v02.01.25 Geliştirme Notları
Ankebût Sûresi
396
Cuz 20
7﴿ Yine o kimseler ki (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler, andolsun ki; kötü işlerini onlardan kesinlikle tamâmen ört(üp sil)eceğiz ve yemîn olsun ki; kendilerinin sürekli yapar oldukları (sâlih amellere dâir) şeyler(e verilecek ecr)in (hak ettiği karşılık olan bire bir nisbetinde değil de) en güzeli (olan mükâfât ile; bire on ve daha fazla sevap) ile onları muhakkak mükâfatlandıracağız.
8﴿ Biz insana da, ana babasıyla ilgili (olarak), tam bir güzelliği (onlara ulaştırmasını) emrettik (ve ona şöyle buyurduk): “Ama o ikisi (kendisinin ilâhlığı) hakkında senin için hiçbir bilgi bulunmayan (putlar gibi âciz) şeyleri (körü körüne) Bana ortak koşman için seni zorlayacak olurlarsa, artık (yaratıcının hakkı karşısında hiçbir yaratığın hakkı gözetilmeyeceği için) o ikisine itâat etme. (İçinizden; îmân eden yâhut şirk koşan, ana-babasına iyilik eden veyâ kötü davrananlar dâhil hep birlikte diriltildikten sonra) dönüşünüz ancak Bana (hesap vereceğiniz mahşere olacak)dır, sonra Ben sizin sürekli yapar olduğunuz şeyleri(n cezâsını vererek onların gerçek yüzünü) size haber vereceğim.” Bu âyet-i kerîme; Sa‘d ibnü Ebî Vakkas (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir. Şöyle ki; o İslâm’a girdiğinde annesi Hımne: “Ey Sa‘d! Bana ulaşan habere göre sen yoldan çıkmışsın! Vallâhi sen Muhammed’i inkâr edinceye kadar, bir gölge altına girmek ve yiyip içmek bana haram olsun” dedi. Sa‘d (Radıyallâhu Anh) bu teklîfi kabûl etmeyince annesi üç gün kadar bu sözünü tuttu. Sa‘d (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip durumdan şikâyetlenince bu âyet-i celîle nâzil oldu, bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona İslâm’da sebât etmesini fakat annesiyle iyi geçinmesini ve kendisine iyilik yaparak rızâsını almasını emretti. (es-Sa‘lebî, el-Keşf, 21/16-17; İbnü Ebî Hâtim, 9/3036; Benzerî rivâyet için bkz: Müslim, rakam:1748, 4/1877)
9﴿ Yine o kimseler ki (îmân şartlarına) îmân etmiştirler ve (İslâm şartlarından ibâret) sâlih ameller işlemiştirler, kasem olsun ki; muhakkak onları (bütün iyilikleri kendilerinde toplamış) sâlih kimseler içerisine girdireceğiz.
10﴿ Bir de insanlardan öyle (münâfık) kimse vardır ki: “Biz (de) Allâh’a îmân ettik” der. Ama Allâh için eziyete uğradığı zaman, insanların fitnesini (ve İslâm’ı yaşadığı için ona yaptıkları işkenceleri) Allâh’ın (âhirette kâfirlere uygulayacağı ebedî) azâbı gibi tutar (da, Allâh’ın azâbından korkan bir kişi nasıl îmân edip itâat ediyorsa o da kâfirlerin dünyâda yapacakları geçici sıkıntılardan korkup onlara itâat eder). Ama andolsun; senin Rabbinden (müminlere) büyük bir yardım (fetih ve ganîmet) gelse, yemîn olsun ki; onlar: “Muhakkak biz (din bakımından) sizinle berâber olmuştuk. (Öyleyse ganîmete bizi de ortak edin)” derler. (Böylece onlar inkârlarını gizlemeye çalışırlar) ama âlemler (içerisindeki akıl sâhiplerin)in göğüslerin(de bulunan kalpler)deki (niyet ve inançları, ihlâs ve nifak gibi) şeyleri (herkesten, hattâ kendilerinden) daha iyi bilen sâdece Allâh değil midir?!
