v02.01.25 Geliştirme Notları
Neml Sûresi
383
Cuz 20
77﴿ Yine şüphesiz ki o (Kur’ân), îmân eden kimseler için elbette çok büyük bir hidâyet (rehberi) ve (ebedî azaptan korunmalarını sağlayan) tam bir rahmet (eseri)dir.
78﴿ Muhakkak senin Rabbin o (Kur’ân’a inananlarla, onu inkâr etmiş ola)nlar arasında Kendi(sine mahsus dosdoğru) hükmüyle karar verecektir. Zâten ancak O (hükmü reddedilemeyecek yegâne güce sâhip bir) Azîz’dir, (kimin hakkında ne karar vereceğini iyi bilen bir) Alîm’dir.
79﴿ (Habîbim!) O hâlde sen (kâfirlerin düşmanlığına aldırmayıp, tüm işlerini) Allâh’a (ısmarlayarak ancak O’na) tevekkül et. Çünkü şüphesiz ki sen (doğruluğu) çok açık olan bir hak üzeresin! (Allâh’ın yardımı da ancak senin gibi haklılara ulaşacağından tevekkül en önce sana yakışır.)
80﴿ (Habîbim!) Şüphesiz ki sen (dinlediklerinden faydalanamayan) o ölüler (durumundaki kâfirler)e (hak ve hakîkati) işittiremezsin, (mânen sağır oldukları için hiçbir ses duymayan) o sağır olanlara da (tebliğ ve) dâveti(ni) işittiremezsin; (hele bir de) onlar (senin söylediklerini dinlemeyip) arka(sını) dön(üp gid)en kimseler hâlinde (vaaz-u nasîhatten) yüz çevirdikleri zaman (onlara hiçbir şey anlatamazsın)!
81﴿ Ayrıca sen (kötü tercih yaptıkları için basîretlerini bağladığımız) o kör kimseleri, (hak yoldan) sapmalarından çevirip doğru yola ulaştırıcı biri (de) aslâ değilsin! Sen ancak Bizim âyetlerimize îmân etmekte olan kimselere (gerçekleri) duyurabilirsin, çünkü (sâdece) onlar (hakka boyun eğen ihlâslı) Müslüman kimselerdir.
82﴿ O (dünyânın yıkımıyla ilgili İlâhî) söz(ün gerçekleşmesi) o (insa)nlar üzerine vâkî ol(madan önce kıyâmet çok yakın ol)duğu zaman, Biz onlar(a azap etmek) için yerden öyle büyük (ve müthiş) bir Dâbbe de çıkarırız ki, o onlara, gerçekten insanların özellikle Bizim (kıyâmet alâmetleriyle ve bâhusus Dâbbetü’l-Arz’ın çıkışıyla ilgili) âyetlerimize yakînen îmân eder olmadıkları (için azâba uğrayacakları)nı söyler. İbnü Ebî Şeybe, Tirmizî, İbnü Mâce ve Müsned-i Ahmed gibi birçok sahih kaynakta zikredilen yüzlerce hadîs-i şerîf ve rivâyetlerden Ehl-i Sünnet ulemâsının çıkardığı îtikādî hükme göre: “Bahsi geçen Dâbbe, aslâ insan türünden olmayan, olağanüstü büyüklüğe sâhip, tüylü ve dört ayaklı bir mahluktur ki, Mekke’den çıkacak, yanında bulunan Mûsâ (Aleyhisselâm)ın asâsıyla kâfirlerin burnunu kıracak, Süleymân (Aleyhisselâm)ın mührüyle de Müslümanların yüzünü damgalayıp parlatacaktır.” (İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, 15/181; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:7937, 10361, 13/321, 16/236; et-Tirmizî, rakam:3187; İbnü Mâce, rakam:4066; Taberî, 10/14-16; İbnü Ebî Hâtim, 9/2923-2926; es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 6/377-383; el-Âlûsî, 20/21-25) Dolayısıyla “Bu gibi rivâyetleri akıl-mantık almaz” diyerek, bu hayvanı: “İnsanlığın bozulması, insanlara ve yeni çıkan bâzı cihazlara bulaşan mikrop ve virüsler ya da hilkat garîbesi birtakım insanlar” diye yorumlamak, dîni insanların akıllarına yaklaştırmak gibi iyi niyetle yapılan bir te’vil olarak aslâ görülemez. Zîrâ sahâbe ve tâbi‘înin oluşturduğu selef-i sâlihînden nakledilmeyen bir tevil, hiçbir zaman îtikādî konuda bir hüküm getiremez. Bilakis bu, dîni değiştirme anlamında bir tahrif sayılır. Zâten gayba îmân; “Akıl almasa da, Allâh ve Rasûlünün tüm buyruklarına, hiçbir yorum katmadan kesinlikle inanmak” demektir. “Aklım almıyor” diye İslâm’ın zarûrî bir hükmüne inanmamak ise katıksız kâfirliktir. Âyet-i kerîmede de belirtildiği üzere; bu büyük mahluk çıktığı zaman kıyâmet alâmetleriyle ilgili âyet ve hadislere inanmayanlara gereken cevâbı verecektir.
