v02.01.25 Geliştirme Notları
Kasas Sûresi
386
Cuz 20
14﴿ Ne zaman ki o (Mûsâ (Aleyhisselâm) aklının ve gücünün olgunlaştığı) kuvvetlenme çağının sonu (olan otuz üç yaşı)na ulaştı ve iyice kemâle erdi, Biz de ona (üstün akıl, isâbetli anlayış ve hikmetli davranıştan ibâret olan) büyük bir hüküm ve (insanlara iki cihanda yararlı olan şeyler hakkında, özellikle de fıkıhla alâkalı) önemli bir ilim verdik. (Habîbim!) İşte sana! (Mûsâ ve annesi gibi) güzel amelde bulunan kimseleri de (iyiliklerine karşılık) ancak böyle mükâfatlandırırız.
15﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm)a peygamberlik verilmeden önce daha henüz Firavun’un sarayında yaşarken) o (oradan çıktı), (o sırada öğle uykusuna yatan) halkının gaflet üzere olduğu bir zamanda o (Mısır) şehr(in)e girdi de, orada birbiriyle öldüresiye dövüşmekte olan iki adama rastladı ki; işte bu, (din konusunda) kendisine eşlik eden adamlarından; işte şu ise onun düşmanları (olan Firavun’un da mensûbu bulunduğu Kıptî ırkı)ndandı. Kendi taraftarlarından olan o kişi düşmanlarından olan o kimseye karşı hemen ondan yardım istedi. Sonra Mûsâ ona (bir) yumruk vurdu da böylece hayâtını sona erdirdi. (İrâdesi dışında gerçekleşen bu öldürme hâdisesinden çok etkilenerek) dedi ki: “İşte bu (şekilde kasıtsız da olsa, Rabbimden emir almadan bir insana vurup ölümüne sebebiyet vermem), şeytanın (süslü gösterdiği) işlerindendir. Şüphesiz ki o (şeytan, doğru yoldan) tamâmen saptırıcı (ve Âdemoğullarına karşı) çok açık büyük bir düşmandır.”
16﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) kasten bir günah işlememişse de Allâh-u Te‘âlâ’dan izin almaksızın bir kişinin ölümüne sebebiyet verdiği için Rabbine karşı bir tevâzu ifâdesi olarak): “Ey Rabbim! Gerçekten ben nefsime zulmettim (ve kendime yazık ettim, artık benim (bu hatam) için mağfirette bulun” dedi. O (Allâh-u Te‘âlâ) da hemen onun için (o zellesini) mağfirette bulundu. Şüphesiz ki O; (kullarının hatâlarını çokça bağışlayan) Ğafûr da, (mahcubiyet verecek hâlleri ortadan kaldırarak merhametini gösteren) Rahîm de ancak O’dur.
17﴿ O (Mûsâ kulumuz mağfiret nîmetine şükretmek için, bir daha böyle bir şey yapmayacağına dâir Allâh-u Te‘âlâ’ya söz vermek üzere): “Ey Rabbim! Bana (hatâlarımı bağışlama vaad ederek) lütufta bulunman (hakkın)a yemîn olsun ki; artık (böyle şeyler yapmaktan tevbe edeceğim ve beni yardıma çağırarak hatâma sebep olan) o suçlular için arka çıkan bir yardımcı aslâ olmayacağım” dedi.
18﴿ Sonra o (Mûsâ kulumuz) o şehirde korku içerisinde (başına gelecekleri) dikkatlice bekleyen biri olarak sabaha çıktı. Sonra dün ondan yardım istemiş olan o kimse birdenbire (karşısına çıkıp kavgaya tutuştuğu başka bir kıptîye karşı) bağırarak ondan yardım istiyordu. Mûsâ ona: “Gerçekten de sen elbette apaçık bir azgınsın” dedi.
19﴿ Netîcede o (Mûsâ kulumuz yine dayanamayıp) ikisi için de kendisi büyük bir düşman olan o (Kıptîlere mensup) kişiyi kuvvetlice yakalamak isteyince (onun bu sefer düşmanına değil de, kendisine vuracağını sanan) o (İsrâîloğullarına mensup kişi korkudan): “Ey Mûsâ! Dün bir şahsı öldürdüğün gibi (şimdi) beni de mi öldürmek istiyorsun?! Sen ancak yer(yüzün)de (işin nereye varacağını düşünmeden asıp kesen) tam bir zorba olmanı istiyorsun ama (insanların arasını düzeltmeye çalışarak) ıslâh edici kimselerden olmanı istemiyorsun” dedi (ve bu sûretle evvelce öldürülen kişinin kātilini arayan Kıptîlere Mûsâ’yı ihbâr etmiş oldu)!
