v02.01.25 Geliştirme Notları
Ankebût Sûresi
399
Cuz 20
31﴿ (Bu duruma çok üzülen) İbrâhîm’e elçilerimiz (olan melekler oğul ve torun) müjde(si) ile geldikleri zamanda ise (Lût (Aleyhisselâm)ın kavminin azâbının yaklaştığını bildirmek üzere) dediler ki: “Gerçekten biz işte şu (Sedûm) karye(si)nin halkını helâk edicileriz, zîrâ muhakkak oranın ahâlisi (türlü türlü günahlara bulaşarak kendilerine yazık eden) zâlim kimseler oldular.”
32﴿ O (İbrâhîm (Aleyhisselâm) aralarında zulme bulaşmamış mâsum kimseler de bulunduğunu açıklamak üzere meleklere): “Muhakkak orada Lût (ve ona îmân edenler) vardır” dedi. Onlar da: “Orada bulunan kimseleri biz daha iyi biliciyiz! Andolsun ki; onu da, (kâfir olan) karısı dışında (diğer tüm) âilesini de (onlara vuracak azaptan) elbette kurtaracağız. O (ise) geride (yurtlarında helâk olanlar arasında) kalıcılardan oldu” dediler.
33﴿ Bizim elçilerimiz (İbrâhîm’in yanından ayrılıp) Lût’a (delikanlı şeklinde) geldiği vakitte ise, (onların melek olduğunu fark edemediği için) onlar(ı livâtaya düşkün sapık kavminden koruma endişesi) yüzünden gerçekten kötü duruma düştü ve güç bakımından (kendisini yetersiz gördüğü için) onlar sebebiyle (kalbi) darlandı. (Bunu gören melekler ona) dediler ki: “(Kavminden) korkma, (bize bir zarar gelir diye) mahzun da olma! Muhakkak seni de, (kâfir olan) karın dışında (müminlerin oluşturduğu diğer tüm) âileni de (onlara vuracak azaptan) kurtarıcılarız. O (karın ise) geride (helâk olanlar arasında yurtlarında) kalıcılardan oldu.
34﴿ Gerçekten Biz, (sana isyân ederek) kendileri sürekli fâsıklık yapar olmaları sebebiyle, ızdırâba düşürecek büyük bir azâbı işte şu memleketin halkı üzerine gökten indiricileriz.” Bu âyet-i kerîmeler Lût kavminin fiili olan livâta (eşcinsellik) günahının kınanması husûsunda ve çirkinliğini beyân sadedinde çok açık ifâdeler ihtivâ etmektedir. Bütün ulemânın görüş birliğiyle livâta kebâir günahlardan sayılmış, hattâ zinâdan daha kuvvetli bir haram olduğu açıkça bildirilmiştir. Meşârık Şerhi’nde zikredildiği üzere; livâta, hem aklen, hem dînen, hem de insanın fıtratına ters düşmesi îtibârıyla çok çirkin sayılmıştır. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)ın, bu suç hakkında had cezâsıyla hükmetmeyişi, onu küçümsediği anlamına gelmez. Hattâ bâzı âlimler: “Had cezâları kişiyi günahlardan temizlemek için meşrû edilmiştir, bu günah ise bu gibi cezâlarla temizlenemeyecek kadar büyüktür” demişlerdir. (el-Âlûsî)
35﴿ Andolsun ki; elbette Biz gerçekten o (Lût (Aleyhisselâm)ın helâk edilen kasabaları)ndan (geriye), bir toplum için (ibret alınacak bir şey olduğu) çok açık olan bir âyet (ve delil olsun diye onların üzerine atılan taşlardan bâzı kalıntılar) bıraktık ki o(nların haberini duya)nlar (ibret alma husûsunda) akıllarını kullanırlar. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) burada geçen “Açık âyeti”; harap olan yurtlarının kalıntıları olarak tefsir etmiştir. Bu âyetin, kendilerini helâk eden taşlar olduğu da söylenmiştir ki, Allâh-u Te‘âlâ o taşları bu ümmetin başında gelenler yetişip görünceye kadar uzun bir süre bırakmıştır. Yine böylece onların helâkinin ardından toprağın üzerine çıkan kara suyun kalıntısı olan simsiyah nehirler de açık bir âyet sayılmıştır. (el-Kirmânî, el-Âlûsî)
36﴿ Medyen (ahâlisin)e de (soyca) kardeşleri (olan) Şu‘ayb’ı (peygamber olarak gönderdik)! O hemen (onlara nasîhat etmek üzere): “Ey kavmim! (Yalnızca) Allâh’a ibâdet edin ve o (dünyâdan) sonraki günü(n mükâfâtına kavuşmayı) arzulayın. Bir de siz bozguncu kimseler olarak bu toprakta fesat çıkartmayın” dedi.
