v02.01.25 Geliştirme Notları
Ankebût Sûresi
400
Cuz 20
39﴿ Kārûn’u da, Firavun’u da, Hâmân’ı da (fecî şekilde nasıl helâk ettiğimizi ümmetine anlat)! Andolsun ki; Mûsâ onlara (Tevrât Kitâb’ı, ejderhâya dönüşen asâ ve güneş misâli parlayan bembeyaz el gibi) çok açık deliller getirmişti, ama onlar o (yaşadıkları) yer(ler)de büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar (Bizim takdîrimizi) geçebilecek kimseler değildiler.
40﴿ Artık her birini günahı sebebiyle yakaladık! Onlardan kimi vardır ki taş savuran bir kasırgayı üzerine gönderdik, onlardan kimi de vardır ki onu o (Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın, yürekleri çatlatan ve ödleri patlatan) nâra(sı) yakalamıştır, onlardan öylesi de vardır ki onu yer(in dibin)e batırdık, içlerinden kimini de su ile boğduk! (Böyle ağır cezâlara çarptırarak) Allâh aslâ onlara zulm(etmeyi murâd) eder olmadı velâkin onlar (gördükleri bunca açık delîle rağmen inkârda ısrâr etmeleri yüzünden kendilerini İlâhî gazaba müstehak ederek) sâdece kendi nefislerine zulmeder oldular. Müfessirler kasırgayla helâk edilenlere Lût kavmini, nâra ile helâk edilenlere Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ı inkâr eden Medyen ile Sâlih (Aleyhisselâm)ı tekzip eden Semûd kavimlerini, yerin dibine batırılanlara da Kārûn’u, boğulanlara ise Nûh kavmiyle, Firavun ve ordusunu misal vermişlerdir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
41﴿ (Putlara taparak ve onların yardımlarını umarak) Allâh’tan başka birtakım dostlar edinmiş olan o (müşrik) kimselerin (güçsüz ve gülünç olan) şaşılacak hâli; (tehlikelerden korunmak ve içerisinde barınmak için kendi ördüğü zayıf ağlardan ibâret) bir ev edinmiş olan örümceğin ilginç hâli gibidir. Hâlbuki gerçekten evlerin en zayıfı, elbette örümceğin evidir. Eğer onlar (durumlarının bu kadar fecî olduğunu) bilmekte olsaydılar (Allâh’tan başka kimseye tapmazdılar)! Puta tapan müşriğin hâli; kendi ürettiği ağlarla ev yapan örümceğin durumuna benzer. İşte böylece; araştırılacak olsa, en güçsüz ev olarak örümcek evi tespit edileceği gibi, inançların en asılsız olanının da herhangi bir zarar veyâ fayda vermekten âciz olan putlara ibâdet olduğu anlaşılır.
42﴿ Şüphesiz ki Allâh o (şirk koşa)nların, Kendisinden başka tapmakta oldukları herhangi bir şeyi (hakkıyla) bilmektedir ve ancak O, (Kendisine ortak koşanlardan intikam alma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (her işi sağlam ve yerli yerinde olan bir) Hakîm’dir. (Artık böyle bir Zâta ibâdeti bırakıp, yok hükmünde olan âciz şeylere tapmayı hangi akıllı câiz görebilir?!)
43﴿ İşte sana! Bu misaller ki; Biz onları insanlar(ın zihinlerine yaklaştırmak) için açıklamaktayız. Ama onlar(da bulunan güzellikleri ve kazandıracakları faydalar)ı âlimlerden (oldukları için her şeyi gerektiği şekilde düşünebilen ve Allâh-u Te‘âlâ’nın tâatıyla amel edip gazabından sakınan gerçek mânâda bilgili insanlardan) başkası anlayamaz.
44﴿ Allâh (yedi kat) gökleri ve yeri (boşu boşuna değil ancak bir) hak (ve mükelleflere imtihan yurdu olup dînî ve dünyevî faydalarını temin edebilmeleri için yaratılmalarını münâsip kılan üstün bir hikmet) ile iç içe oldukları hâlde yaratmıştır. (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki îmân edenler için elbette bunda (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce Zâtına ve üstün sıfatlarına delâlet eden) çok büyük bir âyet (ve işâret) bulunmaktadır.
