v02.01.25 Geliştirme Notları
Kasas Sûresi
391
Cuz 20
51﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz o (Kur’ân) buyruğu(nu) onlar(ın iki cihan saâdetine kavuşması) için (müjde, tehdit, kıssa, ibret, öğüt ve nasîhat konularında) elbette birbirine ekle(yerek peşpeşe gönder)mişizdir. Tâ ki onlar iyice öğütlensinler (de îmân edebilsinler)!
52﴿ O (Kur’â)ndan önce kendilerine Kitap vermiş olduğumuz o kimseler var ya; (Kitap Ehli geçinen diğerleri değil de) ancak o (kitaplara tâbi ola)nlar özellikle o (Kur’â)na îmân etmektedirler. Bu âyet-i celîle, Tevrât ehlinden olan Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları ile Ebû Rifâ‘a riyâsetinde îmân etmiş olan ve bundan dolayı çok eziyetlere mâruz kalan on kişi hakkında, ayrıca Ca‘fer-i Tayyâr (Radıyallâhu Anh) ile birlikte Habeşistan’dan gelen ve İncîl ehlinden olan otuz iki kişi hakkında, bir de Şâm’dan gelip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e îmân eden sekiz kişi (Radıyallâhu Anhüm Ecma‘în) hakkında nâzil olmuştur ki isimleri tefsirlerde mezkûrdur. (et-Taberî, 18/276; İbnü Ebî Hâtim, 9/2987-2988; et-Taberânî, el-Kebîr, rakam:5963; el-Âlûsî, 20/216)
53﴿ O (Kur’ân) onlara art arda okunduğu zaman: “Biz on(un Allâh-u Te‘âlâ’nın kelâmı olduğun)a da îmân ettik. Şüphesiz ki o, Rabbimizden (gelen) hakkın ta kendisidir. Muhakkak ki biz ondan önce de (kendi kitaplarımızda o son kitabın bahsini görerek ona îmân etmiş) Müslüman kimselerdik” derler.
54﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar (öyle bahtiyar kimselerdir) ki, mükâfatları kendilerine iki kere verilecektir. Şu sebeple ki onlar (Kur’ân’a inanmalarından dolayı karşılaştıkları sürgün ve benzeri eziyetlere) sabretmiştirler, ayrıca onlar (şirk ve günahlar gibi) kötü şeyleri (îmân ve tâat gibi) güzel şeylerle sürekli savuşturmaktadırlar, bir de onlar kendilerine rızık olarak vermiş olduğumuz şeylerden (hayır yollarına) harcamaktadırlar.
55﴿ Ayrıca o (Kitâb ehlinden Müslüman ola)nlar (kınama ve sövme niteliğinde) düşük sözler işittikleri zaman (müşriklerin seviyesine düşmemek için) on(ların konuştuğu boş laflar)dan yüz çevirirler ve: “(Allâh’a îmân ve ibâdet gibi) bizim (güzel) amellerimiz(in kârı) bize âittir; sizin (şirk ve putlara tapma gibi kötü) amelleriniz(in vebâli) de size âittir. (Bulunduğunuz kötü hâlden) kurtuluş (nasip) olsun size! /(Bizden gelecek bir zarardan) size selâmet vardır (zîrâ biz size uyarak kötü laflar sarfedecek değiliz, herkes yoluna gidebilir)!/ Biz o câhilleri (sohbet için hiç) aramayız (çünkü onlarla düşüp kalkmayı ve konuşup görüşmeyi istemeyiz)” derler.
56﴿ (Habîbim! Amcan Ebû Tâlib’in îmân etmesini çok istiyorsun ama) gerçekten de sen sevdiğin bir kimseyi hidâyet edemezsin (ve onun kalbinde îmân yaratamazsın); velâkin Allâh dilediğini (İslâm’a girdirerek) hidâyet eder. Zâten ancak O, hidâyet bulacak (kābiliyete sâhip olan)ları(n kimler olacağını, kimlerin doğru yolu bulma gayretine gireceklerini) hakkıyla bilendir.
