v02.01.25 Geliştirme Notları
Ankebût Sûresi
401
Cuz 21
46﴿ Kitâb Ehli ile, ancak o kendisi en güzel olan sûret (ve en iknâ edici yol ve üslûp) ile mücâdele edin. Ancak içlerinden o kimseler müstesnâdır ki onlar (inat edip şirkte ısrarcı olarak) zâlim olmuşturlar (ve bu nedenle kendilerine nasîhat kâr etmeyip, yumuşak davranmanın fayda vermeyeceği anlaşılmıştır)! Böylece siz (onların Tevrât ve İncîl’den size okudukları şeyler karşısında, en güzel yolla ilmî münâzara usûlüne riâyet ederek): “Biz (Rabbimiz tarafından kitap olarak) bize indirilmiş olan şeye de, (kitap nâmına) size indirilmiş şeylere de îmân ettik. Bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da birdir! (Siz, papaz ve hahamlarınızı ilâhlaştırıp onlara itâat etmektesiniz ama) biz ancak O (Allâh-u Azîmüşşâ)na teslim olan kimseleriz” deyin (ki böylece, onların kattıkları yalanları doğrulamaktan ve Allâh’tan gelen âyetleri yalanlamaktan kurtulmuş olasınız). Bu âyet-i kerîmede geçen: “Ehl-i Kitâb ile en güzel yolla mücâdele” ifâdesinden maksad; sertliğe yumuşaklık, öfkeye sâkinlik, kavgacı üslûba öğüt verme şeklinde karşılık vermek, bir de Kur’ân âyetleriyle ve inandırıcı delillerle kendilerini tek hak din olan İslâm’a dâvet etmekten ibârettir. Şu bilinsin ki; günümüzde “Dinler arası diyalog”dan dem vuran kişilerin burada tutunacakları bir delil yoktur. Zîrâ onların yaptığı, karşı tarafın bâtıl dînine hak verircesine yanaşmaktır. Burada emredilen ise, İslâm’ı kabullenmelerine teşvik amacıyla, dâvet ve tebliğde yumuşaklık ve nezâket kurallarına riâyet etmektir. Bâzı ulemâ, âyet-i kerîmenin cihâd âyetiyle neshedildiğini söylemişlerse de diğer bâzısı: “Burada emredilen en güzel yolla mücâdele, savaş öncesinde yapılması gereken yumuşak yollu dâvetten ibâret olduğu için hükmü bâkîdir, zîrâ bu, ‘İslâm’a dâvetinizi kabullenmeseler de hiçbir zaman onlara sert davranmayın ve onlarla savaşmayın’ gibi yanlış bir mânâ ihtivâ etmemektedir” demişlerdir. (el-Âlûsî)
47﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece (evvelki kitapların indirilişine uygun düşen eşsiz bir inzâl ile) Biz o Kitâb’ı sana indirdik. İşte kendilerine kitaplar vermiş olduğumuz o kimseler (içerisinden Abdullâh ibnü Selâm gibi insaf sâhipleri, Kur’ân’ın bahsini Tevrât ve İncîl’de buldukları için) o (Kur’â)na îmân etmektedirler. İşte bu(gün yaşaya)n (Mekke halkından olan Arap)-lardan da ona îmân etmekte olan vardır. Zâten Bizim (bu kadar açık) âyetlerimizi o (Ka‘b ibnü Eşref gibi inatçı) kâfirlerden başkası bile bile inkâr etmez.
48﴿ (Habîbim!) Sen bu (Kur’â)ndan önce hiçbir kitabı da okumakta değildin, onu sağ elinle de yazamıyordun. Bâtılda ısrarcı olanlar o zaman elbette şüpheye düşerdi (ve bu konuda bir nevî haklı olurlardı. Zîrâ bu durumda Müşrikler senin hakkında: “O, Kur’ân’ı evvelki kitaplardan alıyor” diyerek, Ehl-i Kitâb ise: “Kitaplarımızda tanıtılan zât, okuma yazma bilmeyen biridir, bu ise okuma yazma biliyor” demek sûretiyle insanları şüpheye düşürürlerdi).
49﴿ Doğrusu (diğer kitaplardan farklı bir üstünlüğe sâhip olan) o (Kur’ân), kendileri(nin mûcizelik vasfı) çok açık olan âyetlerd(en ibârett)ir ki kendilerine ilim verilmiş olan o (hâfız ve âlim) kimselerin göğüslerinde (bulunan kalplerinde ezberlenerek muhâfaza edilmiş)dir. (Dolayısıyla tahrîfe ve değiştirilmeye müsâit değildir. Diğer kitapların ise hâfızları bulunmayıp ancak sahîfelerden okundukları için kolayca değiştirilebilmişlerdir.) Zâten Bizim âyetlerimizi o zâlimlerden başkası bile bile inkâr etmez.