45﴿ (Habîbim!) Sana vahyedilmiş olan o Kitâb’ı (Allâh-u Te‘âlâ’ya mânen yakınlaşmak, lafızlarını ezberlemek ve mânâlarını çok iyi anlamak için) peş peşe oku ve o (farz) namazları hakkıyla kıl! Zîrâ (dışındaki ve içindeki tüm şart ve edeplere riâyet edilerek kâmil mânâda edâ edilen) o namaz, (zinâ gibi) en çirkin olan şeylerden de, (dînen ve aklen reddedilen) münker şeylerden de kesinlikle (sâhibini) alıkoyar. Allâh’ın zikri (ve hatırlanması için meşrû edilmiş ve bütünüyle zikirden ibâret olan namaz) ise elbette (diğer bütün ibâdetlerden) daha büyüktür. /(Sizin namaz içinde ve dışında) Allâh’ın zikri (ile meşgul olmanız) ise elbette (infak ve cihat dâhil bütün amellerinizden) daha büyüktür./ Zâten Allâh sanat hâline getirerek (sürekli) yapar olduğunuz (hayır ve tâatle ilgili) şeyleri (hakkıyla) bilmektedir. (Buna göre de karşılığınızı verecektir.) Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ben size amellerinizin en hayırlısını, mâlikiniz (olan Allâh-u Te‘âlâ) nezdinde en bereketlisini (en fazla sevap artışı kazandıranını), derecelerinizi en ziyâde yükseltecek olanını, (Allâh-u Te‘âlâ yoluna) altın ve gümüş vermekten sizin için daha hayırlı olanını ve düşmanınız (olan îmânsızlar)a (harpte) rastlayıp da boyunlarını vurmanızdan, onların da sizin boyunlarınızı vurmaları (netîcesinde şehit olma)n(ız)dan bile sizin için daha hayırlı olanı haber vereyim mi?… İşte o(nca fazîlete sâhip amel), Allâh(-u Te‘âlâ’y)ı zikretmektir.” Mu‘âz ibnü Cebel (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Kişiyi Allâh’ın azâbından kurtarma husûsunda Allâh’ın zikrinden daha faydalı hiçbir şey olamaz.” (et-Tirmizî, es-Sünen, ed-De‘avât:6, rakam:3377, 5/459; İbnü Mâce, es-Sünen, rakam:3790, 2/1245; Mâlik, el-Muvatta’, rakam:24, 1/211; İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, rakam:34590, 7/111)
سُورَةُ الْعَنْكَبُوتِ
الجزء ٢٠
٤٠٠
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ ﴿٣٩
فَكُلًّا اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًاۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٠
مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتًاۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٤٢
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ ﴿٤٣
خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٤٤
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿٤٥
Ankebût Sûresi
400
Cuz 20
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ ﴿٣٩
39﴿ Kārûn’u da, Firavun’u da, Hâmân’ı da (fecî şekilde nasıl helâk ettiğimizi ümmetine anlat)! Andolsun ki; Mûsâ onlara (Tevrât Kitâb’ı, ejderhâya dönüşen asâ ve güneş misâli parlayan bembeyaz el gibi) çok açık deliller getirmişti, ama onlar o (yaşadıkları) yer(ler)de büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar (Bizim takdîrimizi) geçebilecek kimseler değildiler.
فَكُلًّا اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًاۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٠
40﴿ Artık her birini günahı sebebiyle yakaladık! Onlardan kimi vardır ki taş savuran bir kasırgayı üzerine gönderdik, onlardan kimi de vardır ki onu o (Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın, yürekleri çatlatan ve ödleri patlatan) nâra(sı) yakalamıştır, onlardan öylesi de vardır ki onu yer(in dibin)e batırdık, içlerinden kimini de su ile boğduk! (Böyle ağır cezâlara çarptırarak) Allâh aslâ onlara zulm(etmeyi murâd) eder olmadı velâkin onlar (gördükleri bunca açık delîle rağmen inkârda ısrâr etmeleri yüzünden kendilerini İlâhî gazaba müstehak ederek) sâdece kendi nefislerine zulmeder oldular. Müfessirler kasırgayla helâk edilenlere Lût kavmini, nâra ile helâk edilenlere Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ı inkâr eden Medyen ile Sâlih (Aleyhisselâm)ı tekzip eden Semûd kavimlerini, yerin dibine batırılanlara da Kārûn’u, boğulanlara ise Nûh kavmiyle, Firavun ve ordusunu misal vermişlerdir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتًاۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١
41﴿ (Putlara taparak ve onların yardımlarını umarak) Allâh’tan başka birtakım dostlar edinmiş olan o (müşrik) kimselerin (güçsüz ve gülünç olan) şaşılacak hâli; (tehlikelerden korunmak ve içerisinde barınmak için kendi ördüğü zayıf ağlardan ibâret) bir ev edinmiş olan örümceğin ilginç hâli gibidir. Hâlbuki gerçekten evlerin en zayıfı, elbette örümceğin evidir. Eğer onlar (durumlarının bu kadar fecî olduğunu) bilmekte olsaydılar (Allâh’tan başka kimseye tapmazdılar)! Puta tapan müşriğin hâli; kendi ürettiği ağlarla ev yapan örümceğin durumuna benzer. İşte böylece; araştırılacak olsa, en güçsüz ev olarak örümcek evi tespit edileceği gibi, inançların en asılsız olanının da herhangi bir zarar veyâ fayda vermekten âciz olan putlara ibâdet olduğu anlaşılır.