83﴿ (Habîbim!) Her bir ümmet içerisinden; âyetlerimizi yalanlamakta (önder) olan kalabalık bir cemâati (mahşere) toplayacağımız günü (ümmetine hatırlat) ki, işte (şimdi o manzarayı bir tahayyül edin ki o kâfirler birbirlerine yetişerek topluca azâba uğratılsınlar diye) onların önde gidenleri sonrakileri için durduruluyorlar.
84﴿ Nihâyet (mahşere) geldikleri zaman O (Allâh-u Te‘âlâ onlara): “Siz (bugüne kavuşacağınızı bildiren) âyetlerimi yalanladınız öyle mi?! Hâlbuki siz (iyice düşünüp akıl yorarak) ilim bakımından onları kavramamıştınız. Yoksa siz (Bizim bilmediğimizi sanarak) ne şeyleri yapar olmuştunuz?” buyurdu.
85﴿ Böylece zulümleri sebebiyle o (azap) söz(ün gerçekleşmesi) onlar üzerine kesinleşti de, artık onlar (ağızlarına mühür vurulduğu için) konuşamazlar.
86﴿ Onlar görmediler mi ki; Biz gerçekten geceyi (insanlar işlerinden dönüp istirahat ederek) kendisinde sükûnet bulsunlar diye (karanlık) yarattık, gündüzü de (ihtiyaçlarını görmeleri için) aydınlatıcı olarak (halkettik). (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki; elbette bu (anlatıla)nda bir toplum için pek çok ve çok büyük âyetler vardır ki onlar îmân etmektedirler.
87﴿ (Habîbim! Ortasındaki bir gedik dahî gökler ve yerler kadar geniş olan) o Sûr (adındaki boru) içerisine (İsrâfîl (Aleyhisselâm) tarafından) üfürüleceği günü de (ümmetine anlat) ki, artık Allâh’ın dilediği (bâzı melekler, şehitler ve Mûsâ (Aleyhisselâm) gibi) kimseler dışında göklerde olanlar ve yerde bulunanlar öldürücü bir dehşete kapılmıştır. Böylece (Sûr’a ikinci defâ üfürüldüğünde ise) her biri O(nun hesap yurdu)na (boyun bükmüş ve) alçak duruma düşmüş kimseler olarak gelmiştirler.
88﴿ (Ey insan! Sen dünyâdayken) dağları görürsün de, onları yerlerinde hareketsiz duran şeyler sanırsın, hâlbuki (Sûr’a ilk üfürülüşte) onlar (rüzgârların hızla sürüklediği) bulutların süratli geçişi gibi hızlıca yürüyecektir (ama büyüklüklerinden ve yoğunluklarından dolayı süratlerini fark edemezsin)! (İşte Allâh) her bir şeyi sağlam yapmış olan O Allâh’ın (Kendine has bir) sanatı olarak (yarattığı gibi âhirete dâir vaad edilenler de böylece gerçekleşecektir)! Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), yapmakta olduğunuz şeyleri(n görünen ve görünmeyen her yönünü hakkıyla bilen bir) Habîr’dir.
