v02.01.25 Geliştirme Notları
Kasas Sûresi
393
Cuz 20
71﴿ (Habîbim!) De ki: “Gördünüz mü (haydi söyleyin bakalım); Allâh (güneşi doğdurmayarak veyâ dünyânın üzerine vurdurmayarak) kıyâmet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde (sürekli) devâm eden bir şey yapsaydı Allâh’tan başka kimdir o ilâh ki (gün ışığından ibâret) yeterli bir ziyâyı size getirebilecek?! Siz hâlâ (bu hakîkatleri iyice düşünüp, anlayış ve kabûl kulağıyla) işit(ip de îmân et)meyecek misiniz?!”
72﴿ (Habîbim!) De ki: “Gördünüz mü (şimdi söyleyin bakalım); Allâh (güneşi semânın ortasında durdurarak) kıyâmet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde (sürekli) devâm eden bir şey yapsaydı, Allâh’tan başka kimdir o ilâh ki kendisinde (istirahat ederek) sükûnet bulacağınız karanlık bir geceyi size getirebilecek?! Siz (üstün gücümüze delâlet eden bunca delilleri gördüğünüz hâlde Allâh’tan başka kimsenin hiçbir şeye gücü olmadığı gerçeğini) hâlâ görmeyecek misiniz?!”
73﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun rahmetinden dolayıdır ki O, kendisinde dinlenesiniz diye geceyi de, (çeşitli kazanç yollarına başvurarak) O’nun fazlından (rızkınızı) arayasınız diye gündüzü de sizin (menfaatiniz) için (karanlık ve aydınlık olarak farklı) yaratmıştır. Bir de siz (O’nun bunca nîmetlerine) şükredesiniz diye (bunca nîmetleri size ihsân etti)!
74﴿ (Habîbim!) O günü de (onlara anlat) ki; O (Allâh-u Te‘âlâ) o (müşrik ola)nlara nidâ edecek ve: “Sizin (Benim ortaklarım olduğunu) iddiâ eder olduğunuz o ortaklarım nerededir(ler, niçin size yardım etmiyorlar)?!” buyuracak!
75﴿ (O gün) Biz her bir ümmet (içerisin)den (yaptıklarına tanıklık edecek) bir şâhid (olmak üzere peygamberlerin)i de süratle çıkardık ve (onun ümmetlerine): “(Dîninizin doğruluğuna dâir) açık delîlinizi getirin” buyurduk. Artık (o nidâyı duyduklarında) onlar (şu hakîkati yakînen) bilmiştirler ki o (sâdece Kendisine ibâdet olunma hakkı da, kendileri hakkında karar verme) hak(kı da) sâdece Allâh’a mahsustur. Böylece (dünyâda iken taptıkları putların kendilerine şefâat edeceği konularda) sürekli uydurmakta oldukları o (bâtıl) şeyler onlardan (çoktan) uzaklaşıp kaybolmuştur.
76﴿ Gerçekten Kārûn (isimli mel‘ûn) Mûsâ’nın kavmindendi ama onlara karşı üstünlük aramış (ve büyüklük taslamış)tı. Biz de (imtihan olsun için) ona hazîneler(imiz)den o kadar (çok mal) vermiştik ki; gerçekten onun (hazînelerinin) anahtarları(nı taşımak, sayıları yetmişe ulaşan ve) kuvvet sâhipleri olan kalabalık bir cemâate (bile) elbette ağırlık (ve zorluk) yapıyordu. (Habîbim! Anlat) o vakti ki kavmi ona demişti ki: “(Malının çokluğuyla) aşırı sevinip (şımararak) azgınlık yapma. Şüphesiz ki Allâh aşırı sevinip azgınlık yapanları sevmez (ve onların bu tavırlarından râzı olmaz).