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٤٢
42﴿ Şüphesiz ki Allâh o (şirk koşa)nların, Kendisinden başka tapmakta oldukları herhangi bir şeyi (hakkıyla) bilmektedir ve ancak O, (Kendisine ortak koşanlardan intikam alma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (her işi sağlam ve yerli yerinde olan bir) Hakîm’dir. (Artık böyle bir Zâta ibâdeti bırakıp, yok hükmünde olan âciz şeylere tapmayı hangi akıllı câiz görebilir?!)
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ ﴿٤٣
43﴿ İşte sana! Bu misaller ki; Biz onları insanlar(ın zihinlerine yaklaştırmak) için açıklamaktayız. Ama onlar(da bulunan güzellikleri ve kazandıracakları faydalar)ı âlimlerden (oldukları için her şeyi gerektiği şekilde düşünebilen ve Allâh-u Te‘âlâ’nın tâatıyla amel edip gazabından sakınan gerçek mânâda bilgili insanlardan) başkası anlayamaz.
خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٤٤
44﴿ Allâh (yedi kat) gökleri ve yeri (boşu boşuna değil ancak bir) hak (ve mükelleflere imtihan yurdu olup dînî ve dünyevî faydalarını temin edebilmeleri için yaratılmalarını münâsip kılan üstün bir hikmet) ile iç içe oldukları hâlde yaratmıştır. (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki îmân edenler için elbette bunda (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce Zâtına ve üstün sıfatlarına delâlet eden) çok büyük bir âyet (ve işâret) bulunmaktadır.
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿٤٥
45﴿ (Habîbim!) Sana vahyedilmiş olan o Kitâb’ı (Allâh-u Te‘âlâ’ya mânen yakınlaşmak, lafızlarını ezberlemek ve mânâlarını çok iyi anlamak için) peş peşe oku ve o (farz) namazları hakkıyla kıl! Zîrâ (dışındaki ve içindeki tüm şart ve edeplere riâyet edilerek kâmil mânâda edâ edilen) o namaz, (zinâ gibi) en çirkin olan şeylerden de, (dînen ve aklen reddedilen) münker şeylerden de kesinlikle (sâhibini) alıkoyar. Allâh’ın zikri (ve hatırlanması için meşrû edilmiş ve bütünüyle zikirden ibâret olan namaz) ise elbette (diğer bütün ibâdetlerden) daha büyüktür. /(Sizin namaz içinde ve dışında) Allâh’ın zikri (ile meşgul olmanız) ise elbette (infak ve cihat dâhil bütün amellerinizden) daha büyüktür./ Zâten Allâh sanat hâline getirerek (sürekli) yapar olduğunuz (hayır ve tâatle ilgili) şeyleri (hakkıyla) bilmektedir. (Buna göre de karşılığınızı verecektir.) Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ben size amellerinizin en hayırlısını, mâlikiniz (olan Allâh-u Te‘âlâ) nezdinde en bereketlisini (en fazla sevap artışı kazandıranını), derecelerinizi en ziyâde yükseltecek olanını, (Allâh-u Te‘âlâ yoluna) altın ve gümüş vermekten sizin için daha hayırlı olanını ve düşmanınız (olan îmânsızlar)a (harpte) rastlayıp da boyunlarını vurmanızdan, onların da sizin boyunlarınızı vurmaları (netîcesinde şehit olma)n(ız)dan bile sizin için daha hayırlı olanı haber vereyim mi?… İşte o(nca fazîlete sâhip amel), Allâh(-u Te‘âlâ’y)ı zikretmektir.” Mu‘âz ibnü Cebel (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Kişiyi Allâh’ın azâbından kurtarma husûsunda Allâh’ın zikrinden daha faydalı hiçbir şey olamaz.” (et-Tirmizî, es-Sünen, ed-De‘avât:6, rakam:3377, 5/459; İbnü Mâce, es-Sünen, rakam:3790, 2/1245; Mâlik, el-Muvatta’, rakam:24, 1/211; İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, rakam:34590, 7/111)