50﴿ O (müşrik ola)nlar: “(Mûsâ ve Îsâ (Aleyhimesselâm)a verilen; asâ ve sofra mûcizeleri gibi) çok açık birtakım âyet (ve mûcize)ler Rabbinden ona da indirilseydi ya” dediler. (Habîbim!) De ki: “Âyet (ve mûcize)ler(i göndermek) ancak Allâh nezdindedir (mûcizeleri dilediği gibi sâdece O indirebilir, benim elimde yaratma yetkisi yoktur ki, istediğiniz şeyi kendiliğimden gösterebileyim). Ben ise ancak (teblîği) çok açık bir uyarıcıyım!”
51﴿ Ayrıca kendilerine art arda okunmakta olan (eşsiz ilimlerle dolu) o Kitâb’ı gerçekten (okuma-yazma bilmediğin hâlde) sana indirmiş olmamız (hiçbir mûcize istetmeyecek bir âyet olarak) onlara yeterli olmadı mı?! (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (Kur’ân’ın, diğer peygamberlerin mûcizeleri gibi geçici değil de, ebedî bir mûcize olarak kalışı)nda öyle bir toplum için elbette büyük bir (nîmet ve) rahmet ve (maksadı inatçılık değil de, inanmak olan kimseler için) yüce bir öğüt vardır ki onlar îmân etmektedirler.
52﴿ (Habîbim!) De ki: “Benim aramla sizin aranızda (doğruluğuma dâir) hakkıyla şâhit olarak Allâh yeterli olmuştur. O (Allâh), göklerde ve yerde olan şeyleri(n tümünü hakkıyla) bilmektedir. Ama o kimseler ki, (Allâh’tan başka tapılan) bâtıl (ilâhlar)a inanmıştırlar da Allâh’ı inkâr etmiştirler; işte sana! Ancak onlar (îmânı satıp kâfirliği satın aldıkları için, ticâretlerinde) zarar edenlerin tâ kendileridir.”
سُورَةُ الْعَنْكَبُوتِ
الجزء ٢١
٤٠١
وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٤٦
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَۜ فَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الْكَافِرُونَ ﴿٤٧
وَمَا كُنْتَ تَتْلُوا مِنْ قَبْلِه۪ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ اِذًا لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ ﴿٤٨
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ ﴿٤٩
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٥٠
اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٥١
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يدًاۚ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٥٢
Ankebût Sûresi
401
Cuz 21
وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٤٦
46﴿ Kitâb Ehli ile, ancak o kendisi en güzel olan sûret (ve en iknâ edici yol ve üslûp) ile mücâdele edin. Ancak içlerinden o kimseler müstesnâdır ki onlar (inat edip şirkte ısrarcı olarak) zâlim olmuşturlar (ve bu nedenle kendilerine nasîhat kâr etmeyip, yumuşak davranmanın fayda vermeyeceği anlaşılmıştır)! Böylece siz (onların Tevrât ve İncîl’den size okudukları şeyler karşısında, en güzel yolla ilmî münâzara usûlüne riâyet ederek): “Biz (Rabbimiz tarafından kitap olarak) bize indirilmiş olan şeye de, (kitap nâmına) size indirilmiş şeylere de îmân ettik. Bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da birdir! (Siz, papaz ve hahamlarınızı ilâhlaştırıp onlara itâat etmektesiniz ama) biz ancak O (Allâh-u Azîmüşşâ)na teslim olan kimseleriz” deyin (ki böylece, onların kattıkları yalanları doğrulamaktan ve Allâh’tan gelen âyetleri yalanlamaktan kurtulmuş olasınız). Bu âyet-i kerîmede geçen: “Ehl-i Kitâb ile en güzel yolla mücâdele” ifâdesinden maksad; sertliğe yumuşaklık, öfkeye sâkinlik, kavgacı üslûba öğüt verme şeklinde karşılık vermek, bir de Kur’ân âyetleriyle ve inandırıcı delillerle kendilerini tek hak din olan İslâm’a dâvet etmekten ibârettir. Şu bilinsin ki; günümüzde “Dinler arası diyalog”dan dem vuran kişilerin burada tutunacakları bir delil yoktur. Zîrâ onların yaptığı, karşı tarafın bâtıl dînine hak verircesine yanaşmaktır. Burada emredilen ise, İslâm’ı kabullenmelerine teşvik amacıyla, dâvet ve tebliğde yumuşaklık ve nezâket kurallarına riâyet etmektir. Bâzı ulemâ, âyet-i kerîmenin cihâd âyetiyle neshedildiğini söylemişlerse de diğer bâzısı: “Burada emredilen en güzel yolla mücâdele, savaş öncesinde yapılması gereken yumuşak yollu dâvetten ibâret olduğu için hükmü bâkîdir, zîrâ bu, ‘İslâm’a dâvetinizi kabullenmeseler de hiçbir zaman onlara sert davranmayın ve onlarla savaşmayın’ gibi yanlış bir mânâ ihtivâ etmemektedir” demişlerdir. (el-Âlûsî)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَۜ فَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الْكَافِرُونَ ﴿٤٧
47﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece (evvelki kitapların indirilişine uygun düşen eşsiz bir inzâl ile) Biz o Kitâb’ı sana indirdik. İşte kendilerine kitaplar vermiş olduğumuz o kimseler (içerisinden Abdullâh ibnü Selâm gibi insaf sâhipleri, Kur’ân’ın bahsini Tevrât ve İncîl’de buldukları için) o (Kur’â)na îmân etmektedirler. İşte bu(gün yaşaya)n (Mekke halkından olan Arap)-lardan da ona îmân etmekte olan vardır. Zâten Bizim (bu kadar açık) âyetlerimizi o (Ka‘b ibnü Eşref gibi inatçı) kâfirlerden başkası bile bile inkâr etmez.
