v02.01.25 Geliştirme Notları
Rûm Sûresi
404
Cuz 21
6﴿ (Rumların gâlip geleceği ve müminlerin sevineceğiyle alâkalı haber) Allâh’ın vaadi olarak (yerini bulacaktır)! Allâh sözünü bozmaz velâkin insanların ekseriyeti (O’na yakışan ve yakışmayan sıfatlardan haberdâr olmadıkları için bu gerçeği) bilmezler. Tefsirlerde rivâyet edildiğine göre; bu vaadi duyan Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) Mekke kâfirlerine: “Kardeşlerinizin gâlibiyetiyle sevindiniz ama çok sevinmeyin. Zîrâ Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bildirdiğine göre yakında Rumlar Fars toplumunu yenecektir” dedi. Bunun üzerine müşriklerden Übeyy ibnü Halef kalkarak: “Yalan söyledin! O zaman bir süre tâyin et, seninle on devesine iddiâya girelim” deyince, Hazret-i Sıddîk üç sene şartı koyarak bunu kabûl etti. Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e durumu haber verince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ben böyle demedim. (Âyette geçen) ‘Bıd‘’ kelimesi, üç ile on arasında kullanılabileceği için sen süreyi de deveyi de artır” buyurdu. Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)ın geldiğini gören Übeyy kâfiri onun pişman olduğunu sandıysa da, o: “Süreyi dokuz seneye, deveyi de yüze çıkaralım” dedi ve böylece anlaştılar. Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) hicret ederken Übeyy ondan kefil istedi, o da oğlu Abdullâh’ı kefil gösterdi. Sonra Bedir savaşına tesâdüf eden günlerde Rumların Farsları yenmesiyle iddiâlaşmanın yedinci senesinde bu mûcize gerçekleşti. Uhud’da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in eliyle aldığı yara netîcesinde Übeyy kâfiri ölünce, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) onun vârislerinden yüz deveyi tahsil edip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emriyle fakirlere verdi. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 3/569)
7﴿ Onlar o en alçak (dünyâ) hayât(ın)dan (sâdece, ekip biçme ve kazanıp harcama usulleri gibi), görünen bir şeyi bilirler. Ama ancak onlar (en çok bilinmesi gereken) âhiretten gâfil (ve habersiz) kimselerin ta kendileridir.
8﴿ Ayrıca onlar (sâdece dünyâ yaşantısının görünen tarafı hakkında kafa yorarken) kendileri(nin yaratılışlarında bulunan husûsiyetler) hakkında inceden inceye hiç düşün(üp de bil)mediler mi ki, Allâh gökleri ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri (boşu boşuna değil) ancak (yaratılmalarını gerektiren) hak(lı bir neden ve mükelleflere imtihan yurdu olma gibi yüce bir hikmet) ile (halketmiş), bir de (süresiz olmayıp son vaktinin tespiti için) adı konmuş bir süreyle yaratmıştır. Ama şüphesiz ki insanlardan birçok kimse (dünyânın son bulacağına inanmazlar ve ölümlerinin ardından diriltilip mahşere çıkartılarak) özellikle Rablerin(in hesap mahallin)e kavuşmayı elbette inkâr edicilerdir.
9﴿ Bir de onlar yer(yüzün)de gezip de, kendilerinden önceki o (helâke mâruz kalmış Âd ve Semûd toplumları gibi inkârcı) kimselerin (fecî) âkıbetinin nasıl olduğuna hiç mi bakmadılar?! O (geçmişte helâk ola)nlar güç bakımından bunlardan daha kuvvetliydiler ve onlar (su bulmak, mâdenler çıkartmak ve ekip biçmek için) toprağı alt üst etmiştiler, o kişiler bunların onu îmâr ettiğinden daha fazla onu mâmûr da etmiştiler, rasülleri onlara çok açık mûcizeler de getirmişti. Fakat (onlar elçileri yalanlayınca İlâhî azâba çarptırıldılar. Ama böyle yaparak) Allâh onlara aslâ zulm(ü murâd) eder olmadı velâkin onlar (gördükleri bunca açık delil karşısında bile bile inkârı sürdürerek, kendilerini İlâhî gazaba müstehak etmekle) sâdece kendilerine sürekli zulmeder oldular.