سُورَةُ النَّمْلِ
الجزء ٢٠
٣٨٣
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٧٧
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ ﴿٧٨
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ ﴿٧٩
اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ ﴿٨٠
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ ﴿٨١
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ ﴿٨٢
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ ﴿٨٣
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْمًا اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨٤
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ ﴿٨٥
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٨٦
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ ﴿٨٧
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ ﴿٨٨
Neml Sûresi
383
Cuz 20
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٧٧
77﴿ Yine şüphesiz ki o (Kur’ân), îmân eden kimseler için elbette çok büyük bir hidâyet (rehberi) ve (ebedî azaptan korunmalarını sağlayan) tam bir rahmet (eseri)dir.
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ ﴿٧٨
78﴿ Muhakkak senin Rabbin o (Kur’ân’a inananlarla, onu inkâr etmiş ola)nlar arasında Kendi(sine mahsus dosdoğru) hükmüyle karar verecektir. Zâten ancak O (hükmü reddedilemeyecek yegâne güce sâhip bir) Azîz’dir, (kimin hakkında ne karar vereceğini iyi bilen bir) Alîm’dir.
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ ﴿٧٩
79﴿ (Habîbim!) O hâlde sen (kâfirlerin düşmanlığına aldırmayıp, tüm işlerini) Allâh’a (ısmarlayarak ancak O’na) tevekkül et. Çünkü şüphesiz ki sen (doğruluğu) çok açık olan bir hak üzeresin! (Allâh’ın yardımı da ancak senin gibi haklılara ulaşacağından tevekkül en önce sana yakışır.)
اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ ﴿٨٠
80﴿ (Habîbim!) Şüphesiz ki sen (dinlediklerinden faydalanamayan) o ölüler (durumundaki kâfirler)e (hak ve hakîkati) işittiremezsin, (mânen sağır oldukları için hiçbir ses duymayan) o sağır olanlara da (tebliğ ve) dâveti(ni) işittiremezsin; (hele bir de) onlar (senin söylediklerini dinlemeyip) arka(sını) dön(üp gid)en kimseler hâlinde (vaaz-u nasîhatten) yüz çevirdikleri zaman (onlara hiçbir şey anlatamazsın)!
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ ﴿٨١
81﴿ Ayrıca sen (kötü tercih yaptıkları için basîretlerini bağladığımız) o kör kimseleri, (hak yoldan) sapmalarından çevirip doğru yola ulaştırıcı biri (de) aslâ değilsin! Sen ancak Bizim âyetlerimize îmân etmekte olan kimselere (gerçekleri) duyurabilirsin, çünkü (sâdece) onlar (hakka boyun eğen ihlâslı) Müslüman kimselerdir.
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ ﴿٨٢
82﴿ O (dünyânın yıkımıyla ilgili İlâhî) söz(ün gerçekleşmesi) o (insa)nlar üzerine vâkî ol(madan önce kıyâmet çok yakın ol)duğu zaman, Biz onlar(a azap etmek) için yerden öyle büyük (ve müthiş) bir Dâbbe de çıkarırız ki, o onlara, gerçekten insanların özellikle Bizim (kıyâmet alâmetleriyle ve bâhusus Dâbbetü’l-Arz’ın çıkışıyla ilgili) âyetlerimize yakînen îmân eder olmadıkları (için azâba uğrayacakları)nı söyler. İbnü Ebî Şeybe, Tirmizî, İbnü Mâce ve Müsned-i Ahmed gibi birçok sahih kaynakta zikredilen yüzlerce hadîs-i şerîf ve rivâyetlerden Ehl-i Sünnet ulemâsının çıkardığı îtikādî hükme göre: “Bahsi geçen Dâbbe, aslâ insan türünden olmayan, olağanüstü büyüklüğe sâhip, tüylü ve dört ayaklı bir mahluktur ki, Mekke’den çıkacak, yanında bulunan Mûsâ (Aleyhisselâm)ın asâsıyla kâfirlerin burnunu kıracak, Süleymân (Aleyhisselâm)ın mührüyle de Müslümanların yüzünü damgalayıp parlatacaktır.” (İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, 15/181; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:7937, 10361, 13/321, 16/236; et-Tirmizî, rakam:3187; İbnü Mâce, rakam:4066; Taberî, 10/14-16; İbnü Ebî Hâtim, 9/2923-2926; es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 6/377-383; el-Âlûsî, 20/21-25) Dolayısıyla “Bu gibi rivâyetleri akıl-mantık almaz” diyerek, bu hayvanı: “İnsanlığın bozulması, insanlara ve yeni çıkan bâzı cihazlara bulaşan mikrop ve virüsler ya da hilkat garîbesi birtakım insanlar” diye yorumlamak, dîni insanların akıllarına yaklaştırmak gibi iyi niyetle yapılan bir te’vil olarak aslâ görülemez. Zîrâ sahâbe ve tâbi‘înin oluşturduğu selef-i sâlihînden nakledilmeyen bir tevil, hiçbir zaman îtikādî konuda bir hüküm getiremez. Bilakis bu, dîni değiştirme anlamında bir tahrif sayılır. Zâten gayba îmân; “Akıl almasa da, Allâh ve Rasûlünün tüm buyruklarına, hiçbir yorum katmadan kesinlikle inanmak” demektir. “Aklım almıyor” diye İslâm’ın zarûrî bir hükmüne inanmamak ise katıksız kâfirliktir. Âyet-i kerîmede de belirtildiği üzere; bu büyük mahluk çıktığı zaman kıyâmet alâmetleriyle ilgili âyet ve hadislere inanmayanlara gereken cevâbı verecektir.
