v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
4
Cuz 1
25﴿ (Habîbim!) O kimseleri müjdele ki; onlar (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi, Allâh nezdinde makbûl ve) sâlih ameller işlemiştirler; (işte onlara şu müjdeyi ver ki; köşklerinin ve ağaçlarının) alt (taraf)larından sürekli nehirler akmakta olan pek kıymetli cennetler (kendisinde meyve ağaçları bulunan ve içine girilmeden görülemeyen bostanlar, nâdîde bağlar ve bahçeler) gerçekten de sâdece onlara âittir. Her ne zaman o (cennet bağları)ndan (derlenen); herhangi bir meyveden bir rızıkla rızıklandırılsalar: “İşte bu, daha önce (dünyâda da cennette) de rızıklandığımız şey(in aynısı gibiy)di” derler. (Çünkü yabancılık çekmesinler diye) o (rızıklar) da onlara (renk ve şekilde) birbirinin benzeri (fakat lezzet ve tat bakımından çok farklı) olarak getiril(ip arz edil)mişti. (Büyük-küçük her türlü necâsetten, hayız ve nifas gibi maddî pisliklerden, ayrıca haset, fesat gibi mânevî kötülüklerden) tertemiz kılınmış değerli birtakım eşler de orada sâdece onlara âittir (ki onlar, hem dünyâ kadınlarından hem de hûrilerden olacaktır). Bir de onlar orada ebedî kalıcı kimselerdir. (Bu nedenle ne oradan çıkacaklar, ne de ölüm tadacaklardır.)
26﴿ Şüphesiz ki Allâh bir sivrisineği de, (küçüklük veyâ büyüklükte) onun üstünde olanı da herhangi bir misal olarak açıklamaktan (ve hakkı ortaya koymak için örnek vermekten aslâ) hayâ etmez (kim ne der diye çekinip vazgeçmez). Artık o kimseler ki (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Kur’ân-ı Kerîm’e) îmân etmiştirler; işte onlar onun gerçekten Rablerinden (gelmiş olması hasebiyle inkâr edilemeyecek) hakkın ta kendisi olduğunu bilirler. Ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar; işte onlar da: “Bir misal olarak Allâh onunla ne (gibi bir) şeyi kastetti? (Sivrisineği örnek vermenin ne anlamı olabilir?)” derler. Hâlbuki O (Allâh-u Te‘âlâ), (inkârı sürdüren insanlardan) birçoğu(nu) onun (gibi örnekler açıklamak) sebebiyle saptırmaktadır, (tasdikte bulunan insanlardan) birçoğu(nu) da (yine) onun sebebiyle hidâyet (üzere sâbit) etmektedir. Ama O (Allâh-u Te‘âlâ), onun sebebiyle ancak (İlâhî emirler dâiresinden hâriçte kalan) o fâsıkları(n) sap(ıklığını ar)tırmaktadır (ki, zâten onlar evvelce kendi arzularıyla Allâh’a itâatten çıktıkları için bunu kendileri istemişlerdir).
27﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) öyle (fâsık) kimseler(in sapıklığını artırır) ki; onlar Allâh’ın (âhir zamanda göndereceği peygambere inanacaklarına dâir, evvelce indirmiş olduğu kitaplarda kendilerine emretmiş olduğu) ahdini (ve vasiyetini bizzât kendileri kabullenip yeminlerle) mîsâk (alt)ın(a aldık)dan sonra bozmaktadırlar ve (peygamberlerin tümüne inanmak, müminlerle dostluk ve akrabâ ilişkisini kesmemek gibi konularda) Allâh’ın (aslâ koparılmayıp gözetilmesi ve) ulaştırılması hakkında emir vermiş olduğu şeyler (arasındaki tüm ilişkiler)i kesmektedirler, bir de (günahlar işleyerek, insanların îmânına engel olarak, ayrıca âlemin düzenini sağlayacak irtibatları bozarak) yer(yüzün)de fesat (ve bozgunculuk) yapmaktadırlar. (Habîbim!) İşte sana! Ancak bunlar (maddî ve mânevî en büyük zarar ve) hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.
28﴿ (Ey kâfirler!) Allâh’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz ki; siz (analarınızın rahimlerinde bir çiğnem etten ibâret) ölüler iken, (ruh vererek) sizi O diriltmiştir, sonra (ecellerinizin bitiminde) sizi O öldürecektir, (ölümden) sonra (yine) sizi O diriltecektir, sonunda da (kıyâmet koptuğu zaman) ancak O’n(un âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz?!