57﴿ (Habîbim!) O (müşrik ola)nlar: “(Biz senin doğruluğunu bilmekteyiz fakat bir avuç azınlık olan biz, diğer Araplara muhâlefet ederek) seninle birlikte hidâyete tâbi olursak, (bu) toprağımızdan kapılıp götürülürüz” dediler. (Hâlbuki kâfir olmalarına rağmen) Biz (etrâfında bulundukları Kâ‘be-i Muazzama hürmetine Mekke gibi güvenilir ve) emniyetli bir haremi onlara mekân yapmadık mı ki tarafımızdan yeterli bir rızık olarak her şeyin ürünleri oraya taşınıp toplanmaktadır. (Hâl böyleyken ya bir de makāmın hürmetine îmânın kazandıracağı hürmet ve güvenceyi katarlarsa onları hiç korumaz olur muyuz?) Velâkin onların çoğu (şu anda güvende olmalarının Bizim tarafımızdan olduğunu dahî) bilmezler.
58﴿ (Ey Kureyş kabîlesi! Sizin gibi rahat) yaşantısına nankörlük etmiş (ve şımarmış) nice memleket(leri ve ahâlisin)i de helâk ettik. İşte sana! Bun(ca toprak)lar onların meskenleridir ki; onların ardından (oralarda) ancak (gelip geçenler tarafından günü birlik olarak) çok az oturulabilmiştir. Zâten ancak Biz (helâk ettiğimiz yurtlarda tasarruf edebilecek kimse kalmadığı için oralara) dâimâ vârisler olduk.
59﴿ (Habîbim!) Senin Rabbin, kendileri üzerine Bizim âyetlerimizi art arda okuyacak bir rasûlü, (civârındaki) şehirlerin anası (konumunda olan Mekke gibi merkezî bir yer) içerisinde gönderinceye kadar oraları(n halkını) helâk edici olmamıştır. Zâten Biz, (kendilerine gönderilen peygamberleri inkâr ederek) halkı zâlimler olmayan karyeleri(n halkından hiçbirini suçsuz yere) aslâ helâk edenler olmadık.
سُورَةُ الْقَصَصِ
الجزء ٢٠
٣٩١
وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۜ۟ ﴿٥١
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِه۪ هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٢
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ ﴿٥٣
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿٥٤
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ ﴿٥٥
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ ﴿٥٦
وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَمًا اٰمِنًا يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٥٧
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلًاۜ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ ﴿٥٨
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ ﴿٥٩
Kasas Sûresi
391
Cuz 20
وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۜ۟ ﴿٥١
51﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz o (Kur’ân) buyruğu(nu) onlar(ın iki cihan saâdetine kavuşması) için (müjde, tehdit, kıssa, ibret, öğüt ve nasîhat konularında) elbette birbirine ekle(yerek peşpeşe gönder)mişizdir. Tâ ki onlar iyice öğütlensinler (de îmân edebilsinler)!
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِه۪ هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٢
52﴿ O (Kur’â)ndan önce kendilerine Kitap vermiş olduğumuz o kimseler var ya; (Kitap Ehli geçinen diğerleri değil de) ancak o (kitaplara tâbi ola)nlar özellikle o (Kur’â)na îmân etmektedirler. Bu âyet-i celîle, Tevrât ehlinden olan Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları ile Ebû Rifâ‘a riyâsetinde îmân etmiş olan ve bundan dolayı çok eziyetlere mâruz kalan on kişi hakkında, ayrıca Ca‘fer-i Tayyâr (Radıyallâhu Anh) ile birlikte Habeşistan’dan gelen ve İncîl ehlinden olan otuz iki kişi hakkında, bir de Şâm’dan gelip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e îmân eden sekiz kişi (Radıyallâhu Anhüm Ecma‘în) hakkında nâzil olmuştur ki isimleri tefsirlerde mezkûrdur. (et-Taberî, 18/276; İbnü Ebî Hâtim, 9/2987-2988; et-Taberânî, el-Kebîr, rakam:5963; el-Âlûsî, 20/216)
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ ﴿٥٣
53﴿ O (Kur’ân) onlara art arda okunduğu zaman: “Biz on(un Allâh-u Te‘âlâ’nın kelâmı olduğun)a da îmân ettik. Şüphesiz ki o, Rabbimizden (gelen) hakkın ta kendisidir. Muhakkak ki biz ondan önce de (kendi kitaplarımızda o son kitabın bahsini görerek ona îmân etmiş) Müslüman kimselerdik” derler.
