v02.01.25 Geliştirme Notları
Kasas Sûresi
394
Cuz 20
78﴿ O (Kārûn kavminin bu nasîhatlerine cevâben:) “Bu (mal) bana ancak, (kimyâ, ticâret ve yönetim gibi konularda) yanımda bulunan büyük bir ilimden sebep verilmiştir (dolayısıyla bunu ben kazandım)” dedi. Hâlbuki o (bu sözü söylerken şu hakîkati) bilmedi mi ki; gerçekten ondan önceki asırlar (halkı arasın)dan, kendisi kuvvet bakımından ondan daha güçlü ve (mal ve ordu) toplama yönünden daha ziyâde (imkâna sâhip) olan kimseleri Allâh kesinlikle helâk etmiştir?! Zâten (Allâh-u Te‘âlâ herkesin suçunu hakkıyla bildiği için) o suçlular(a kıyâmet günü) günahların(ın neler olduğun)dan (bile) sorulmaya(rak sorgusuz sualsiz onlar cehenneme atıla)caktır. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Hıcr Sûresi:92 ve Sâffât Sûresi:24. âyet-i kerîmelerinde ifâde buyrulan: “Kâfirlerin sorgu-suâle tâbi tutulacakları” husûsu ile bu âyet-i kerîme ve Rahmân Sûresi:39. âyet-i kerîmesinde ifâde buyrulan “Kâfirlere günahlarının sorulmayacağı” mevzûu arasında bir çelişki yoktur, zîrâ burada ifâde edilmek istenen şey, Allâh-u Te‘âlâ her şeyin bütün tafsîlâtını bildiği için onlardan dünyâda ne kötü işler yaptıklarını öğrenmek üzere kendilerine bir suâl yöneltmeyeceği husûsudur. Diğer âyet-i kerîmelerde ise onlara azarlama ve kınama yoluyla “Siz böyle şeyler yaptınız değil mi?” mânâsına gelen sorgular yapılacağı beyân edilmektedir. (el-Âlûsî, 20/273)
79﴿ Derken o (Kārûn), (altın eğerli beyaz bir katır üzerinde, kırmızı ipeklerle süslü dört bin atlı hizmetçiden oluşan debdebe ve) ziyneti içerisinde (büyük bir ihtişamla) kavminin karşısına çıktı. (Onun bu servetini görüp de) kendileri o en alçak hayâtı(n geniş imkânlarına kavuşmayı ve onları hayra harcayarak sonsuz saâdete ulaşmayı gayr-ı ihtiyârî olarak) arzulamakta olan (bâzı Müslüman)lar: “Ey (millet), keşke Kārûn’a verilmiş olanın bir benzeri bize âit olsaydı. Gerçekten (de) o (adam dünyâlık husûsunda) elbette çok büyük bir nasip sâhibidir” dedi(ler).
80﴿ Kendilerine (dünyâ ve âhiret hâlleriyle ilgili yeterli) ilim verilmiş olan (Yûşa (Aleyhisselâm)ın da aralarında bulunduğu) o (sâlih) kimseler ise: “(Dünyâyı tercih ederseniz) helâk olasınız! (Böyle bir istekten vazgeçin!) Allâh’ın (âhirette vereceği) sevabı, îmân etmiş ve (îmânın gerektirdiği şekilde) sâlih ameller işlemiş kimseler için (Kārûn’a verilmiş olanlardan elbette) çok hayırlıdır. Ama (Allâh’ın sevâbının netîcesi olan) o (cennet yurdu)na ancak (ibâdetlere devâm edip, günahlardan ve şehvetlerden uzak durmaya) sabreden kimseler kavuşturulur” dedi(ler).
81﴿ Nihâyet Biz onu da, (kapısını ve duvarlarını som altından yaptırdığı) evini de (bütün mal varlığını da) yer(in dibin)e batırdık. Artık Allâh’tan başka onun için herhangi bir topluluktan hiçbiri bulunmadı ki ona yardım edebilsinler! Böylece o (Kārûn azaptan kurtulabilmek için hiçbir şeyden) yardım görenlerden olmadı.