77﴿ Ayrıca sen Allâh’ın sana vermiş olduğu (hazîneler ve geniş imkânlarla dolu) şeyler içerisinde (iyi ameller işleyerek ve hayır-hasenât yaparak) o sonraki (âhiret) yurdu(nu kazanma yollarını) ara! Ama dünyâdan (âhireti kazanmak için yapman gereken sâlih amellere imkân sağlayacak helâl rızıklardan) nasîbini (de) unutma! Bir de Allâh sana (bunca nîmetler vererek) ihsânda bulunduğu gibi sen de (Allâh’ın kullarına) iyilik yap ve yer(yüzün)de fesat (zulüm ve bozgunculuk çıkarma yollarını) arama. Şüphesiz ki Allâh fesat çıkaran kimseleri sevmez (ve onların yaptıkları kötülüklere rızâ göstermez).” Rivâyetlere göre; Kārûn, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın amcasının oğludur. Yüzünün güzelliğinden dolayı kendisine “Münevver” denirdi. İsrâîloğulları içerisinde Tevrât’ı en iyi ezbere bilen ve en iyi okuyan biriydi. Lâkin peygamberliğin Mûsâ (Aleyhisselâm)a verilmesinin ardından; vezirliğin ve kurban işlerinin de Hârûn (Aleyhisselâm)a verildiğini görünce, kıskançlığa kapılarak: “Bütün işler sizin elinizde, bana hiçbir görev verilmedi, bu duruma ne kadar daha sabredebilirim?!” dedi. Bunun üzerine Mûsâ (Aleyhisselâm): “Bu (taksîm), Allâh’ın işidir” dediyse de o: “Bana bir mûcize göstermedikçe seni tasdik etmeyeceğim” dedi. Mûsâ (Aleyhisselâm) da İsrâîloğullarının reislerine: “Her biriniz asâsını getirsin” diyerek onları bir araya getirdi ve içerisinde kendisine vahiylerin geldiği bir kubbenin içine onları bıraktı (ve kimin asâsı yeşerirse bu görevin ona verileceğini îlân etti). O gece herkes kendi asâsını beklemeye başladı, sabaha çıktıklarında Hârûn (Aleyhisselâm)ın bâdem ağacından olan asâsı yemyeşil yapraklar vermişti. Bunu gören Kārûn: “Senin yaptığın bu iş diğer büyülere göre hiç de şaşılacak bir şey değil” diyerek münâfıklığını açığa vurdu. Netîcede malının ve ilminin çokluğu, özellikle de kimyâ ve ticâret sahalarındaki mahâreti, Kārûn’u iyice şımartarak onu Mûsâ (Aleyhisselâm)a karşı çıkarttı; hattâ o, bir fâhişe kadına para vererek Mûsâ (Aleyhisselâm)a iftirâ ettirecek kadar ileri gitti, sonunda ise ilerideki âyet-i kerîmelerde zikredildiği gibi yerin dibine batırılarak helâk edildi. (el-Âlûsî, 20/249) Ayrıca bakınız: el-Ahzâb Sûresi:69
سُورَةُ الْقَصَصِ
الجزء ٢٠
٣٩٣
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ اَفَلَا تَسْمَعُونَ ﴿٧١
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٧٢
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٧٣
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿٧٤
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿٧٥
اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓواُ بِالْعُصْبَةِ اُ۬ولِي الْقُوَّةِۗ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ ﴿٧٦
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٧٧
Kasas Sûresi
393
Cuz 20
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ اَفَلَا تَسْمَعُونَ ﴿٧١
71﴿ (Habîbim!) De ki: “Gördünüz mü (haydi söyleyin bakalım); Allâh (güneşi doğdurmayarak veyâ dünyânın üzerine vurdurmayarak) kıyâmet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde (sürekli) devâm eden bir şey yapsaydı Allâh’tan başka kimdir o ilâh ki (gün ışığından ibâret) yeterli bir ziyâyı size getirebilecek?! Siz hâlâ (bu hakîkatleri iyice düşünüp, anlayış ve kabûl kulağıyla) işit(ip de îmân et)meyecek misiniz?!”
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٧٢
72﴿ (Habîbim!) De ki: “Gördünüz mü (şimdi söyleyin bakalım); Allâh (güneşi semânın ortasında durdurarak) kıyâmet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde (sürekli) devâm eden bir şey yapsaydı, Allâh’tan başka kimdir o ilâh ki kendisinde (istirahat ederek) sükûnet bulacağınız karanlık bir geceyi size getirebilecek?! Siz (üstün gücümüze delâlet eden bunca delilleri gördüğünüz hâlde Allâh’tan başka kimsenin hiçbir şeye gücü olmadığı gerçeğini) hâlâ görmeyecek misiniz?!”
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٧٣
73﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun rahmetinden dolayıdır ki O, kendisinde dinlenesiniz diye geceyi de, (çeşitli kazanç yollarına başvurarak) O’nun fazlından (rızkınızı) arayasınız diye gündüzü de sizin (menfaatiniz) için (karanlık ve aydınlık olarak farklı) yaratmıştır. Bir de siz (O’nun bunca nîmetlerine) şükredesiniz diye (bunca nîmetleri size ihsân etti)!
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿٧٤
74﴿ (Habîbim!) O günü de (onlara anlat) ki; O (Allâh-u Te‘âlâ) o (müşrik ola)nlara nidâ edecek ve: “Sizin (Benim ortaklarım olduğunu) iddiâ eder olduğunuz o ortaklarım nerededir(ler, niçin size yardım etmiyorlar)?!” buyuracak!
