v02.01.25 Geliştirme Notları
Rûm Sûresi
405
Cuz 21
16﴿ Ama o kimseler ki (dünyâda iken) kâfir olmuşturlar ve Bizim âyetlerimizi de, âhirete kavuşmayı da yalanlamıştırlar; (Habîbim) işte sana! Onlar, o (büyük) azap içerisinde (dâimî ikāmet etmek üzere cehennemde) hâzır bulundurulmuş kimselerdir.
17﴿ Artık siz akşama vardığınız zaman (akşam-yatsı namazlarını edâ ederek) ve sabaha girdiğiniz vakit (sabah namazını kılarak, o anlarda sürekli yenilenen gece ve gündüz nîmetine şükür için) Allâh’ı(n) tesbîh(i) ile (meşgul olarak O’nu noksan sıfatlardan tenzîh edin)! İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi birçok müfessire göre; âyet-i celîlede geçen “Tesbîh” ifâdesi; “Namaz kılınarak îfâ edilen tenzîh ve hamd vazîfeleri”ne işâret etmektedir ki, buna göre mânâ: “Kudretinin eserlerinin iyice belirgin olduğu sabah ve akşam saatlerinde, Allâh-u Te‘âlâ’nın noksan sıfatlardan uzaklığını ifâde eden hamd-ü senâlar ihtivâ eden namaz ibâdetine devâm edin” demek olur. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)ya: “Beş vakit namazın bahsini Kur’ân’da bulabiliyor musun?” diye sorulduğunda: “Evet” diyerek bu iki âyeti okumuş ve: “Bu âyetler hem beş vakit namazı, hem de vakitlerini açıkladı” demiştir. (‘Abdürrezzâk, el-Musannef, rakam:1772, 1/454; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2/410-411; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 18/474; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, rakam:10596, 10/247) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Her kim Rûm Sûresi’nin şu üç âyetini (17-19) sabahladığında okursa, o gün yapamayacağı bütün hayırların sevâbına ulaşmış olur. Akşamladığında bu âyet-i celîleleri okuyan ise, o gece kaçıracakların(ın sevâbın)a kavuşmuş olur.” (Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Edeb:110, rakam:5076, 2/740)
18﴿ Göklerde ve yerde (bulunan tüm nîmetlere karşı) bütün hamdler sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na mahsustur. (Gök ve yer ehlinden akıl ve idrâk sâhibi her canlının yapması gereken şey O’na hamd ve tesbîhte bulunmaktır.) Gündüzün sonunda da (ikindi namazını), öğle (vakti)ne girdiğiniz zaman da (öğle namazını edâ ederek Allâh-u Te‘âlâ’ya tesbihte bulunun)!
19﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ), (meni ve tâne gibi kendi başına üreyemeyen) ölü (bir şey)den (canlı ve bitki gibi üreyen) diri (bir şe)yi çıkarmaktadır, diriden de ölüyü çıkarmaktadır, ölümünden (ve kurumasından) sonra toprağı da O canlandırmaktadır. (Ey insan!) İşte sana! Siz de böylece (kabirlerinizden) çıkartılacaksınız. Müfessirler burada geçen “Ölü ve diri” tâbirlerini maddî ve mânevî olmak üzere iki kısma ayırmışlar, maddî ölüye; insan suyunu ve yumurtayı, diriye de; insanı ve civcivi misal getirmişler, mânen ölü ve diri kabûl edilen şeylere ise; kâfir-mümin, âlim-câhil gibi örnekler zikretmişlerdir.
20﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerinden biri de; sizi(n babanız Âdem’i, kuru kara ve kokmuş) bir topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra birdenbire siz birçok insanlar (olarak yaratılmış)sınız ki, (ihtiyaçlarınızı görmek için yeryüzünde o yana bu yana) yayılmaktasınız.
21﴿ Kendilerine meyl(edip onlarla ülfet) edesiniz (ve bu sûretle meşrû yoldan şehvetinizi tatmin edesiniz) diye sizin için kendi nefisleriniz(in cinsin)den (sizin gibi insan olan) birtakım eşler yaratması ve aranızda tam bir sevgi (netîcesinde hâsıl olan cinsî berâberlik) ve büyük bir acıma (vesîlesi olan çocuk) meydana getirmesi de O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerinden biridir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bu (şekilde topraktan yarattığı kulları erkek ve dişi olarak sınıflara ayırmasında ve birbirlerine tamâmen yabancı insanlar arasına kaynaşma ve acıma hisleri koyması)nda elbette bir toplum için (vasfedilemeyecek derecede) çok büyük ve pek çok âyetler vardır ki onlar tefekkür etmekte (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın eşsiz fiillerindeki üstün hikmetleri iyiden iyiye düşünmekte)dirler.