10﴿ Sonra Allâh’ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla sürekli alay eder oldukları için (azap nâmına) o en kötü şey (olan cehennem), kötü işler yapmış olan o kimselerin âkıbeti olmuştur.
11﴿ Allâh (canlı) halkın tümünü ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta sâdece O) geri döndürecektir. Sonra siz ancak O’n(un kullarını hesâba çekeceği âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz.
12﴿ O (kıyâmet kopma) ân(ı) vukû bulacağı günde ise o (şirk gibi en büyük suçu işlemiş) mücrimler bütün hayırlardan ümit kesecektir.
13﴿ O (şirk koşa)nlar için (Allâh’a) ortak (koştukları put)larından şefâatçiler de bulunmayacaktır. Üstelik onlar (putlarının bir işe yaramadığını anlayınca) ortak (koştuk)ları (putları)nı inkâr eden kimseler oldular. /Hâlbuki onlar (dünyâdayken o) ortak (koştuk)ları sebebiyle (Allâh-u Te‘âlâ’yı inkâr eden) kâfirler olmuştular./
14﴿ Bir de o (kıyâmet kopma) ân(ı) vâki olacağı günde, işte o gün (müminlerle kâfirler birbirlerinden) iyice ayrılacaklardır.
15﴿ Artık o kimseler ki (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; işte onlar (ırmaklarla dolu yemyeşil ve) çok değerli bir (cennet) bahçe(sin)de (her an farklı lezzetler tadarak ve nâmeler dinleyerek) sevindirilecektirler.
سُورَةُ الرُّومِ
الجزء ٢١
٤٠٤
وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٦
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ ﴿٧
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ ﴿٨
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ ﴿٩
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿١٠
اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١١
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ ﴿١٢
وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ ﴿١٣
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ ﴿١٤
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ ﴿١٥
Rûm Sûresi
404
Cuz 21
وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٦
6﴿ (Rumların gâlip geleceği ve müminlerin sevineceğiyle alâkalı haber) Allâh’ın vaadi olarak (yerini bulacaktır)! Allâh sözünü bozmaz velâkin insanların ekseriyeti (O’na yakışan ve yakışmayan sıfatlardan haberdâr olmadıkları için bu gerçeği) bilmezler. Tefsirlerde rivâyet edildiğine göre; bu vaadi duyan Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) Mekke kâfirlerine: “Kardeşlerinizin gâlibiyetiyle sevindiniz ama çok sevinmeyin. Zîrâ Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bildirdiğine göre yakında Rumlar Fars toplumunu yenecektir” dedi. Bunun üzerine müşriklerden Übeyy ibnü Halef kalkarak: “Yalan söyledin! O zaman bir süre tâyin et, seninle on devesine iddiâya girelim” deyince, Hazret-i Sıddîk üç sene şartı koyarak bunu kabûl etti. Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e durumu haber verince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ben böyle demedim. (Âyette geçen) ‘Bıd‘’ kelimesi, üç ile on arasında kullanılabileceği için sen süreyi de deveyi de artır” buyurdu. Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)ın geldiğini gören Übeyy kâfiri onun pişman olduğunu sandıysa da, o: “Süreyi dokuz seneye, deveyi de yüze çıkaralım” dedi ve böylece anlaştılar. Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) hicret ederken Übeyy ondan kefil istedi, o da oğlu Abdullâh’ı kefil gösterdi. Sonra Bedir savaşına tesâdüf eden günlerde Rumların Farsları yenmesiyle iddiâlaşmanın yedinci senesinde bu mûcize gerçekleşti. Uhud’da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in eliyle aldığı yara netîcesinde Übeyy kâfiri ölünce, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) onun vârislerinden yüz deveyi tahsil edip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emriyle fakirlere verdi. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 3/569)
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ ﴿٧
7﴿ Onlar o en alçak (dünyâ) hayât(ın)dan (sâdece, ekip biçme ve kazanıp harcama usulleri gibi), görünen bir şeyi bilirler. Ama ancak onlar (en çok bilinmesi gereken) âhiretten gâfil (ve habersiz) kimselerin ta kendileridir.
