v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
39
Cuz 2
246﴿ (Ey evvelce geçenlerin kıssaları hakkında ilim sâhibi olan kişi!) Mûsâ(nın vefâtın)dan sonraki o İsrâîloğullarından olan ulu kişileri(n başına gelenden haberdâr edilerek onları) gör(ür gibi bil)medin mi?! Hani onlar kendilerine özel(likle gönderilmiş) olan (İşmevîl adındaki) bir peygambere: “Bizim için (yönetici olacak) bir hükümdâr(ı tâyin edip) gönder de, (onunla birlikte) Allâh yolunda savaşalım” demişlerdi de o: “Ya üzerinize savaş (farz olarak) yazılır da siz savaşmamaya yanaşırsanız (o zaman hâliniz nice olacak)?” demişti. (Bunun üzerine) onlar: “Gerçekten biz yurtlarımızdan ve oğullarımızdan (uzaklaştırılıp) çıkarılmışken, bizim için ne (sebep) vardır ki Allâh yolunda savaşmayalım?!” demişlerdi. Fakat üzerlerine savaş (farz olarak) yazılınca, içlerinden pek azı müstesnâ onlar(ın ekseriyeti muhârebe sözlerinden) dönüvermiştiler. Allâh ise (söz bozan) o zâlimleri (çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
247﴿ Peygamberleri de onlara: “Şüphesiz Allâh (bu isteğinize karşılık) bir hükümdâr olarak muhakkak size Tâlût’u gönderdi” demişti. Onlar: “Biz (saltanat ve) mülke ondan daha lâyık iken ve kendisine maldan bir genişlik verilmemişken, onun için bizim üzerimize mülk (ve hâkimiyet) nasıl olabilir?!” demişlerdi. O (peygamberleri de onlara): “Şüphesiz ki Allâh onu sizin üzerinize (birtakım meziyetlerle) seçmiş ve (her türlü) ilimde (özellikle de harp bilgisi açısından) ayrıca cisimde (üstünlük; boy bos, güç, kuvvet ve güzellik konularında) genişlik bakımından ona fazlalık vermiştir. Zâten (hâkimiyet ve yöneticilik babadan atadan verâsetle olacak şey değildir, zîrâ) Allâh mülkünü dilediğine verir. Allâh ise (fakir ve imkânsız kullarını zengin ve hâkim edecek derecede lütuf ve ihsânı geniş olan) bir Vâsi‘dir, (mülk ve saltanata kimin daha lâyık olduğunu bilen) bir Alîm’dir” demişti.
248﴿ (Tâlût’un Allâh tarafından seçildiğine dâir kendisinden bir alâmet istemeleri üzerine) peygamberleri de onlara: “Gerçekten onun mülkünün (ve sizin üzerinize hükümdâr tâyin edilen kişinin o olduğunun) âyeti (ve alâmeti); (sizin görmediğiniz) meleklerin kendisini taşımakta olduğu o Tâbût’un size gelmesidir ki, (savaşlarda kaçmamanız için) onda Rabbinizden (gelen) bir sekînet (kalplerinizi yatıştıran huzur ve güvence), bir de Mûsâ âilesi ile Hârûn âilesinin bırakmış olduğu şeylerden bir bakıyye (ve arta kalan kutsal eserler) vardır. (Ey Tâlût’un hükümdarlığına alâmet isteyen kişi!