20﴿ (Durumu haber alan Firavun hânedânından Mûsâ (Aleyhisselâm)ın öldürülmesine dâir karar çıkınca) o şehrin en uzak yerinden (yola çıkan ve îmânını gizlemekte bulunan, aynı zamanda Firavun’un amcasının oğlu olan Hızkîl adındaki) bir adam (bir an evvel Mûsâ (Aleyhisselâm)a haber yetiştirerek kurtulmasını temin etmek için) koşarak geldi ve: “Ey Mûsâ! Gerçekten o (devletin) ileri gelenler(i toplanıp) seni öldürsünler diye seninle ilgili istişâre ediyorlar; sen derhal (bu şehirden) çık. Şüphesiz ki ben özellikle senin için iyilik isteyen kimselerdenim” dedi.
21﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm)) da korkulu bir hâlde (etrâfı) iyice gözetleme yaparak hemen oradan çıktı ve (Mevlâ Te‘âlâ’dan başka sığınılacak merci olmadığını bildiği için): “Ey Rabbim! Bu zâlimler topluluğundan beni kurtar (da onlara yakalanmayayım)” dedi.
سُورَةُ الْقَصَصِ
الجزء ٢٠
٣٨٦
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ ﴿١٤
وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ ﴿١٥
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿١٦
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يرًا لِلْمُجْرِم۪ينَ ﴿١٧
فَاَصْبَحَ فِي الْمَد۪ينَةِ خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُ فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُۜ قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ ﴿١٨
فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْاَمْسِۗ اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْاَرْضِ وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ ﴿١٩
وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ اِنّ۪ي لَكَ مِنَ النَّاصِح۪ينَ ﴿٢٠
فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُۘ قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿٢١
Kasas Sûresi
386
Cuz 20
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ ﴿١٤
14﴿ Ne zaman ki o (Mûsâ (Aleyhisselâm) aklının ve gücünün olgunlaştığı) kuvvetlenme çağının sonu (olan otuz üç yaşı)na ulaştı ve iyice kemâle erdi, Biz de ona (üstün akıl, isâbetli anlayış ve hikmetli davranıştan ibâret olan) büyük bir hüküm ve (insanlara iki cihanda yararlı olan şeyler hakkında, özellikle de fıkıhla alâkalı) önemli bir ilim verdik. (Habîbim!) İşte sana! (Mûsâ ve annesi gibi) güzel amelde bulunan kimseleri de (iyiliklerine karşılık) ancak böyle mükâfatlandırırız.
وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ ﴿١٥
15﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm)a peygamberlik verilmeden önce daha henüz Firavun’un sarayında yaşarken) o (oradan çıktı), (o sırada öğle uykusuna yatan) halkının gaflet üzere olduğu bir zamanda o (Mısır) şehr(in)e girdi de, orada birbiriyle öldüresiye dövüşmekte olan iki adama rastladı ki; işte bu, (din konusunda) kendisine eşlik eden adamlarından; işte şu ise onun düşmanları (olan Firavun’un da mensûbu bulunduğu Kıptî ırkı)ndandı. Kendi taraftarlarından olan o kişi düşmanlarından olan o kimseye karşı hemen ondan yardım istedi. Sonra Mûsâ ona (bir) yumruk vurdu da böylece hayâtını sona erdirdi. (İrâdesi dışında gerçekleşen bu öldürme hâdisesinden çok etkilenerek) dedi ki: “İşte bu (şekilde kasıtsız da olsa, Rabbimden emir almadan bir insana vurup ölümüne sebebiyet vermem), şeytanın (süslü gösterdiği) işlerindendir. Şüphesiz ki o (şeytan, doğru yoldan) tamâmen saptırıcı (ve Âdemoğullarına karşı) çok açık büyük bir düşmandır.”
