ ﴿٦٧
67﴿ O kâfir olmuş kimseler dedi ki: “Biz ve babalarımız (ölümümüzün ardından) un ufak bir toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten biz elbette (kabirlerimizden) çıkartıla(cak ola)n kimseler miyiz?!
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٦٨
68﴿ Andolsun ki; gerçekten biz de, babalarımız da (Muhammed’in bize bunu bildirmesinden) daha önce (geçen peygamberler tarafından) işte bununla vaad olunmuştuk. İşte bu (diriltilme vaadi) ancak evvelkilerin yazıp çizmiş olduğu birtakım yalanlardır.”
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ ﴿٦٩
69﴿ (Habîbim!) De ki: “Yer(yüzün)de yürüyü(p gezi)n de hemen bir bakın ki; o (şirke düşen) suçluların (fecî) âkıbeti nasıl olmuş?!”
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ ﴿٧٠
70﴿ (Habîbim!) Bir de sen onlar(ın inkârların)a karşı tasalanma, hîle olarak yapmakta oldukları şeylerden dolayı da hiçbir darlık (ve sıkıntı) içerisinde bulunma! (Çünkü Allâh seni onların şerrinden mutlaka koruyacaktır.)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٧١
71﴿ Yine o (kâfir ola)nlar: “İşte bu (azap) vaad(i) ne zaman (yerini bulacak)dır?! Eğer (bu iddiânızda) doğru konuşan kimseler olduysanız (bize vaktini açıklayın)” diyorlar.
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ ﴿٧٢
72﴿ (Habîbim!) De ki: “(Alay ederek) acele istemekte olduğunuz o (azap dolu) şeylerin bir kısmının size iyice yanaşmış olması (bizce) umulur oldu. (Nitekim bu va‘îd tahakkuk ederek Bedir’de azâbı gördüler!)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٧٣
73﴿ Şüphesiz senin Rabbin bütün insanlara karşı da elbette çok büyük bir iyilik sâhibidir (de onun için azaplarını geciktirmektedir) velâkin onların birçoğu (bu nîmete) şükretmezler.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ ﴿٧٤
74﴿ Yine muhakkak senin Rabbin, onların kalplerinin (sana karşı) gizlemekte olduğu (düşmanlık ve nefret gibi) şeyleri de, açıklamakta bulundukları (hakāret ve inkâr içeren işâretler ve sözler gibi) şeyleri de elbette bilmektedir.
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿٧٥
75﴿ Gökte ve yerde iyice gizlenmiş olan hiçbir şey de yoktur ki mutlaka (onlar hakkındaki tüm bilgiler, ilgili melekler için) çok açık olan (Levh-i Mahfûz isimli) yüce bir Kitâb’ta (yazılı)dır.
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٧٦
76﴿ Şüphesiz işte şu Kur’ân (Uzeyr (Aleyhisselâm)ın Allâh’ın oğlu olmadığı, Îsâ (Aleyhisselâm)ın Allâh’ın hak peygamberi olduğu ve cennet-cehennemin hâlleri gibi) o şeylerin birçoğunu (doğru bir şekilde) İsrâîloğullarına anlatmaktadır ki, onlar özellikle onun hakkında sürekli (tartışarak) ihtilâf etmektedirler.