82﴿ Daha dün onun mekânını(n bir benzerine nâil olup onun yerinde olmayı) temennî etmiş olan o kimseler sabah olunca (kendilerine gelerek birbirine) diyorlardı ki: “Görmez misin; kullarından murâd ettiği kimseler için Allâh rızkı genişletiyor ve (istediğine) daraltıyor. (Demek ki bu durum Allâh’ın takdîri gereğiymiş, yoksa bir insana zenginlik vermesi o kişinin Allâh nezdindeki değerine, bir kişiyi fakir etmesi de onun alçaklığına delâlet etmiyormuş. Meğer Kārûn gibi zengin olmayı istediğimizde) Allâh (bunu) bize (vermeyerek) iyilikte bulunmuş olmasaydı, elbette (onu yerin dibine batırdığı gibi şimdi) bizi (de) batırmış olacaktı! Görmez misin, gerçek şu ki; (Allâh’ın peygamberlerini inkâr eden ve nîmetlerine nankörlükte bulunan) o kâfirler (hiçbir zaman) felâh (ve kurtuluş)a eremez(ler)!” İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiği üzere; Mûsâ (Aleyhisselâm) Kārûn’a, Allâh-u Te‘âlâ’nın, kendisine zenginlerden zekât almasını emrettiğini söyleyince o, bu emre karşı gelip insanlara: “Bu adam size namazı vesâir ibâdetleri emretti, siz de bunlara katlandınız. Şimdi de mallarınızı yemek istiyor. Buna da mı tahammül edeceksiniz?!” diyerek onları Mûsâ (Aleyhisselâm)a karşı kışkırttı. Sonra da İsrâîloğullarının fâhişelerinden en azgın olanını, para teklifiyle kandırarak Mûsâ (Aleyhisselâm)ın, kendisiyle zinâ ettiğine dâir toplum huzûrunda şâhitlikte bulunması husûsunda iknâ etti. O zaman Mûsâ (Aleyhisselâm) kadına yemîn etmesini teklif edince, o: “Bunlar bana para vererek böyle konuşturdular” diye îtirafta bulundu. Bunun üzerine Mûsâ (Aleyhisselâm) ağlayarak secdeye kapanınca, Allâh-u Te‘âlâ: “Toprağı senin emrine verdik” diye vahyetti. Mûsâ (Aleyhisselâm) da toprağa: “Ey toprak! Bunu yut” diye emretti. Kārûn, akrabâlık bağını devreye sokarak kendisini bağışlaması için birçok kere yalvardıysa da Mûsâ (Aleyhisselâm)ın gazabı Allâh için olduğundan hiç sâkinleşmedi ve tekrar tekrar toprağa emir vererek onun yerin dibine batışını seyretti. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin, el-Âlûsî)
83﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (dünyâya nispetle) sonraki yurt (olan âhiret ve bunca medhini işittiğin cennet var ya); Biz onu o kimseler için tahsîs edeceğiz ki, onlar yer(yüzün)de üstünlük (taslamak) istemezler, bozgunculuk (ve zulüm yapmayı arzulayanlar) da olmaz(lar). Zâten o (güzel) âkıbet, (Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından korunmak için O’nun emirlerini tutup yasaklarından sakınan) takvâ sâhiplerine âittir.
84﴿ Her kim (îmân ve ve sâlih ameller gibi) o güzel şeyle (mahşere) gelirse, artık ondan dolayı kendisi için çok büyük bir hayır (ve sevap) vardır. Ama her kim (kâfirlik ve günahlar gibi) o kötü şeyle (âhirete) gelirse, kötü şeyleri işlemiş olan o kimseler (ise) ancak kendilerinin (dünyâdayken) sürekli yapar oldukları o (kötü) şeyler(in karşılığı) ile cezâlandırılacaklardır.