22﴿ Gökleri ve yeri yaratması da, dillerinizin (lehçelerinizin ve konuşma şekillerinizin) ve renklerinizin farklılığı(nı yaratması) da O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)-lerindendir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bun(ca farklı dilin konuşulmasında ve aynı maddeden aynı şartlarda yaratılan ikizlerde bile rastlanabilen deri renklerinin farklılığın)da, (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce sıfatlarını iyi bilen) âlimler için elbette (künhüne vâkıf olunamayacak) çok büyük ve pek çok âyetler vardır.
23﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerinden bâzısı da; gece ve gündüz (istediğiniz zaman istirahat için) uyumanız(a imkân yaratması) ve (her iki vakitte de Allâh-u Te‘âlâ’nın) fazlından (ve lütfundan size vereceği rızkı) aramanız (için imkânlar yaratması)dır. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bunda elbette bir toplum için (târif edilemeyecek kadar) çok büyük ve pek çok âyetler vardır ki onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetlerini anlayış kulağıyla) işitmektedirler.
24﴿ Yine O’nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerindendir ki; (yıldırım düşme tehlikesiyle) korkutmak ve (yağmur beklentisiyle) ümitlendirmek için size şimşeği göstermektedir ve gökten bir su indirip, ölümünün (ve kurumasının) ardından toprağı onun sebebi ile diriltmektedir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bunda bir kavim için elbette çok büyük ve pek çok âyetler vardır ki onlar (yaratıcının üstün kudret ve hikmetini anlamak için varlıkların oluşumlarının bağlı olduğu sebepleri araştırma husûsunda) akıl(larını) kullanmaktadırlar.
سُورَةُ الرُّومِ
الجزء ٢١
٤٠٥
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ فَاُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿١٦
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ ﴿١٧
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ ﴿١٨
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ۟ ﴿١٩
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ ﴿٢٠
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٢١
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ ﴿٢٢
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ ﴿٢٣
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٢٤
Rûm Sûresi
405
Cuz 21
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ فَاُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿١٦
16﴿ Ama o kimseler ki (dünyâda iken) kâfir olmuşturlar ve Bizim âyetlerimizi de, âhirete kavuşmayı da yalanlamıştırlar; (Habîbim) işte sana! Onlar, o (büyük) azap içerisinde (dâimî ikāmet etmek üzere cehennemde) hâzır bulundurulmuş kimselerdir.
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ ﴿١٧
17﴿ Artık siz akşama vardığınız zaman (akşam-yatsı namazlarını edâ ederek) ve sabaha girdiğiniz vakit (sabah namazını kılarak, o anlarda sürekli yenilenen gece ve gündüz nîmetine şükür için) Allâh’ı(n) tesbîh(i) ile (meşgul olarak O’nu noksan sıfatlardan tenzîh edin)! İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi birçok müfessire göre; âyet-i celîlede geçen “Tesbîh” ifâdesi; “Namaz kılınarak îfâ edilen tenzîh ve hamd vazîfeleri”ne işâret etmektedir ki, buna göre mânâ: “Kudretinin eserlerinin iyice belirgin olduğu sabah ve akşam saatlerinde, Allâh-u Te‘âlâ’nın noksan sıfatlardan uzaklığını ifâde eden hamd-ü senâlar ihtivâ eden namaz ibâdetine devâm edin” demek olur. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)ya: “Beş vakit namazın bahsini Kur’ân’da bulabiliyor musun?” diye sorulduğunda: “Evet” diyerek bu iki âyeti okumuş ve: “Bu âyetler hem beş vakit namazı, hem de vakitlerini açıkladı” demiştir. (‘Abdürrezzâk, el-Musannef, rakam:1772, 1/454; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2/410-411; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 18/474; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, rakam:10596, 10/247) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Her kim Rûm Sûresi’nin şu üç âyetini (17-19) sabahladığında okursa, o gün yapamayacağı bütün hayırların sevâbına ulaşmış olur. Akşamladığında bu âyet-i celîleleri okuyan ise, o gece kaçıracakların(ın sevâbın)a kavuşmuş olur.” (Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Edeb:110, rakam:5076, 2/740)
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ ﴿١٨
18﴿ Göklerde ve yerde (bulunan tüm nîmetlere karşı) bütün hamdler sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na mahsustur. (Gök ve yer ehlinden akıl ve idrâk sâhibi her canlının yapması gereken şey O’na hamd ve tesbîhte bulunmaktır.) Gündüzün sonunda da (ikindi namazını), öğle (vakti)ne girdiğiniz zaman da (öğle namazını edâ ederek Allâh-u Te‘âlâ’ya tesbihte bulunun)!
