v02.01.25 Geliştirme Notları
Neml Sûresi
384
Cuz 20
89﴿ Her kim (îmân ve kelime-i şehâdet gibi) o güzel şeyi (mahşere) getirirse, ondan dolayı kendisi için (cennete girmek gibi) çok büyük bir hayır vardır. İşte o gün onlar (cehenneme düşme endişesi gibi) son derece büyük bir korkudan (güvende olan) emin kimselerdir.
90﴿ Her kim de (kâfirlik ve şirk gibi) o kötü şeyi (âhirete) getirirse, onların da yüzleri o (cehennem) ateş(in)in içerisine tepetakla atılmıştır. (O zaman onlara:) “Siz (zulme uğratılmıyorsunuz, siz) ancak (dünyâdayken) sürekli yapar olduğunuz şeylerle cezâlandırılıyorsunuz” (denilecektir).
91﴿ (Habîbim! O kâfirlere dünyâ ve âhiretle ilgili önemli haberleri bu sûrede beyân ettikten sonra de ki:) “Ben ancak işte şu (Mekke) şehrin(in) Rabbine ibâdet etmemle emrolundum ki, orayı O haram (hürmetli ve dokunulmaz) kılmıştır. (Bu yüzden suçlu olsa da oraya sığınana dokunulamaz, otları koparılamaz ve avı kaçırılamaz.) Zâten (yaratılmak ve mülkiyet bakımından) her şey sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. Ayrıca ben (kendilerini Allâh’a teslim eden) Müslüman kimselerden olma(kta sâbit olma)mla emrolundum.
92﴿ Bir de (insanları dâvet etmek ve içerisindeki ince ilimlere vâkıf olmam için) art arda Kur’ân okumamla (memur kılındım).” (Habîbim!) Artık her kim (sana ve Kur’ân’a uyarak) hidâyet bulursa, o ancak kendisi için hidâyet bulmuş olur (zîrâ bunun tüm menfaatleri kendisine âit olur). Kim de (inkâr edip yüz çevirerek) sapıtırsa hemen sen de ki: “Ben ancak uyarıcı kimselerdenim (sizi zorla inandırmaya görevli değilim)!”
93﴿ (Habîbim! Sana verdiğim bunca nîmete hamd etmek ve inkârcıları tehdit etmek üzere) de ki: “Bütün hamdler Allâh’a mahsustur. Çok yakında O size (ayın yarılması, duman belirmesi ve Bedir’de meleklerin sizinle savaşmak için inmesi gibi sizi kahredecek olan) âyetlerini gösterecektir de siz onları(n Allâh’tan geldiğini) anlayacaksınız (ama o zaman bunun size bir faydası olmayacaktır).” (Habîbim! Sen onların konuştuklarından mahzûn olma!) Zâten Senin Rabbin sizin yapmakta olduğunuz şeylerden aslâ gâfil (ve habersiz) değildir (dolayısıyla kâfirler, azaplarının geciktirilmesinin bir ihmâl ve gaflet sonucu olduğunu sanmasınlar)!



YİRMİSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Kasas
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. İbni Abbâs (Radıyallâhu anhümâ)dan rivayete göre 85. âyet-i kerîme, hicret esnasında Cuhfe’de, Hasen ve Atâ gibi zatlardan rivayete göre de; 52-55. âyet-i kerîmeler Medîne-i Münevvere’de nâzil olmuştur. 88 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Tâ! Sîn! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
2﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede buluna)nlar, (Allâh-u Te‘âlâ tarafından indirildiğini mûcizeleriyle ispât eden ve mânâları muhâtaplarınca) çok açık olan /(helâl ve haramı, emir ve yasağı) iyice açıklayan/ o (yüce) Kitâb (olan Kur’ân)ın âyetleridir.
3﴿ (İşte bu sûrede) Biz sana Mûsâ ve Firavun’un önemli haberlerinden bir kısmını öyle bir toplum (yararlansın) için hak (ve hakîkat) ile birlikte olarak art arda okumaktayız ki, onlar (bu anlatılanlara şeksiz şüphesiz) îmân etmektedirler. (Zîrâ îmân etmeyenler bundan istifâde edemezler.)
4﴿ Gerçekten Firavun o (Mısır ve civârındaki) toprakta (zulüm sınırlarını aşarak) azgınlık yapmış ve oranın halkı (olan İsrâîloğulları)(kendi isteği doğrultusunda hareket eden) birtakım fırkalar hâline getirmişti ki, onlardan bir zümreyi iyice güçsüz düşürüyordu, onların oğullarını çokça boğazlıyor, kadınlarını ise diri bırakıyordu. Gerçekten de o (Firavun), (kâhinlerin haberine dayanarak yüz bine yakın erkek çocuğu öldürtecek derecede) fesat çıkaran (bozguncu) kimselerden (biri) olmuştu.
5﴿ Ama Biz istiyoruz ki o toprakta zayıf duruma düşürülmüş olan o kimselere iyilikte bulunalım, onları (hayırlı işlerde kendilerine uyulan) çok değerli önderler yapalım ve (Firavun hânedânını helâk etmemizin ardından, bırakacakları saltanata) onları mîrasçılar kılalım.