37﴿ Fakat onlar onu yalanladılar. Bunun üzerine (Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın, yürekleri çatlatan nârasıyla meydana gelen) o şiddetli zelzele onları yakaladı da, hemen onlar sabah vakti yurtlarında diz üstü (yere) çöküp kalan (ölü) kimseler oldular.
38﴿ Âd’ı ve Semûd’u da (kendilerine elçi olarak gönderilen Hûd ve Sâlih (Aleyhimesselâm)a karşı geldikleri için nasıl helâk ettiğimizi ümmetine anlat)! (Ey müşrikler! Şâm ve Yemen’e gidiş-geliş yolunuz üzerinde bulunan) onların (yıkık ve vîran) yurtlarından bir kısmı sizin için gerçekten iyice belirmiştir. (İşte) şeytan onlara (vesvese vererek, kâfirlik ve günahlar gibi kötü) amellerini iyice süslemişti de bu sebeple onları o (dosdoğru) yol(a tâbi olmak)dan alıkoymuştu. Hâlbuki onlar (inceleyip araştırarak, hakla bâtılın arasını ayıracak akıl ve) basîrete sâhip kimseler olmuştular (lâkin gaflete dalıp âkıbetlerini hiç düşünmediler).
سُورَةُ الْعَنْكَبُوتِ
الجزء ٢٠
٣٩٩
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ ﴿٣١
قَالَ اِنَّ ف۪يهَا لُوطًاۜ قَالُوا نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ لَنُنَجِّيَنَّهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ ﴿٣٢
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ ﴿٣٣
اِنَّا مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٣٤
وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٣٥
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ ﴿٣٦
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ ﴿٣٧
وَعَادًا وَثَمُودَا۬ وَقَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ مَسَاكِنِهِمْ۠ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ ﴿٣٨
Ankebût Sûresi
399
Cuz 20
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ ﴿٣١
31﴿ (Bu duruma çok üzülen) İbrâhîm’e elçilerimiz (olan melekler oğul ve torun) müjde(si) ile geldikleri zamanda ise (Lût (Aleyhisselâm)ın kavminin azâbının yaklaştığını bildirmek üzere) dediler ki: “Gerçekten biz işte şu (Sedûm) karye(si)nin halkını helâk edicileriz, zîrâ muhakkak oranın ahâlisi (türlü türlü günahlara bulaşarak kendilerine yazık eden) zâlim kimseler oldular.”
قَالَ اِنَّ ف۪يهَا لُوطًاۜ قَالُوا نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ لَنُنَجِّيَنَّهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ ﴿٣٢
32﴿ O (İbrâhîm (Aleyhisselâm) aralarında zulme bulaşmamış mâsum kimseler de bulunduğunu açıklamak üzere meleklere): “Muhakkak orada Lût (ve ona îmân edenler) vardır” dedi. Onlar da: “Orada bulunan kimseleri biz daha iyi biliciyiz! Andolsun ki; onu da, (kâfir olan) karısı dışında (diğer tüm) âilesini de (onlara vuracak azaptan) elbette kurtaracağız. O (ise) geride (yurtlarında helâk olanlar arasında) kalıcılardan oldu” dediler.
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ ﴿٣٣
33﴿ Bizim elçilerimiz (İbrâhîm’in yanından ayrılıp) Lût’a (delikanlı şeklinde) geldiği vakitte ise, (onların melek olduğunu fark edemediği için) onlar(ı livâtaya düşkün sapık kavminden koruma endişesi) yüzünden gerçekten kötü duruma düştü ve güç bakımından (kendisini yetersiz gördüğü için) onlar sebebiyle (kalbi) darlandı. (Bunu gören melekler ona) dediler ki: “(Kavminden) korkma, (bize bir zarar gelir diye) mahzun da olma! Muhakkak seni de, (kâfir olan) karın dışında (müminlerin oluşturduğu diğer tüm) âileni de (onlara vuracak azaptan) kurtarıcılarız. O (karın ise) geride (helâk olanlar arasında yurtlarında) kalıcılardan oldu.