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿٧٥
75﴿ (O gün) Biz her bir ümmet (içerisin)den (yaptıklarına tanıklık edecek) bir şâhid (olmak üzere peygamberlerin)i de süratle çıkardık ve (onun ümmetlerine): “(Dîninizin doğruluğuna dâir) açık delîlinizi getirin” buyurduk. Artık (o nidâyı duyduklarında) onlar (şu hakîkati yakînen) bilmiştirler ki o (sâdece Kendisine ibâdet olunma hakkı da, kendileri hakkında karar verme) hak(kı da) sâdece Allâh’a mahsustur. Böylece (dünyâda iken taptıkları putların kendilerine şefâat edeceği konularda) sürekli uydurmakta oldukları o (bâtıl) şeyler onlardan (çoktan) uzaklaşıp kaybolmuştur.
اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓواُ بِالْعُصْبَةِ اُ۬ولِي الْقُوَّةِۗ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ ﴿٧٦
76﴿ Gerçekten Kārûn (isimli mel‘ûn) Mûsâ’nın kavmindendi ama onlara karşı üstünlük aramış (ve büyüklük taslamış)tı. Biz de (imtihan olsun için) ona hazîneler(imiz)den o kadar (çok mal) vermiştik ki; gerçekten onun (hazînelerinin) anahtarları(nı taşımak, sayıları yetmişe ulaşan ve) kuvvet sâhipleri olan kalabalık bir cemâate (bile) elbette ağırlık (ve zorluk) yapıyordu. (Habîbim! Anlat) o vakti ki kavmi ona demişti ki: “(Malının çokluğuyla) aşırı sevinip (şımararak) azgınlık yapma. Şüphesiz ki Allâh aşırı sevinip azgınlık yapanları sevmez (ve onların bu tavırlarından râzı olmaz).
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٧٧
77﴿ Ayrıca sen Allâh’ın sana vermiş olduğu (hazîneler ve geniş imkânlarla dolu) şeyler içerisinde (iyi ameller işleyerek ve hayır-hasenât yaparak) o sonraki (âhiret) yurdu(nu kazanma yollarını) ara! Ama dünyâdan (âhireti kazanmak için yapman gereken sâlih amellere imkân sağlayacak helâl rızıklardan) nasîbini (de) unutma! Bir de Allâh sana (bunca nîmetler vererek) ihsânda bulunduğu gibi sen de (Allâh’ın kullarına) iyilik yap ve yer(yüzün)de fesat (zulüm ve bozgunculuk çıkarma yollarını) arama. Şüphesiz ki Allâh fesat çıkaran kimseleri sevmez (ve onların yaptıkları kötülüklere rızâ göstermez).” Rivâyetlere göre; Kārûn, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın amcasının oğludur. Yüzünün güzelliğinden dolayı kendisine “Münevver” denirdi. İsrâîloğulları içerisinde Tevrât’ı en iyi ezbere bilen ve en iyi okuyan biriydi. Lâkin peygamberliğin Mûsâ (Aleyhisselâm)a verilmesinin ardından; vezirliğin ve kurban işlerinin de Hârûn (Aleyhisselâm)a verildiğini görünce, kıskançlığa kapılarak: “Bütün işler sizin elinizde, bana hiçbir görev verilmedi, bu duruma ne kadar daha sabredebilirim?!” dedi. Bunun üzerine Mûsâ (Aleyhisselâm): “Bu (taksîm), Allâh’ın işidir” dediyse de o: “Bana bir mûcize göstermedikçe seni tasdik etmeyeceğim” dedi. Mûsâ (Aleyhisselâm) da İsrâîloğullarının reislerine: “Her biriniz asâsını getirsin” diyerek onları bir araya getirdi ve içerisinde kendisine vahiylerin geldiği bir kubbenin içine onları bıraktı (ve kimin asâsı yeşerirse bu görevin ona verileceğini îlân etti). O gece herkes kendi asâsını beklemeye başladı, sabaha çıktıklarında Hârûn (Aleyhisselâm)ın bâdem ağacından olan asâsı yemyeşil yapraklar vermişti. Bunu gören Kārûn: “Senin yaptığın bu iş diğer büyülere göre hiç de şaşılacak bir şey değil” diyerek münâfıklığını açığa vurdu. Netîcede malının ve ilminin çokluğu, özellikle de kimyâ ve ticâret sahalarındaki mahâreti, Kārûn’u iyice şımartarak onu Mûsâ (Aleyhisselâm)a karşı çıkarttı; hattâ o, bir fâhişe kadına para vererek Mûsâ (Aleyhisselâm)a iftirâ ettirecek kadar ileri gitti, sonunda ise ilerideki âyet-i kerîmelerde zikredildiği gibi yerin dibine batırılarak helâk edildi. (el-Âlûsî, 20/249) Ayrıca bakınız: el-Ahzâb Sûresi:69