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (Tâbût’un tekrar size rucûu)nda sizin için (Tâlût’un hükümdârlığının hak olduğuna dâir) elbette büyük bir âyet (ve alâmet) bulunmaktadır. Eğer siz (bu söylediklerime) îmân eden kimseler olduysanız (bu Tâbût size gelecektir ki o zaman başınıza tâyin edilen kimsenin Tâlût olduğunu anlarsınız)” demişti. Müfessirlerin beyânı vechile; Mûsâ (Aleyhisselâm)ın vefâtının ardından İsrâîloğulları içinde Yûşa‘ (Aleyhisselâm), ondan sonra Kâlib (Aleyhisselâm), onun peşine de Hızkîl (Aleyhisselâm) peygamber olarak Mûsâ (Aleyhisselâm)ın yerine geçip Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerini ve Tevrât’ın hükümlerini işlettiler. Hızkîl (Aleyhisselâm)dan sonra İsrâîloğullarında birçok olaylar çıktı ve Allâh’ın ahdini unutarak putlara tapmaya başladılar. Sonra Allâh-u Te‘âlâ İlyâs (Aleyhisselâm)ı, onun ardından da Elyesa‘ (Aleyhisselâm)ı gönderdi. Onun vefâtından sonra türeyen kötü döller çok büyük günahlara düştüler. O sırada Mısır’la Filistin arasındaki sâhil şeridinin sâkinleri olan ve kendilerine Amâlika denen Câlût’un kavmi İsrâîloğullarına saldırıp onları mağlup ederek birçok topraklarını aldılar, zürriyetlerinin ekserîsini esir ettiler, krâliyet âilesinden dört yüz kırk adet erkek çocuğu esir alıp Yahûdîleri cizyeye bağladılar ve Tevrât’larını ellerinden aldılar. Hâsılı; İsrâîloğulları onların elinden çok çekti. O sırada işlerini idâre edecek bir peygamberleri de yoktu. Nübüvvet soyu tümüyle helâk olmuş, ancak bir hâmile kadın kalmıştı. Derken o kadın bir oğlan çocuğu doğurup ona İşmevîl adını verdi. O çocuk büyüdüğünde annesi onu Beyt-i Makdis’de Tevrât öğrenmesi için ulemâdan birisinin terbiyesine ısmarladı. Çocuk bülûğa erince Cibrîl (Aleyhisselâm) kendisine uykudayken gelip şeyhinin sesiyle seslendi. O, telâşla uyanıp: “Babacığım beni çağırdın, buyur” diye yanına gidince üstâdı, telâşa kapılmasın diye ona “Hayır” demek istemeyip: “Oğlum, dön uyu” dedi. Bu hâdise üç kere tekrarlanınca Cibrîl (Aleyhisselâm) ona görünerek: “Hemen kavmine gidip Rabbinin risâletini tebliğ et. Şüphesiz ki Allâh seni onlara peygamber olarak gönderdi” dedi. O nebî kavmine gelip bu tebliği yapınca: “Henüz sana peygamberlik verilmiş değil, acele davrandın” diyerek onu inkâr ettiler ve: “Eğer doğru söylüyorsan, peygamberliğine bir nişan olmak üzere bize bir hükümdâr tâyin et de Allâh yolunda cihâd edelim” dediler. O zaman İsrâîloğullarının yönetimi, kralların etrâfında toplanmaları, kralların da peygamberlerine itâat etmeleriyle yoluna girmekteydi. Hükümdâr, toplulukları harekete geçiriyor, peygamber de Rabbinden haber getirerek onu irşâd ediyordu. Böylece İşmevîl (Aleyhisselâm) onları kırk sene en güzel şekilde yönetti. Daha sonra Câlût ve Amâlika savaşıyla alâkalı âyet-i kerîmelerde belirtilen olaylar gelişti. Kıssanın tafsîlâtı ve kaynakları için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/752-754 Âyet-i kerîmede geçen “Bakıyye”den maksad ise; Tevrât levhaları, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın asâsı, elbiseleri ve ayakkabıları, bir de Hârûn (Aleyhisselâm)ın sarığı gibi mukaddes emânetlerdir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/381; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 3/366)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٣٩
اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰىۢ اِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّا تُقَاتِلُواۜ قَالُوا وَمَا لَنَٓا اَلَّا نُقَاتِلَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَٓائِنَاۜ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿٢٤٦
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًاۜ قَالُٓوا اَنّٰى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِۜ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِۜ وَاللّٰهُ يُؤْت۪ي مُلْكَهُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٤٧
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٢٤٨
Bakara Sûresi
39
Cuz 2
اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰىۢ اِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّا تُقَاتِلُواۜ قَالُوا وَمَا لَنَٓا اَلَّا نُقَاتِلَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَٓائِنَاۜ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿٢٤٦
246﴿ (Ey evvelce geçenlerin kıssaları hakkında ilim sâhibi olan kişi!) Mûsâ(nın vefâtın)dan sonraki o İsrâîloğullarından olan ulu kişileri(n başına gelenden haberdâr edilerek onları) gör(ür gibi bil)medin mi?! Hani onlar kendilerine özel(likle gönderilmiş) olan (İşmevîl adındaki) bir peygambere: “Bizim için (yönetici olacak) bir hükümdâr(ı tâyin edip) gönder de, (onunla birlikte) Allâh yolunda savaşalım” demişlerdi de o: “Ya üzerinize savaş (farz olarak) yazılır da siz savaşmamaya yanaşırsanız (o zaman hâliniz nice olacak)?” demişti. (Bunun üzerine) onlar: “Gerçekten biz yurtlarımızdan ve oğullarımızdan (uzaklaştırılıp) çıkarılmışken, bizim için ne (sebep) vardır ki Allâh yolunda savaşmayalım?!” demişlerdi. Fakat üzerlerine savaş (farz olarak) yazılınca, içlerinden pek azı müstesnâ onlar(ın ekseriyeti muhârebe sözlerinden) dönüvermiştiler. Allâh ise (söz bozan) o zâlimleri (çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًاۜ قَالُٓوا اَنّٰى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِۜ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِۜ وَاللّٰهُ يُؤْت۪ي مُلْكَهُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٤٧
247﴿ Peygamberleri de onlara: “Şüphesiz Allâh (bu isteğinize karşılık) bir hükümdâr olarak muhakkak size Tâlût’u gönderdi” demişti. Onlar: “Biz (saltanat ve) mülke ondan daha lâyık iken ve kendisine maldan bir genişlik verilmemişken, onun için bizim üzerimize mülk (ve hâkimiyet) nasıl olabilir?!” demişlerdi. O (peygamberleri de onlara): “Şüphesiz ki Allâh onu sizin üzerinize (birtakım meziyetlerle) seçmiş ve (her türlü) ilimde (özellikle de harp bilgisi açısından) ayrıca cisimde (üstünlük; boy bos, güç, kuvvet ve güzellik konularında) genişlik bakımından ona fazlalık vermiştir. Zâten (hâkimiyet ve yöneticilik babadan atadan verâsetle olacak şey değildir, zîrâ) Allâh mülkünü dilediğine verir. Allâh ise (fakir ve imkânsız kullarını zengin ve hâkim edecek derecede lütuf ve ihsânı geniş olan) bir Vâsi‘dir, (mülk ve saltanata kimin daha lâyık olduğunu bilen) bir Alîm’dir” demişti.