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ ﴿٨
8﴿ Ayrıca onlar (sâdece dünyâ yaşantısının görünen tarafı hakkında kafa yorarken) kendileri(nin yaratılışlarında bulunan husûsiyetler) hakkında inceden inceye hiç düşün(üp de bil)mediler mi ki, Allâh gökleri ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri (boşu boşuna değil) ancak (yaratılmalarını gerektiren) hak(lı bir neden ve mükelleflere imtihan yurdu olma gibi yüce bir hikmet) ile (halketmiş), bir de (süresiz olmayıp son vaktinin tespiti için) adı konmuş bir süreyle yaratmıştır. Ama şüphesiz ki insanlardan birçok kimse (dünyânın son bulacağına inanmazlar ve ölümlerinin ardından diriltilip mahşere çıkartılarak) özellikle Rablerin(in hesap mahallin)e kavuşmayı elbette inkâr edicilerdir.
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ ﴿٩
9﴿ Bir de onlar yer(yüzün)de gezip de, kendilerinden önceki o (helâke mâruz kalmış Âd ve Semûd toplumları gibi inkârcı) kimselerin (fecî) âkıbetinin nasıl olduğuna hiç mi bakmadılar?! O (geçmişte helâk ola)nlar güç bakımından bunlardan daha kuvvetliydiler ve onlar (su bulmak, mâdenler çıkartmak ve ekip biçmek için) toprağı alt üst etmiştiler, o kişiler bunların onu îmâr ettiğinden daha fazla onu mâmûr da etmiştiler, rasülleri onlara çok açık mûcizeler de getirmişti. Fakat (onlar elçileri yalanlayınca İlâhî azâba çarptırıldılar. Ama böyle yaparak) Allâh onlara aslâ zulm(ü murâd) eder olmadı velâkin onlar (gördükleri bunca açık delil karşısında bile bile inkârı sürdürerek, kendilerini İlâhî gazaba müstehak etmekle) sâdece kendilerine sürekli zulmeder oldular.
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿١٠
10﴿ Sonra Allâh’ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla sürekli alay eder oldukları için (azap nâmına) o en kötü şey (olan cehennem), kötü işler yapmış olan o kimselerin âkıbeti olmuştur.
اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١١
11﴿ Allâh (canlı) halkın tümünü ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta sâdece O) geri döndürecektir. Sonra siz ancak O’n(un kullarını hesâba çekeceği âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ ﴿١٢
12﴿ O (kıyâmet kopma) ân(ı) vukû bulacağı günde ise o (şirk gibi en büyük suçu işlemiş) mücrimler bütün hayırlardan ümit kesecektir.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ ﴿١٣
13﴿ O (şirk koşa)nlar için (Allâh’a) ortak (koştukları put)larından şefâatçiler de bulunmayacaktır. Üstelik onlar (putlarının bir işe yaramadığını anlayınca) ortak (koştuk)ları (putları)nı inkâr eden kimseler oldular. /Hâlbuki onlar (dünyâdayken o) ortak (koştuk)ları sebebiyle (Allâh-u Te‘âlâ’yı inkâr eden) kâfirler olmuştular./
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ ﴿١٤
14﴿ Bir de o (kıyâmet kopma) ân(ı) vâki olacağı günde, işte o gün (müminlerle kâfirler birbirlerinden) iyice ayrılacaklardır.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ ﴿١٥
15﴿ Artık o kimseler ki (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; işte onlar (ırmaklarla dolu yemyeşil ve) çok değerli bir (cennet) bahçe(sin)de (her an farklı lezzetler tadarak ve nâmeler dinleyerek) sevindirilecektirler.