11﴿ Yemîn olsun ki; elbette Allâh o (ihlâsla) îmân etmiş olan kimseleri de biliyor, yine kasem olsun ki; elbette O (Allâh-u Te‘âlâ), münâfık kimseleri biliyor.
12﴿ O kâfir olmuş kimseler, îmân etmiş olan o (bahtiyar) kişilere: “Siz bizim yolumuza iyice tâbi olun, (eğer bunda herhangi bir zararınız söz konusu olursa, Allâh’tan size gelecek her sorumluluğa biz kefil olalım ve) hatâlarınızı biz yüklenelim” dedi(ler). Hâlbuki kendileri aslâ onların (şirke bulaşmaları durumunda kazanmış olacakları o büyük) hatâlarından hiçbir şeyi yüklenici kimseler değillerdir. Şüphesiz ki onlar elbette yalan söyleyici kimselerdir.
13﴿ Yemîn olsun ki; elbette onlar(a bu sözü verenler) hem kendi (günahlarının) ağır yüklerini, hem de kendi ağır yükleriyle birlikte (o saptırdıkları kimselere âit) nice ağır yükleri taşıyacaklardır. Yine andolsun ki; (dünyâda iken: “Sen günah işle, vebâli benim olsun” gibi) sürekli uydurmakta oldukları (yalan-yanlış) şeylerden (dolayı) elbette onlar kıyâmet günü sorguya çekil(ip cehenneme sevk edil)eceklerdir.
14﴿ Andolsun ki; elbette Biz Nûh’u kendi kavmine rasül (olarak) gönderdik de, muhakkak o, elli sene hâriç bin sene (elçilik vazîfesini îfâ etmek üzere) onların içinde kaldı. Nihâyet onlar (kâfirlik ve günahlardan vazgeçmeyen) zâlim kimseler (olmayı sürdürür)ken o (dünyâyı kaplayan büyük) tûfan onları yakaladı.
سُورَةُ الْعَنْكَبُوتِ
الجزء ٢٠
٣٩٦
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٧
وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًاۜ وَاِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاۜ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ ﴿٩
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ ﴿١٠
وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ ﴿١١
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٢
وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالًا مَعَ اَثْقَالِهِمْۘ وَلَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿١٣
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَامًاۜ فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٤
Ankebût Sûresi
396
Cuz 20
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٧
7﴿ Yine o kimseler ki (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler, andolsun ki; kötü işlerini onlardan kesinlikle tamâmen ört(üp sil)eceğiz ve yemîn olsun ki; kendilerinin sürekli yapar oldukları (sâlih amellere dâir) şeyler(e verilecek ecr)in (hak ettiği karşılık olan bire bir nisbetinde değil de) en güzeli (olan mükâfât ile; bire on ve daha fazla sevap) ile onları muhakkak mükâfatlandıracağız.
وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًاۜ وَاِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاۜ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨
8﴿ Biz insana da, ana babasıyla ilgili (olarak), tam bir güzelliği (onlara ulaştırmasını) emrettik (ve ona şöyle buyurduk): “Ama o ikisi (kendisinin ilâhlığı) hakkında senin için hiçbir bilgi bulunmayan (putlar gibi âciz) şeyleri (körü körüne) Bana ortak koşman için seni zorlayacak olurlarsa, artık (yaratıcının hakkı karşısında hiçbir yaratığın hakkı gözetilmeyeceği için) o ikisine itâat etme. (İçinizden; îmân eden yâhut şirk koşan, ana-babasına iyilik eden veyâ kötü davrananlar dâhil hep birlikte diriltildikten sonra) dönüşünüz ancak Bana (hesap vereceğiniz mahşere olacak)dır, sonra Ben sizin sürekli yapar olduğunuz şeyleri(n cezâsını vererek onların gerçek yüzünü) size haber vereceğim.” Bu âyet-i kerîme; Sa‘d ibnü Ebî Vakkas (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir. Şöyle ki; o İslâm’a girdiğinde annesi Hımne: “Ey Sa‘d! Bana ulaşan