سُورَةُ النَّمْلِ
الجزء ٢٠
٣٨٤
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ ﴿٨٩
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٩٠
اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ ﴿٩١
وَاَنْ اَتْلُوَ۬ا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ ﴿٩٢
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٩٣
سُورَةُالْقَصَصِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
طٰسٓمٓۜ ﴿١
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ ﴿٢
نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَاِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٣
اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٤
وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ ﴿٥
Neml Sûresi
384
Cuz 20
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ ﴿٨٩
89﴿ Her kim (îmân ve kelime-i şehâdet gibi) o güzel şeyi (mahşere) getirirse, ondan dolayı kendisi için (cennete girmek gibi) çok büyük bir hayır vardır. İşte o gün onlar (cehenneme düşme endişesi gibi) son derece büyük bir korkudan (güvende olan) emin kimselerdir.
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٩٠
90﴿ Her kim de (kâfirlik ve şirk gibi) o kötü şeyi (âhirete) getirirse, onların da yüzleri o (cehennem) ateş(in)in içerisine tepetakla atılmıştır. (O zaman onlara:) “Siz (zulme uğratılmıyorsunuz, siz) ancak (dünyâdayken) sürekli yapar olduğunuz şeylerle cezâlandırılıyorsunuz” (denilecektir).
اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ ﴿٩١
91﴿ (Habîbim! O kâfirlere dünyâ ve âhiretle ilgili önemli haberleri bu sûrede beyân ettikten sonra de ki:) “Ben ancak işte şu (Mekke) şehrin(in) Rabbine ibâdet etmemle emrolundum ki, orayı O haram (hürmetli ve dokunulmaz) kılmıştır. (Bu yüzden suçlu olsa da oraya sığınana dokunulamaz, otları koparılamaz ve avı kaçırılamaz.) Zâten (yaratılmak ve mülkiyet bakımından) her şey sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. Ayrıca ben (kendilerini Allâh’a teslim eden) Müslüman kimselerden olma(kta sâbit olma)mla emrolundum.
وَاَنْ اَتْلُوَ۬ا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ ﴿٩٢
92﴿ Bir de (insanları dâvet etmek ve içerisindeki ince ilimlere vâkıf olmam için) art arda Kur’ân okumamla (memur kılındım).” (Habîbim!) Artık her kim (sana ve Kur’ân’a uyarak) hidâyet bulursa, o ancak kendisi için hidâyet bulmuş olur (zîrâ bunun tüm menfaatleri kendisine âit olur). Kim de (inkâr edip yüz çevirerek) sapıtırsa hemen sen de ki: “Ben ancak uyarıcı kimselerdenim (sizi zorla inandırmaya görevli değilim)!”
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٩٣
93﴿ (Habîbim! Sana verdiğim bunca nîmete hamd etmek ve inkârcıları tehdit etmek üzere) de ki: “Bütün hamdler Allâh’a mahsustur. Çok yakında O size (ayın yarılması, duman belirmesi ve Bedir’de meleklerin sizinle savaşmak için inmesi gibi sizi kahredecek olan) âyetlerini gösterecektir de siz onları(n Allâh’tan geldiğini) anlayacaksınız (ama o zaman bunun size bir faydası olmayacaktır).” (Habîbim! Sen onların konuştuklarından mahzûn olma!) Zâten Senin Rabbin sizin yapmakta olduğunuz şeylerden aslâ gâfil (ve habersiz) değildir (dolayısıyla kâfirler, azaplarının geciktirilmesinin bir ihmâl ve gaflet sonucu olduğunu sanmasınlar)!




YİRMİSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Kasas
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. İbni Abbâs (Radıyallâhu anhümâ)dan rivayete göre 85. âyet-i kerîme, hicret esnasında Cuhfe’de, Hasen ve Atâ gibi zatlardan rivayete göre de; 52-55. âyet-i kerîmeler Medîne-i Münevvere’de nâzil olmuştur. 88 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
طٰسٓمٓۜ ﴿١
1﴿ Tâ! Sîn! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ ﴿٢
2﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede buluna)nlar, (Allâh-u Te‘âlâ tarafından indirildiğini mûcizeleriyle ispât eden ve mânâları muhâtaplarınca) çok açık olan /(helâl ve haramı, emir ve yasağı) iyice açıklayan/ o (yüce) Kitâb (olan Kur’ân)ın âyetleridir.
نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَاِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٣
3﴿ (İşte bu sûrede) Biz sana Mûsâ ve Firavun’un önemli haberlerinden bir kısmını öyle bir toplum (yararlansın) için hak (ve hakîkat) ile birlikte olarak art arda okumaktayız ki, onlar (bu anlatılanlara şeksiz şüphesiz) îmân etmektedirler. (Zîrâ îmân etmeyenler bundan istifâde edemezler.)
اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٤
4﴿ Gerçekten Firavun o (Mısır ve civârındaki) toprakta (zulüm sınırlarını aşarak) azgınlık yapmış ve oranın halkı (olan İsrâîloğulları)(kendi isteği doğrultusunda hareket eden) birtakım fırkalar hâline getirmişti ki, onlardan bir zümreyi iyice güçsüz düşürüyordu, onların oğullarını çokça boğazlıyor, kadınlarını ise diri bırakıyordu. Gerçekten de o (Firavun), (kâhinlerin haberine dayanarak yüz bine yakın erkek çocuğu öldürtecek derecede) fesat çıkaran (bozguncu) kimselerden (biri) olmuştu.
وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ ﴿٥
5﴿ Ama Biz istiyoruz ki o toprakta zayıf duruma düşürülmüş olan o kimselere iyilikte bulunalım, onları (hayırlı işlerde kendilerine uyulan) çok değerli önderler yapalım ve (Firavun hânedânını helâk etmemizin ardından, bırakacakları saltanata) onları mîrasçılar kılalım.