سُورَةُ الْقَصَصِ
الجزء ٢٠
٣٩٤
قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعًاۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ ﴿٧٨
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ ﴿٧٩
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۚ وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ ﴿٨٠
فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ ﴿٨١
وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟ ﴿٨٢
تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُوًّا فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَادًاۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ ﴿٨٣
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٨٤
Kasas Sûresi
394
Cuz 20
قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعًاۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ ﴿٧٨
78﴿ O (Kārûn kavminin bu nasîhatlerine cevâben:) “Bu (mal) bana ancak, (kimyâ, ticâret ve yönetim gibi konularda) yanımda bulunan büyük bir ilimden sebep verilmiştir (dolayısıyla bunu ben kazandım)” dedi. Hâlbuki o (bu sözü söylerken şu hakîkati) bilmedi mi ki; gerçekten ondan önceki asırlar (halkı arasın)dan, kendisi kuvvet bakımından ondan daha güçlü ve (mal ve ordu) toplama yönünden daha ziyâde (imkâna sâhip) olan kimseleri Allâh kesinlikle helâk etmiştir?! Zâten (Allâh-u Te‘âlâ herkesin suçunu hakkıyla bildiği için) o suçlular(a kıyâmet günü) günahların(ın neler olduğun)dan (bile) sorulmaya(rak sorgusuz sualsiz onlar cehenneme atıla)caktır. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Hıcr Sûresi:92 ve Sâffât Sûresi:24. âyet-i kerîmelerinde ifâde buyrulan: “Kâfirlerin sorgu-suâle tâbi tutulacakları” husûsu ile bu âyet-i kerîme ve Rahmân Sûresi:39. âyet-i kerîmesinde ifâde buyrulan “Kâfirlere günahlarının sorulmayacağı” mevzûu arasında bir çelişki yoktur, zîrâ burada ifâde edilmek istenen şey, Allâh-u Te‘âlâ her şeyin bütün tafsîlâtını bildiği için onlardan dünyâda ne kötü işler yaptıklarını öğrenmek üzere kendilerine bir suâl yöneltmeyeceği husûsudur. Diğer âyet-i kerîmelerde ise onlara azarlama ve kınama yoluyla “Siz böyle şeyler yaptınız değil mi?” mânâsına gelen sorgular yapılacağı beyân edilmektedir. (el-Âlûsî, 20/273)
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ ﴿٧٩
79﴿ Derken o (Kārûn), (altın eğerli beyaz bir katır üzerinde, kırmızı ipeklerle süslü dört bin atlı hizmetçiden oluşan debdebe ve) ziyneti içerisinde (büyük bir ihtişamla) kavminin karşısına çıktı. (Onun bu servetini görüp de) kendileri o en alçak hayâtı(n geniş imkânlarına kavuşmayı ve onları hayra harcayarak sonsuz saâdete ulaşmayı gayr-ı ihtiyârî olarak) arzulamakta olan (bâzı Müslüman)lar: “Ey (millet), keşke Kārûn’a verilmiş olanın bir benzeri bize âit olsaydı. Gerçekten (de) o (adam dünyâlık husûsunda) elbette çok büyük bir nasip sâhibidir” dedi(ler).
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۚ وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ ﴿٨٠
80﴿ Kendilerine (dünyâ ve âhiret hâlleriyle ilgili yeterli) ilim verilmiş olan (Yûşa (Aleyhisselâm)ın da aralarında bulunduğu) o (sâlih) kimseler ise: “(Dünyâyı tercih ederseniz) helâk olasınız! (Böyle bir istekten vazgeçin!) Allâh’ın (âhirette vereceği) sevabı, îmân etmiş ve (îmânın gerektirdiği şekilde) sâlih ameller işlemiş kimseler için (Kārûn’a verilmiş olanlardan elbette) çok hayırlıdır. Ama (Allâh’ın sevâbının netîcesi olan) o (cennet yurdu)na ancak (ibâdetlere devâm edip, günahlardan ve şehvetlerden uzak durmaya) sabreden kimseler kavuşturulur” dedi(ler).
فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ ﴿٨١
81﴿ Nihâyet Biz onu da, (kapısını ve duvarlarını som altından yaptırdığı) evini de (bütün mal varlığını da) yer(in dibin)e batırdık. Artık Allâh’tan başka onun için herhangi bir topluluktan hiçbiri bulunmadı ki ona yardım edebilsinler! Böylece o (Kārûn azaptan kurtulabilmek için hiçbir şeyden) yardım görenlerden olmadı.
وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟ ﴿٨٢
82﴿ Daha dün onun mekânını(n bir benzerine nâil olup onun yerinde olmayı) temennî etmiş olan o kimseler sabah olunca (kendilerine gelerek birbirine) diyorlardı ki: “Görmez misin; kullarından murâd ettiği kimseler için Allâh rızkı genişletiyor ve (istediğine) daraltıyor. (Demek ki bu durum Allâh’ın takdîri gereğiymiş, yoksa bir insana zenginlik vermesi o kişinin Allâh nezdindeki değerine, bir kişiyi fakir etmesi de onun alçaklığına delâlet etmiyormuş. Meğer Kārûn gibi zengin olmayı istediğimizde) Allâh (bunu) bize (vermeyerek) iyilikte bulunmuş olmasaydı, elbette (onu yerin dibine batırdığı gibi şimdi) bizi (de) batırmış olacaktı! Görmez misin, gerçek şu ki; (Allâh’ın peygamberlerini inkâr eden ve nîmetlerine nankörlükte bulunan) o kâfirler (hiçbir zaman) felâh (ve kurtuluş)a eremez(ler)!” İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiği üzere; Mûsâ (Aleyhisselâm) Kārûn’a, Allâh-u Te‘âlâ’nın, kendisine zenginlerden zekât almasını emrettiğini söyleyince o, bu emre karşı gelip insanlara: “Bu adam size namazı vesâir ibâdetleri emretti, siz de bunlara katlandınız. Şimdi de mallarınızı yemek istiyor. Buna da mı tahammül edeceksiniz?!” diyerek onları Mûsâ (Aleyhisselâm)a karşı kışkırttı. Sonra da İsrâîloğullarının fâhişelerinden en azgın olanını, para teklifiyle kandırarak Mûsâ (Aleyhisselâm)ın, kendisiyle zinâ ettiğine dâir toplum huzûrunda şâhitlikte bulunması husûsunda iknâ etti. O zaman Mûsâ (Aleyhisselâm) kadına yemîn etmesini teklif edince, o: “Bunlar bana para vererek böyle konuşturdular” diye îtirafta bulundu. Bunun üzerine Mûsâ (Aleyhisselâm) ağlayarak secdeye kapanınca, Allâh-u Te‘âlâ: “Toprağı senin emrine verdik” diye vahyetti. Mûsâ (Aleyhisselâm) da toprağa: “Ey toprak! Bunu yut” diye emretti. Kārûn, akrabâlık bağını devreye sokarak kendisini bağışlaması için birçok kere yalvardıysa da Mûsâ (Aleyhisselâm)ın gazabı Allâh için olduğundan hiç sâkinleşmedi ve tekrar tekrar toprağa emir vererek onun yerin dibine batışını seyretti. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin, el-Âlûsî)
تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُوًّا فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَادًاۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ ﴿٨٣
83﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (dünyâya nispetle) sonraki yurt (olan âhiret ve bunca medhini işittiğin cennet var ya); Biz onu o kimseler için tahsîs edeceğiz ki, onlar yer(yüzün)de üstünlük (taslamak) istemezler, bozgunculuk (ve zulüm yapmayı arzulayanlar) da olmaz(lar). Zâten o (güzel) âkıbet, (Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından korunmak için O’nun emirlerini tutup yasaklarından sakınan) takvâ sâhiplerine âittir.
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٨٤
84﴿ Her kim (îmân ve ve sâlih ameller gibi) o güzel şeyle (mahşere) gelirse, artık ondan dolayı kendisi için çok büyük bir hayır (ve sevap) vardır. Ama her kim (kâfirlik ve günahlar gibi) o kötü şeyle (âhirete) gelirse, kötü şeyleri işlemiş olan o kimseler (ise) ancak kendilerinin (dünyâdayken) sürekli yapar oldukları o (kötü) şeyler(in karşılığı) ile cezâlandırılacaklardır.