29﴿ Ancak O, öyle (kudretli) bir Zat’tır ki; yer(yüzün)de olan (mâdenler, bitkiler, denizler, canlılar ve dağlar gibi nice) şeyleri topluca sizin (dînî ve dünyevî menfaatiniz) için yaratmıştır, sonra (yüce irâdesi) göğ(ü yaratıp düzenlemey)e yönelmiştir de hemen o (göğün katma)nları(nı eğrilik büğrülükten, yarık ve çatlaklardan uzak ve sapasağlam) yedi (kat) gök hâlinde düzenlemiştir. Zâten O (Allâh-u Te‘âlâ), her şeyi (hakkıyla bilen) bir Alîm’dir. (Onun için, yarattıklarını en mükemmel bir sûrette ve en faydalı bir şekilde halketmiştir.)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
٤
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٥
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ ﴿٢٦
اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٢٧
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٨
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ ﴿٢٩
Bakara Sûresi
4
Cuz 1
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim!) O kimseleri müjdele ki; onlar (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi, Allâh nezdinde makbûl ve) sâlih ameller işlemiştirler; (işte onlara şu müjdeyi ver ki; köşklerinin ve ağaçlarının) alt (taraf)larından sürekli nehirler akmakta olan pek kıymetli cennetler (kendisinde meyve ağaçları bulunan ve içine girilmeden görülemeyen bostanlar, nâdîde bağlar ve bahçeler) gerçekten de sâdece onlara âittir. Her ne zaman o (cennet bağları)ndan (derlenen); herhangi bir meyveden bir rızıkla rızıklandırılsalar: “İşte bu, daha önce (dünyâda da cennette) de rızıklandığımız şey(in aynısı gibiy)di” derler. (Çünkü yabancılık çekmesinler diye) o (rızıklar) da onlara (renk ve şekilde) birbirinin benzeri (fakat lezzet ve tat bakımından çok farklı) olarak getiril(ip arz edil)mişti. (Büyük-küçük her türlü necâsetten, hayız ve nifas gibi maddî pisliklerden, ayrıca haset, fesat gibi mânevî kötülüklerden) tertemiz kılınmış değerli birtakım eşler de orada sâdece onlara âittir (ki onlar, hem dünyâ kadınlarından hem de hûrilerden olacaktır). Bir de onlar orada ebedî kalıcı kimselerdir. (Bu nedenle ne oradan çıkacaklar, ne de ölüm tadacaklardır.)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ ﴿٢٦
26﴿ Şüphesiz ki Allâh bir sivrisineği de, (küçüklük veyâ büyüklükte) onun üstünde olanı da herhangi bir misal olarak açıklamaktan (ve hakkı ortaya koymak için örnek vermekten aslâ) hayâ etmez (kim ne der diye çekinip vazgeçmez). Artık o kimseler ki (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Kur’ân-ı Kerîm’e) îmân etmiştirler; işte onlar onun gerçekten Rablerinden (gelmiş olması hasebiyle inkâr edilemeyecek) hakkın ta kendisi olduğunu bilirler. Ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar; işte onlar da: “Bir misal olarak Allâh onunla ne (gibi bir) şeyi kastetti? (Sivrisineği örnek vermenin ne anlamı olabilir?)” derler. Hâlbuki O (Allâh-u Te‘âlâ), (inkârı sürdüren insanlardan) birçoğu(nu) onun (gibi örnekler açıklamak) sebebiyle saptırmaktadır, (tasdikte bulunan insanlardan) birçoğu(nu) da (yine) onun sebebiyle hidâyet (üzere sâbit) etmektedir. Ama O (Allâh-u Te‘âlâ), onun sebebiyle ancak (İlâhî emirler dâiresinden hâriçte kalan) o fâsıkları(n) sap(ıklığını ar)tırmaktadır (ki, zâten onlar evvelce kendi arzularıyla Allâh’a itâatten çıktıkları için bunu kendileri istemişlerdir).
اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٢٧
27﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) öyle (fâsık) kimseler(in sapıklığını artırır) ki; onlar Allâh’ın (âhir zamanda göndereceği peygambere inanacaklarına dâir, evvelce indirmiş olduğu kitaplarda kendilerine emretmiş olduğu) ahdini (ve vasiyetini bizzât kendileri kabullenip yeminlerle) mîsâk (alt)ın(a aldık)dan sonra bozmaktadırlar ve (peygamberlerin tümüne inanmak, müminlerle dostluk ve akrabâ ilişkisini kesmemek gibi konularda) Allâh’ın (aslâ koparılmayıp gözetilmesi ve) ulaştırılması hakkında emir vermiş olduğu şeyler (arasındaki tüm ilişkiler)i kesmektedirler, bir de (günahlar işleyerek, insanların îmânına engel olarak, ayrıca âlemin düzenini sağlayacak irtibatları bozarak) yer(yüzün)de fesat (ve bozgunculuk) yapmaktadırlar. (Habîbim!) İşte sana! Ancak bunlar (maddî ve mânevî en büyük zarar ve) hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٨
28﴿ (Ey kâfirler!) Allâh’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz ki; siz (analarınızın rahimlerinde bir çiğnem etten ibâret) ölüler iken, (ruh vererek) sizi O diriltmiştir, sonra (ecellerinizin bitiminde) sizi O öldürecektir, (ölümden) sonra (yine) sizi O diriltecektir, sonunda da (kıyâmet koptuğu zaman) ancak O’n(un âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz?!
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ ﴿٢٩
29﴿ Ancak O, öyle (kudretli) bir Zat’tır ki; yer(yüzün)de olan (mâdenler, bitkiler, denizler, canlılar ve dağlar gibi nice) şeyleri topluca sizin (dînî ve dünyevî menfaatiniz) için yaratmıştır, sonra (yüce irâdesi) göğ(ü yaratıp düzenlemey)e yönelmiştir de hemen o (göğün katma)nları(nı eğrilik büğrülükten, yarık ve çatlaklardan uzak ve sapasağlam) yedi (kat) gök hâlinde düzenlemiştir. Zâten O (Allâh-u Te‘âlâ), her şeyi (hakkıyla bilen) bir Alîm’dir. (Onun için, yarattıklarını en mükemmel bir sûrette ve en faydalı bir şekilde halketmiştir.)