habere göre sen yoldan çıkmışsın! Vallâhi sen Muhammed’i inkâr edinceye kadar, bir gölge altına girmek ve yiyip içmek bana haram olsun” dedi. Sa‘d (Radıyallâhu Anh) bu teklîfi kabûl etmeyince annesi üç gün kadar bu sözünü tuttu. Sa‘d (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip durumdan şikâyetlenince bu âyet-i celîle nâzil oldu, bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona İslâm’da sebât etmesini fakat annesiyle iyi geçinmesini ve kendisine iyilik yaparak rızâsını almasını emretti. (es-Sa‘lebî, el-Keşf, 21/16-17; İbnü Ebî Hâtim, 9/3036; Benzerî rivâyet için bkz: Müslim, rakam:1748, 4/1877)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ ﴿٩
9﴿ Yine o kimseler ki (îmân şartlarına) îmân etmiştirler ve (İslâm şartlarından ibâret) sâlih ameller işlemiştirler, kasem olsun ki; muhakkak onları (bütün iyilikleri kendilerinde toplamış) sâlih kimseler içerisine girdireceğiz.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ ﴿١٠
10﴿ Bir de insanlardan öyle (münâfık) kimse vardır ki: “Biz (de) Allâh’a îmân ettik” der. Ama Allâh için eziyete uğradığı zaman, insanların fitnesini (ve İslâm’ı yaşadığı için ona yaptıkları işkenceleri) Allâh’ın (âhirette kâfirlere uygulayacağı ebedî) azâbı gibi tutar (da, Allâh’ın azâbından korkan bir kişi nasıl îmân edip itâat ediyorsa o da kâfirlerin dünyâda yapacakları geçici sıkıntılardan korkup onlara itâat eder). Ama andolsun; senin Rabbinden (müminlere) büyük bir yardım (fetih ve ganîmet) gelse, yemîn olsun ki; onlar: “Muhakkak biz (din bakımından) sizinle berâber olmuştuk. (Öyleyse ganîmete bizi de ortak edin)” derler. (Böylece onlar inkârlarını gizlemeye çalışırlar) ama âlemler (içerisindeki akıl sâhiplerin)in göğüslerin(de bulunan kalpler)deki (niyet ve inançları, ihlâs ve nifak gibi) şeyleri (herkesten, hattâ kendilerinden) daha iyi bilen sâdece Allâh değil midir?!
وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ ﴿١١
11﴿ Yemîn olsun ki; elbette Allâh o (ihlâsla) îmân etmiş olan kimseleri de biliyor, yine kasem olsun ki; elbette O (Allâh-u Te‘âlâ), münâfık kimseleri biliyor.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٢
12﴿ O kâfir olmuş kimseler, îmân etmiş olan o (bahtiyar) kişilere: “Siz bizim yolumuza iyice tâbi olun, (eğer bunda herhangi bir zararınız söz konusu olursa, Allâh’tan size gelecek her sorumluluğa biz kefil olalım ve) hatâlarınızı biz yüklenelim” dedi(ler). Hâlbuki kendileri aslâ onların (şirke bulaşmaları durumunda kazanmış olacakları o büyük) hatâlarından hiçbir şeyi yüklenici kimseler değillerdir. Şüphesiz ki onlar elbette yalan söyleyici kimselerdir.
وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالًا مَعَ اَثْقَالِهِمْۘ وَلَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿١٣
13﴿ Yemîn olsun ki; elbette onlar(a bu sözü verenler) hem kendi (günahlarının) ağır yüklerini, hem de kendi ağır yükleriyle birlikte (o saptırdıkları kimselere âit) nice ağır yükleri taşıyacaklardır. Yine andolsun ki; (dünyâda iken: “Sen günah işle, vebâli benim olsun” gibi) sürekli uydurmakta oldukları (yalan-yanlış) şeylerden (dolayı) elbette onlar kıyâmet günü sorguya çekil(ip cehenneme sevk edil)eceklerdir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَامًاۜ فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٤
14﴿ Andolsun ki; elbette Biz Nûh’u kendi kavmine rasül (olarak) gönderdik de, muhakkak o, elli sene hâriç bin sene (elçilik vazîfesini îfâ etmek üzere) onların içinde kaldı. Nihâyet onlar (kâfirlik ve günahlardan vazgeçmeyen) zâlim kimseler (olmayı sürdürür)ken o (dünyâyı kaplayan büyük) tûfan onları yakaladı.