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ ﴿٨٣
83﴿ (Habîbim!) Her bir ümmet içerisinden; âyetlerimizi yalanlamakta (önder) olan kalabalık bir cemâati (mahşere) toplayacağımız günü (ümmetine hatırlat) ki, işte (şimdi o manzarayı bir tahayyül edin ki o kâfirler birbirlerine yetişerek topluca azâba uğratılsınlar diye) onların önde gidenleri sonrakileri için durduruluyorlar.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْمًا اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨٤
84﴿ Nihâyet (mahşere) geldikleri zaman O (Allâh-u Te‘âlâ onlara): “Siz (bugüne kavuşacağınızı bildiren) âyetlerimi yalanladınız öyle mi?! Hâlbuki siz (iyice düşünüp akıl yorarak) ilim bakımından onları kavramamıştınız. Yoksa siz (Bizim bilmediğimizi sanarak) ne şeyleri yapar olmuştunuz?” buyurdu.
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ ﴿٨٥
85﴿ Böylece zulümleri sebebiyle o (azap) söz(ün gerçekleşmesi) onlar üzerine kesinleşti de, artık onlar (ağızlarına mühür vurulduğu için) konuşamazlar.
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٨٦
86﴿ Onlar görmediler mi ki; Biz gerçekten geceyi (insanlar işlerinden dönüp istirahat ederek) kendisinde sükûnet bulsunlar diye (karanlık) yarattık, gündüzü de (ihtiyaçlarını görmeleri için) aydınlatıcı olarak (halkettik). (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki; elbette bu (anlatıla)nda bir toplum için pek çok ve çok büyük âyetler vardır ki onlar îmân etmektedirler.
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ ﴿٨٧
87﴿ (Habîbim! Ortasındaki bir gedik dahî gökler ve yerler kadar geniş olan) o Sûr (adındaki boru) içerisine (İsrâfîl (Aleyhisselâm) tarafından) üfürüleceği günü de (ümmetine anlat) ki, artık Allâh’ın dilediği (bâzı melekler, şehitler ve Mûsâ (Aleyhisselâm) gibi) kimseler dışında göklerde olanlar ve yerde bulunanlar öldürücü bir dehşete kapılmıştır. Böylece (Sûr’a ikinci defâ üfürüldüğünde ise) her biri O(nun hesap yurdu)na (boyun bükmüş ve) alçak duruma düşmüş kimseler olarak gelmiştirler.
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ ﴿٨٨
88﴿ (Ey insan! Sen dünyâdayken) dağları görürsün de, onları yerlerinde hareketsiz duran şeyler sanırsın, hâlbuki (Sûr’a ilk üfürülüşte) onlar (rüzgârların hızla sürüklediği) bulutların süratli geçişi gibi hızlıca yürüyecektir (ama büyüklüklerinden ve yoğunluklarından dolayı süratlerini fark edemezsin)! (İşte Allâh) her bir şeyi sağlam yapmış olan O Allâh’ın (Kendine has bir) sanatı olarak (yarattığı gibi âhirete dâir vaad edilenler de böylece gerçekleşecektir)! Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), yapmakta olduğunuz şeyleri(n görünen ve görünmeyen her yönünü hakkıyla bilen bir) Habîr’dir.