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ۟ ﴿١٩
19﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ), (meni ve tâne gibi kendi başına üreyemeyen) ölü (bir şey)den (canlı ve bitki gibi üreyen) diri (bir şe)yi çıkarmaktadır, diriden de ölüyü çıkarmaktadır, ölümünden (ve kurumasından) sonra toprağı da O canlandırmaktadır. (Ey insan!) İşte sana! Siz de böylece (kabirlerinizden) çıkartılacaksınız. Müfessirler burada geçen “Ölü ve diri” tâbirlerini maddî ve mânevî olmak üzere iki kısma ayırmışlar, maddî ölüye; insan suyunu ve yumurtayı, diriye de; insanı ve civcivi misal getirmişler, mânen ölü ve diri kabûl edilen şeylere ise; kâfir-mümin, âlim-câhil gibi örnekler zikretmişlerdir.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ ﴿٢٠
20﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerinden biri de; sizi(n babanız Âdem’i, kuru kara ve kokmuş) bir topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra birdenbire siz birçok insanlar (olarak yaratılmış)sınız ki, (ihtiyaçlarınızı görmek için yeryüzünde o yana bu yana) yayılmaktasınız.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٢١
21﴿ Kendilerine meyl(edip onlarla ülfet) edesiniz (ve bu sûretle meşrû yoldan şehvetinizi tatmin edesiniz) diye sizin için kendi nefisleriniz(in cinsin)den (sizin gibi insan olan) birtakım eşler yaratması ve aranızda tam bir sevgi (netîcesinde hâsıl olan cinsî berâberlik) ve büyük bir acıma (vesîlesi olan çocuk) meydana getirmesi de O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerinden biridir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bu (şekilde topraktan yarattığı kulları erkek ve dişi olarak sınıflara ayırmasında ve birbirlerine tamâmen yabancı insanlar arasına kaynaşma ve acıma hisleri koyması)nda elbette bir toplum için (vasfedilemeyecek derecede) çok büyük ve pek çok âyetler vardır ki onlar tefekkür etmekte (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın eşsiz fiillerindeki üstün hikmetleri iyiden iyiye düşünmekte)dirler.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ ﴿٢٢
22﴿ Gökleri ve yeri yaratması da, dillerinizin (lehçelerinizin ve konuşma şekillerinizin) ve renklerinizin farklılığı(nı yaratması) da O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)-lerindendir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bun(ca farklı dilin konuşulmasında ve aynı maddeden aynı şartlarda yaratılan ikizlerde bile rastlanabilen deri renklerinin farklılığın)da, (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce sıfatlarını iyi bilen) âlimler için elbette (künhüne vâkıf olunamayacak) çok büyük ve pek çok âyetler vardır.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ ﴿٢٣
23﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerinden bâzısı da; gece ve gündüz (istediğiniz zaman istirahat için) uyumanız(a imkân yaratması) ve (her iki vakitte de Allâh-u Te‘âlâ’nın) fazlından (ve lütfundan size vereceği rızkı) aramanız (için imkânlar yaratması)dır. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bunda elbette bir toplum için (târif edilemeyecek kadar) çok büyük ve pek çok âyetler vardır ki onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetlerini anlayış kulağıyla) işitmektedirler.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٢٤
24﴿ Yine O’nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerindendir ki; (yıldırım düşme tehlikesiyle) korkutmak ve (yağmur beklentisiyle) ümitlendirmek için size şimşeği göstermektedir ve gökten bir su indirip, ölümünün (ve kurumasının) ardından toprağı onun sebebi ile diriltmektedir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bunda bir kavim için elbette çok büyük ve pek çok âyetler vardır ki onlar (yaratıcının üstün kudret ve hikmetini anlamak için varlıkların oluşumlarının bağlı olduğu sebepleri araştırma husûsunda) akıl(larını) kullanmaktadırlar.