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿٥٤
54﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar (öyle bahtiyar kimselerdir) ki, mükâfatları kendilerine iki kere verilecektir. Şu sebeple ki onlar (Kur’ân’a inanmalarından dolayı karşılaştıkları sürgün ve benzeri eziyetlere) sabretmiştirler, ayrıca onlar (şirk ve günahlar gibi) kötü şeyleri (îmân ve tâat gibi) güzel şeylerle sürekli savuşturmaktadırlar, bir de onlar kendilerine rızık olarak vermiş olduğumuz şeylerden (hayır yollarına) harcamaktadırlar.
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ ﴿٥٥
55﴿ Ayrıca o (Kitâb ehlinden Müslüman ola)nlar (kınama ve sövme niteliğinde) düşük sözler işittikleri zaman (müşriklerin seviyesine düşmemek için) on(ların konuştuğu boş laflar)dan yüz çevirirler ve: “(Allâh’a îmân ve ibâdet gibi) bizim (güzel) amellerimiz(in kârı) bize âittir; sizin (şirk ve putlara tapma gibi kötü) amelleriniz(in vebâli) de size âittir. (Bulunduğunuz kötü hâlden) kurtuluş (nasip) olsun size! /(Bizden gelecek bir zarardan) size selâmet vardır (zîrâ biz size uyarak kötü laflar sarfedecek değiliz, herkes yoluna gidebilir)!/ Biz o câhilleri (sohbet için hiç) aramayız (çünkü onlarla düşüp kalkmayı ve konuşup görüşmeyi istemeyiz)” derler.
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ ﴿٥٦
56﴿ (Habîbim! Amcan Ebû Tâlib’in îmân etmesini çok istiyorsun ama) gerçekten de sen sevdiğin bir kimseyi hidâyet edemezsin (ve onun kalbinde îmân yaratamazsın); velâkin Allâh dilediğini (İslâm’a girdirerek) hidâyet eder. Zâten ancak O, hidâyet bulacak (kābiliyete sâhip olan)ları(n kimler olacağını, kimlerin doğru yolu bulma gayretine gireceklerini) hakkıyla bilendir.
وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَمًا اٰمِنًا يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٥٧
57﴿ (Habîbim!) O (müşrik ola)nlar: “(Biz senin doğruluğunu bilmekteyiz fakat bir avuç azınlık olan biz, diğer Araplara muhâlefet ederek) seninle birlikte hidâyete tâbi olursak, (bu) toprağımızdan kapılıp götürülürüz” dediler. (Hâlbuki kâfir olmalarına rağmen) Biz (etrâfında bulundukları Kâ‘be-i Muazzama hürmetine Mekke gibi güvenilir ve) emniyetli bir haremi onlara mekân yapmadık mı ki tarafımızdan yeterli bir rızık olarak her şeyin ürünleri oraya taşınıp toplanmaktadır. (Hâl böyleyken ya bir de makāmın hürmetine îmânın kazandıracağı hürmet ve güvenceyi katarlarsa onları hiç korumaz olur muyuz?) Velâkin onların çoğu (şu anda güvende olmalarının Bizim tarafımızdan olduğunu dahî) bilmezler.
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلًاۜ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ ﴿٥٨
58﴿ (Ey Kureyş kabîlesi! Sizin gibi rahat) yaşantısına nankörlük etmiş (ve şımarmış) nice memleket(leri ve ahâlisin)i de helâk ettik. İşte sana! Bun(ca toprak)lar onların meskenleridir ki; onların ardından (oralarda) ancak (gelip geçenler tarafından günü birlik olarak) çok az oturulabilmiştir. Zâten ancak Biz (helâk ettiğimiz yurtlarda tasarruf edebilecek kimse kalmadığı için oralara) dâimâ vârisler olduk.
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ ﴿٥٩
59﴿ (Habîbim!) Senin Rabbin, kendileri üzerine Bizim âyetlerimizi art arda okuyacak bir rasûlü, (civârındaki) şehirlerin anası (konumunda olan Mekke gibi merkezî bir yer) içerisinde gönderinceye kadar oraları(n halkını) helâk edici olmamıştır. Zâten Biz, (kendilerine gönderilen peygamberleri inkâr ederek) halkı zâlimler olmayan karyeleri(n halkından hiçbirini suçsuz yere) aslâ helâk edenler olmadık.