اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٨٥﴾
﴾85﴿
(Habîbim! Üzgün bir hâlde Mekke’den çıktığını ve ona hasret çektiğini bilmekteyiz. Ama bir gün gelecek) şüphesiz ki sana Kur’ân’ı (okumanı ve hükümleriyle amel etmeni) farz kılmış olan O Zât, elbette (senin tarafından çok sevilen ve) alışılan çok kıymetli yer (olan Mekke-i Mükerreme’y)e seni geri çeviricidir /elbette seni (ölümünün ardından, cennette kimseye nasip olmayacak) çok değerli bir dönüş yerine döndürücüdür/. (Habîbim!) De ki: “Benim Rabbim (benim gibi size) hidâyeti getirmiş olan kimseyi hakkıyla bilendir; kendisi çok açık bir sapıklık içinde bulunan (sizin gibi müşrik) kimseleri de (en iyi bilendir)!”
وَمَا كُنْتَ تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَه۪يرًا لِلْكَافِر۪ينَۘ ﴿٨٦﴾
﴾86﴿
(Habîbim! Sakın sen Mekke’ye geri döneceğinden ümitsiz olma! Nitekim nübüvvetten önce) sen bu Kitâb’ın sana vahyedileceğini de ummakta değildin. Lâkin senin Rabbinden (kullarına) büyük bir rahmet olsun diye (böyle büyük bir Kitâb sana indirildi)! O hâlde sakın sen (Mekke’ye dönebilmek için) o kâfirler(le iyi geçinmeye çalışarak, onları idâre ederek ve bâzı isteklerine olumlu cevap vererek kendilerin)e arka çıkan biri olma! (Zîrâ Rabbin sana bu imkânı sağlayacağına söz vermiştir.)
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ ﴿٨٧﴾
﴾87﴿
Onlar(ca âyet) sana (çok büyük bir lütuf olarak) indirildikten sonra sakın o (müşrik ola)nlar seni Allâh’ın âyetlerin(i okumaktan ve onlarla amel etmek)den alıkoymasınlar. Ayrıca sen (kimsenin engellemesine aldırmadan, insanları sürekli) Rabbin(in tevhîd ve ibâdetin)e dâvet et. Bir de aslâ müşrikler(e yardım edenler)den olma.
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٨٨﴾
﴾88﴿
Ayrıca sen Allâh ile birlikte başka bir ilâha tapma! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! O’nun Zâtı dışında her şey helâk olucudur. (Her konuda geçerli olan karar, yetki ve) hüküm ancak O’na âittir. Siz de (ölümünüzün ardından diriltilerek) ancak O(nun hesap yurdu)na döndürüleceksiniz. Müfessirler Allâh-u Te‘âlâ’dan başka her şeyin helâk olucu sayılmasını: “Allâh-u Te‘âlâ’dan başka hiçbir şeyin varlığı kendinden olmayıp, her şeyin varlığı O’nun yaratmasına dayandığından, ayrıca her an her şey yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için O’nun dışındakiler yok hükmündedir ve kıyâmet koptuğunda bir süreliğine de olsa her şey yok olacaktır” diye tefsîr etmişlerdir. (el-Âlûsî)
YİRMİDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Ankebût
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 69 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
الٓمٓ۠ ﴿١﴾
﴾1﴿
Elif! Lâm! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾
﴾2﴿
İnsanlar (sâdece): “Îmân ettik” dedikleri için, kendileri imtihan(a tâbi) tutulmayacakları bir hâlde (başıboş) bırakılacaklarını mı sandı(lar)?!
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Andolsun ki; elbette Biz onlardan önceki (ümmet)leri de muhakkak imtihan (edenin muâmelesine tâbi) etmiştik. (Fakat onlar dinlerine sımsıkı bağlı çıktılar, kâfirler tarafından demir testerelerle ortadan ayrılanlar, demir taraklarla etleri kemiklerinden sıyrılanlar bile dinlerinden dönmediler.) İşte yemîn olsun ki; elbette Allâh (“Îmân ettik” sözlerinde) doğru söylemiş o (samîmî) kimseleri de (sahtekârlardan) ayıracak, yine kasem olsun ki; elbette O (Rabbiniz) yalan söyleyenleri de (samîmî kimselerden) ayır(mak üzere ortaya çıkar)acaktır. İmâm-ı Kutebî ve Mukātil (Rahimehümellâh)ın beyânları vechile; bu âyet-i kerîmede geçen “İlim” fiili; “Temyîz (seçme ve ayırma)” mânâsına gelmektedir. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 8/19; es-Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 2/625; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 7/270)
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَسْبِقُونَاۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Yoksa o (kâfirlik ve günahlar gibi) kötü şeyleri yapmakta olan kimseler Bizi(m kudretimizi) geç(ip azâbımızdan kendilerini kurtarabil)eceklerini mi sandı(lar)?! (Zanna ve tahmine dayanarak bu şekilde karar ve) hüküm vermeleri ne kötü olmuştur!
مَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ فَاِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Her kim Allâh(ın cennet ve sevâbın)a kavuşmayı ummaktaysa, (Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerini tutup yasaklarından kaçarak, umduğunu bulduracak ve korktuğundan kurtaracak çârelere başvursun, zîrâ) işte şüphesiz Allâh’ın (sevap ve azâbın gerçekleşmesi için belirlediği) eceli elbette gelicidir. Zâten ancak O (kullarının sözlerini hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (herkesin tüm inanç ve hâllerini lâyıkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Dolayısıyla O herkese hak ettiği karşılığı verecektir).
وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Her kim de (ibâdetlere devâm edip, şehvetlerden geri durarak nefsiyle savaşırsa; vesveselerine kapılmamak için şeytanla mücâdele ederse; bir de Allâh’ın dâvâsını yüceltme uğrunda kâfirlerle) cihâd yaparsa, işte o (kişi) ancak kendisi(nin menfaati) için cihatta bulunmuş olur. Zîrâ (Allâh’ın buna ihtiyâcı yoktur) şüphesiz ki Allâh, elbette tüm âlemler(in itâat ve ibâdetlerin)den Ğaniyy (olduğu için onların hiçbir şeyine muhtaç değil)dir.