اِنَّا مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٣٤
34﴿ Gerçekten Biz, (sana isyân ederek) kendileri sürekli fâsıklık yapar olmaları sebebiyle, ızdırâba düşürecek büyük bir azâbı işte şu memleketin halkı üzerine gökten indiricileriz.” Bu âyet-i kerîmeler Lût kavminin fiili olan livâta (eşcinsellik) günahının kınanması husûsunda ve çirkinliğini beyân sadedinde çok açık ifâdeler ihtivâ etmektedir. Bütün ulemânın görüş birliğiyle livâta kebâir günahlardan sayılmış, hattâ zinâdan daha kuvvetli bir haram olduğu açıkça bildirilmiştir. Meşârık Şerhi’nde zikredildiği üzere; livâta, hem aklen, hem dînen, hem de insanın fıtratına ters düşmesi îtibârıyla çok çirkin sayılmıştır. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)ın, bu suç hakkında had cezâsıyla hükmetmeyişi, onu küçümsediği anlamına gelmez. Hattâ bâzı âlimler: “Had cezâları kişiyi günahlardan temizlemek için meşrû edilmiştir, bu günah ise bu gibi cezâlarla temizlenemeyecek kadar büyüktür” demişlerdir. (el-Âlûsî)
وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٣٥
35﴿ Andolsun ki; elbette Biz gerçekten o (Lût (Aleyhisselâm)ın helâk edilen kasabaları)ndan (geriye), bir toplum için (ibret alınacak bir şey olduğu) çok açık olan bir âyet (ve delil olsun diye onların üzerine atılan taşlardan bâzı kalıntılar) bıraktık ki o(nların haberini duya)nlar (ibret alma husûsunda) akıllarını kullanırlar. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) burada geçen “Açık âyeti”; harap olan yurtlarının kalıntıları olarak tefsir etmiştir. Bu âyetin, kendilerini helâk eden taşlar olduğu da söylenmiştir ki, Allâh-u Te‘âlâ o taşları bu ümmetin başında gelenler yetişip görünceye kadar uzun bir süre bırakmıştır. Yine böylece onların helâkinin ardından toprağın üzerine çıkan kara suyun kalıntısı olan simsiyah nehirler de açık bir âyet sayılmıştır. (el-Kirmânî, el-Âlûsî)
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ ﴿٣٦
36﴿ Medyen (ahâlisin)e de (soyca) kardeşleri (olan) Şu‘ayb’ı (peygamber olarak gönderdik)! O hemen (onlara nasîhat etmek üzere): “Ey kavmim! (Yalnızca) Allâh’a ibâdet edin ve o (dünyâdan) sonraki günü(n mükâfâtına kavuşmayı) arzulayın. Bir de siz bozguncu kimseler olarak bu toprakta fesat çıkartmayın” dedi.
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ ﴿٣٧
37﴿ Fakat onlar onu yalanladılar. Bunun üzerine (Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın, yürekleri çatlatan nârasıyla meydana gelen) o şiddetli zelzele onları yakaladı da, hemen onlar sabah vakti yurtlarında diz üstü (yere) çöküp kalan (ölü) kimseler oldular.
وَعَادًا وَثَمُودَا۬ وَقَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ مَسَاكِنِهِمْ۠ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ ﴿٣٨
38﴿ Âd’ı ve Semûd’u da (kendilerine elçi olarak gönderilen Hûd ve Sâlih (Aleyhimesselâm)a karşı geldikleri için nasıl helâk ettiğimizi ümmetine anlat)! (Ey müşrikler! Şâm ve Yemen’e gidiş-geliş yolunuz üzerinde bulunan) onların (yıkık ve vîran) yurtlarından bir kısmı sizin için gerçekten iyice belirmiştir. (İşte) şeytan onlara (vesvese vererek, kâfirlik ve günahlar gibi kötü) amellerini iyice süslemişti de bu sebeple onları o (dosdoğru) yol(a tâbi olmak)dan alıkoymuştu. Hâlbuki onlar (inceleyip araştırarak, hakla bâtılın arasını ayıracak akıl ve) basîrete sâhip kimseler olmuştular (lâkin gaflete dalıp âkıbetlerini hiç düşünmediler).