وَمَا كُنْتَ تَتْلُوا مِنْ قَبْلِه۪ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ اِذًا لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ ﴿٤٨
48﴿ (Habîbim!) Sen bu (Kur’â)ndan önce hiçbir kitabı da okumakta değildin, onu sağ elinle de yazamıyordun. Bâtılda ısrarcı olanlar o zaman elbette şüpheye düşerdi (ve bu konuda bir nevî haklı olurlardı. Zîrâ bu durumda Müşrikler senin hakkında: “O, Kur’ân’ı evvelki kitaplardan alıyor” diyerek, Ehl-i Kitâb ise: “Kitaplarımızda tanıtılan zât, okuma yazma bilmeyen biridir, bu ise okuma yazma biliyor” demek sûretiyle insanları şüpheye düşürürlerdi).
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ ﴿٤٩
49﴿ Doğrusu (diğer kitaplardan farklı bir üstünlüğe sâhip olan) o (Kur’ân), kendileri(nin mûcizelik vasfı) çok açık olan âyetlerd(en ibârett)ir ki kendilerine ilim verilmiş olan o (hâfız ve âlim) kimselerin göğüslerinde (bulunan kalplerinde ezberlenerek muhâfaza edilmiş)dir. (Dolayısıyla tahrîfe ve değiştirilmeye müsâit değildir. Diğer kitapların ise hâfızları bulunmayıp ancak sahîfelerden okundukları için kolayca değiştirilebilmişlerdir.) Zâten Bizim âyetlerimizi o zâlimlerden başkası bile bile inkâr etmez.
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٥٠
50﴿ O (müşrik ola)nlar: “(Mûsâ ve Îsâ (Aleyhimesselâm)a verilen; asâ ve sofra mûcizeleri gibi) çok açık birtakım âyet (ve mûcize)ler Rabbinden ona da indirilseydi ya” dediler. (Habîbim!) De ki: “Âyet (ve mûcize)ler(i göndermek) ancak Allâh nezdindedir (mûcizeleri dilediği gibi sâdece O indirebilir, benim elimde yaratma yetkisi yoktur ki, istediğiniz şeyi kendiliğimden gösterebileyim). Ben ise ancak (teblîği) çok açık bir uyarıcıyım!”
اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٥١
51﴿ Ayrıca kendilerine art arda okunmakta olan (eşsiz ilimlerle dolu) o Kitâb’ı gerçekten (okuma-yazma bilmediğin hâlde) sana indirmiş olmamız (hiçbir mûcize istetmeyecek bir âyet olarak) onlara yeterli olmadı mı?! (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (Kur’ân’ın, diğer peygamberlerin mûcizeleri gibi geçici değil de, ebedî bir mûcize olarak kalışı)nda öyle bir toplum için elbette büyük bir (nîmet ve) rahmet ve (maksadı inatçılık değil de, inanmak olan kimseler için) yüce bir öğüt vardır ki onlar îmân etmektedirler.
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يدًاۚ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٥٢
52﴿ (Habîbim!) De ki: “Benim aramla sizin aranızda (doğruluğuma dâir) hakkıyla şâhit olarak Allâh yeterli olmuştur. O (Allâh), göklerde ve yerde olan şeyleri(n tümünü hakkıyla) bilmektedir. Ama o kimseler ki, (Allâh’tan başka tapılan) bâtıl (ilâhlar)a inanmıştırlar da Allâh’ı inkâr etmiştirler; işte sana! Ancak onlar (îmânı satıp kâfirliği satın aldıkları için, ticâretlerinde) zarar edenlerin tâ kendileridir.”