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٢٤٨
248﴿ (Tâlût’un Allâh tarafından seçildiğine dâir kendisinden bir alâmet istemeleri üzerine) peygamberleri de onlara: “Gerçekten onun mülkünün (ve sizin üzerinize hükümdâr tâyin edilen kişinin o olduğunun) âyeti (ve alâmeti); (sizin görmediğiniz) meleklerin kendisini taşımakta olduğu o Tâbût’un size gelmesidir ki, (savaşlarda kaçmamanız için) onda Rabbinizden (gelen) bir sekînet (kalplerinizi yatıştıran huzur ve güvence), bir de Mûsâ âilesi ile Hârûn âilesinin bırakmış olduğu şeylerden bir bakıyye (ve arta kalan kutsal eserler) vardır. (Ey Tâlût’un hükümdarlığına alâmet isteyen kişi!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (Tâbût’un tekrar size rucûu)nda sizin için (Tâlût’un hükümdârlığının hak olduğuna dâir) elbette büyük bir âyet (ve alâmet) bulunmaktadır. Eğer siz (bu söylediklerime) îmân eden kimseler olduysanız (bu Tâbût size gelecektir ki o zaman başınıza tâyin edilen kimsenin Tâlût olduğunu anlarsınız)” demişti. Müfessirlerin beyânı vechile; Mûsâ (Aleyhisselâm)ın vefâtının ardından İsrâîloğulları içinde Yûşa‘ (Aleyhisselâm), ondan sonra Kâlib (Aleyhisselâm), onun peşine de Hızkîl (Aleyhisselâm) peygamber olarak Mûsâ (Aleyhisselâm)ın yerine geçip Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerini ve Tevrât’ın hükümlerini işlettiler. Hızkîl (Aleyhisselâm)dan sonra İsrâîloğullarında birçok olaylar çıktı ve Allâh’ın ahdini unutarak putlara tapmaya başladılar. Sonra Allâh-u Te‘âlâ İlyâs (Aleyhisselâm)ı, onun ardından da Elyesa‘ (Aleyhisselâm)ı gönderdi. Onun vefâtından sonra türeyen kötü döller çok büyük günahlara düştüler. O sırada Mısır’la Filistin arasındaki sâhil şeridinin sâkinleri olan ve kendilerine Amâlika denen Câlût’un kavmi İsrâîloğullarına saldırıp onları mağlup ederek birçok topraklarını aldılar, zürriyetlerinin ekserîsini esir ettiler, krâliyet âilesinden dört yüz kırk adet erkek çocuğu esir alıp Yahûdîleri cizyeye bağladılar ve Tevrât’larını ellerinden aldılar. Hâsılı; İsrâîloğulları onların elinden çok çekti. O sırada işlerini idâre edecek bir peygamberleri de yoktu. Nübüvvet soyu tümüyle helâk olmuş, ancak bir hâmile kadın kalmıştı. Derken o kadın bir oğlan çocuğu doğurup ona İşmevîl adını verdi. O çocuk büyüdüğünde annesi onu Beyt-i Makdis’de Tevrât öğrenmesi için ulemâdan birisinin terbiyesine ısmarladı. Çocuk bülûğa erince Cibrîl (Aleyhisselâm) kendisine uykudayken gelip şeyhinin sesiyle seslendi. O, telâşla uyanıp: “Babacığım beni çağırdın, buyur” diye yanına gidince üstâdı, telâşa kapılmasın diye ona “Hayır” demek istemeyip: “Oğlum, dön uyu” dedi. Bu hâdise üç kere tekrarlanınca Cibrîl (Aleyhisselâm) ona görünerek: “Hemen kavmine gidip Rabbinin risâletini tebliğ et. Şüphesiz ki Allâh seni onlara peygamber olarak gönderdi” dedi. O nebî kavmine gelip bu tebliği yapınca: “Henüz sana peygamberlik verilmiş değil, acele davrandın” diyerek onu inkâr ettiler ve: “Eğer doğru söylüyorsan, peygamberliğine bir nişan olmak üzere bize bir hükümdâr tâyin et de Allâh yolunda cihâd edelim” dediler. O zaman İsrâîloğullarının yönetimi, kralların etrâfında toplanmaları, kralların da peygamberlerine itâat etmeleriyle yoluna girmekteydi. Hükümdâr, toplulukları harekete geçiriyor, peygamber de Rabbinden haber getirerek onu irşâd ediyordu. Böylece İşmevîl (Aleyhisselâm) onları kırk sene en güzel şekilde yönetti. Daha sonra Câlût ve Amâlika savaşıyla alâkalı âyet-i kerîmelerde belirtilen olaylar gelişti. Kıssanın tafsîlâtı ve kaynakları için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/752-754 Âyet-i kerîmede geçen “Bakıyye”den maksad ise; Tevrât levhaları, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın asâsı, elbiseleri ve ayakkabıları, bir de Hârûn (Aleyhisselâm)ın sarığı gibi mukaddes emânetlerdir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/381; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 3/366)