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿١٦
16﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) kasten bir günah işlememişse de Allâh-u Te‘âlâ’dan izin almaksızın bir kişinin ölümüne sebebiyet verdiği için Rabbine karşı bir tevâzu ifâdesi olarak): “Ey Rabbim! Gerçekten ben nefsime zulmettim (ve kendime yazık ettim, artık benim (bu hatam) için mağfirette bulun” dedi. O (Allâh-u Te‘âlâ) da hemen onun için (o zellesini) mağfirette bulundu. Şüphesiz ki O; (kullarının hatâlarını çokça bağışlayan) Ğafûr da, (mahcubiyet verecek hâlleri ortadan kaldırarak merhametini gösteren) Rahîm de ancak O’dur.
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يرًا لِلْمُجْرِم۪ينَ ﴿١٧
17﴿ O (Mûsâ kulumuz mağfiret nîmetine şükretmek için, bir daha böyle bir şey yapmayacağına dâir Allâh-u Te‘âlâ’ya söz vermek üzere): “Ey Rabbim! Bana (hatâlarımı bağışlama vaad ederek) lütufta bulunman (hakkın)a yemîn olsun ki; artık (böyle şeyler yapmaktan tevbe edeceğim ve beni yardıma çağırarak hatâma sebep olan) o suçlular için arka çıkan bir yardımcı aslâ olmayacağım” dedi.
فَاَصْبَحَ فِي الْمَد۪ينَةِ خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُ فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُۜ قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ ﴿١٨
18﴿ Sonra o (Mûsâ kulumuz) o şehirde korku içerisinde (başına gelecekleri) dikkatlice bekleyen biri olarak sabaha çıktı. Sonra dün ondan yardım istemiş olan o kimse birdenbire (karşısına çıkıp kavgaya tutuştuğu başka bir kıptîye karşı) bağırarak ondan yardım istiyordu. Mûsâ ona: “Gerçekten de sen elbette apaçık bir azgınsın” dedi.
فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْاَمْسِۗ اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْاَرْضِ وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ ﴿١٩
19﴿ Netîcede o (Mûsâ kulumuz yine dayanamayıp) ikisi için de kendisi büyük bir düşman olan o (Kıptîlere mensup) kişiyi kuvvetlice yakalamak isteyince (onun bu sefer düşmanına değil de, kendisine vuracağını sanan) o (İsrâîloğullarına mensup kişi korkudan): “Ey Mûsâ! Dün bir şahsı öldürdüğün gibi (şimdi) beni de mi öldürmek istiyorsun?! Sen ancak yer(yüzün)de (işin nereye varacağını düşünmeden asıp kesen) tam bir zorba olmanı istiyorsun ama (insanların arasını düzeltmeye çalışarak) ıslâh edici kimselerden olmanı istemiyorsun” dedi (ve bu sûretle evvelce öldürülen kişinin kātilini arayan Kıptîlere Mûsâ’yı ihbâr etmiş oldu)!
وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ اِنّ۪ي لَكَ مِنَ النَّاصِح۪ينَ ﴿٢٠
20﴿ (Durumu haber alan Firavun hânedânından Mûsâ (Aleyhisselâm)ın öldürülmesine dâir karar çıkınca) o şehrin en uzak yerinden (yola çıkan ve îmânını gizlemekte bulunan, aynı zamanda Firavun’un amcasının oğlu olan Hızkîl adındaki) bir adam (bir an evvel Mûsâ (Aleyhisselâm)a haber yetiştirerek kurtulmasını temin etmek için) koşarak geldi ve: “Ey Mûsâ! Gerçekten o (devletin) ileri gelenler(i toplanıp) seni öldürsünler diye seninle ilgili istişâre ediyorlar; sen derhal (bu şehirden) çık. Şüphesiz ki ben özellikle senin için iyilik isteyen kimselerdenim” dedi.
فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُۘ قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿٢١
21﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm)) da korkulu bir hâlde (etrâfı) iyice gözetleme yaparak hemen oradan çıktı ve (Mevlâ Te‘âlâ’dan başka sığınılacak merci olmadığını bildiği için): “Ey Rabbim! Bu zâlimler topluluğundan beni kurtar (da onlara yakalanmayayım)” dedi.