v02.01.25 Geliştirme Notları
Rûm Sûresi
406
Cuz 21
25﴿ Yine O (Allâh-u Sübhânehû)nun (“İkiniz de Benim kudretimle kıyâmete kadar dâim olun”) emriyle göğün ve yerin (düzen içerisinde devamlı) durması O’nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerindendir. (Kabirlerde kalma süreniz dolduktan) sonra O sizi tek bir dâvet ile (“Ey ölüler! Dirilin de mezarlarınızdan çıkın!” buyurarak) çağırdığı zaman (ister istemez) siz birdenbire yer(de bulunan kabirleriniz)den (mahşere) çıkacaksınız!
26﴿ Ayrıca (meleklerden ve ins-ü cinden) göklerde ve yerde bulunan kimseler (yaratılma, mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. Her biri de (ister istemez) ancak O’na boyun eğ(erek kendilerinden istenileni yerine getir)icilerdir.
27﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; halkın tümünü ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta sâdece O) geri döndürecektir. Zâten O’na göre bu (tekrar diriltme) çok kolay bir şeydir. Göklerde ve yerde (eserleri âşikâr olan) o hayran bırakıcı en üstün sıfatlar (ve eşten, ortaktan, evlâttan münezzeh olmak, yoktan yaratmak, tekrar diriltmek, var etmek ve yok etmek gibi üstün vasıflar) da yalnızca O’na mahsustur. Zâten ancak O (yaratmak istediği bir şeyi yoktan yaratmaktan ve tekrar diriltmekten âciz bırakılamayacak üstün güce sâhip olan bir) Azîz’dir (ve yine ancak O, tüm işlerini hikmet üzere icrâ eden bir) Hakîm’dir.
28﴿ (Ey müşrikler!) O (Allâh-u Te‘âlâ ortağı olmadığına dâir) size kendi nefislerinizden ilginç bir misal açıklamıştır (şöyle ki); size verdiğimiz rızıklar(ı harcama husûsun)da sağ ellerinizin sâhip bulunduğu (köle ve câriye gibi) şeylerden size âit ortaklar var mıdır ki, siz on(ca mal)da (onlarla) tamâmen eşit (ve ortak kimseler)siniz de bu sebeple kendileriniz(e ortak olan hür kimseler)den korkmanız gibi onlardan da korkmaktasınız?! (Peki siz, insanlıkta müşterek olduğunuz kölelerinizin kendi malınıza ortak olmasına râzı gelmezken, ya Allâh’ın yarattığı şeyleri nasıl O’na ortak koşabiliyorsunuz?!) (Ey insan!) İşte sana! Biz bu âyetleri bir toplum için (rastgele değil de) ancak böyle (üstün bir açıklama üslûbuyla ve) tafsîlâtla îzâh ediyoruz ki onlar (tüm önemli konuları, özellikle açıkladığımız misalleri anlama noktasında) akıl(larını) kullanmaktadırlar.
29﴿ Doğrusu o (şirk koşarak) zâlim olmuş kimseler (bunca âyetlerden bir şey anlamayıp, yollarının yanlışlığı hakkında) bilgisiz olarak tamâmen kendi kötü arzularına tamâmen uymuştur. Artık (kendisine verilen irâde ve kudreti yanlış yolda kullandığı için) Allâh’ın saptırmış olduğu bir kimseyi (doğru yola) kim hidâyet edebilir?! Üstelik onlar(ın dalâletten kurtulmaları) için yardımcılardan hiçbir kimse de yoktur!
30﴿ (Habîbim!) O hâlde sen (onların inanıp inanmamasından etkilenmeyerek, tüm bâtılları bırakıp hakka yönelen) hanîf bir kimse olarak yüzünü o (İslâm) dîn(in)e doğrult! (Ey müminler! Siz de) Allâh’ın o (İslâm) fıtratına (hep birlikte sıkıca sarılın) ki, O (Rabbiniz) tüm insanları ilk başta onun (anlaşılması ve kabûlü) üzerine yaratmıştır. (Hiçbir kimse) Allâh’ın (fıtratını bozacak güce sâhip olmadığına göre O’nun) hilkati (ve fıtratı) için hiçbir değiştirme (söz konusu) olamaz (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın insanların fıtratında, kendisini anlayıp kabûl etme kābiliyeti yarattığı İslâm dînini kimse değiştiremez)! İşte sana! Ancak bu (İslâm dîni kendisinde hiçbir yanlışlık bulunmayan) dosdoğru dindir. Velâkin insanların ekseriyeti (düşüncesizlikleri yüzünden bu hakîkati) bilmezler.
31﴿ (Tevbe ve ihlâsla sâdece) O (Allâh-u Azîmüşşâ)-na yönelici kimseler olarak (İslâm dînine iyice sarılın)! Ayrıca siz O (Allâh-u Te‘âlâ’ya isya)ndan hakkıyla sakının, o (farz) namazları da dosdoğru kılın ve (Allâh-u Te‘âlâ’nın, tüm kullarının fıtratına yerleştirmiş olduğu İslâm kābiliyetini değiştirerek) o şirk koşan kimselerden olmayın!
32﴿ O kimselerden (olmayın) ki (kendi kafalarına göre farklı tanrılar edinerek ve aynı puta tapsalar bile, değişik inanç yapılarına sâhip olarak) dinlerini tamâmen parçalamıştırlar ve önderler eşliğinde birleşen birtakım (sapık) fırkalar(a ayrılan kimseler) olmuşturlar. (Onlardan) her bir fırka (ise kendi doğruluğuna inandığı için din ve inanç nâmına) kendi yanlarında bulunan şey ile sevinici kimselerdir.
سُورَةُ الرُّومِ
الجزء ٢١
٤٠٦
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْاَرْضِ اِذَٓا اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ ﴿٢٥
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ ﴿٢٦
وَهُوَ الَّذ۪ي يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِۜ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ ﴿٢٧
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَٓاءَ ف۪ي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَاَنْتُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخ۪يفَتِكُمْ اَنْفُسَكُمْۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٢٨
بَلِ اتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ فَمَنْ يَهْد۪ي مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٢٩
فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿٣٠
مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿٣١
مِنَ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿٣٢
Rûm Sûresi
406
Cuz 21
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْاَرْضِ اِذَٓا اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ ﴿٢٥
25﴿ Yine O (Allâh-u Sübhânehû)nun (“İkiniz de Benim kudretimle kıyâmete kadar dâim olun”) emriyle göğün ve yerin (düzen içerisinde devamlı) durması O’nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin) âyet (ve delil)lerindendir. (Kabirlerde kalma süreniz dolduktan) sonra O sizi tek bir dâvet ile (“Ey ölüler! Dirilin de mezarlarınızdan çıkın!” buyurarak) çağırdığı zaman (ister istemez) siz birdenbire yer(de bulunan kabirleriniz)den (mahşere) çıkacaksınız!
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ ﴿٢٦
26﴿ Ayrıca (meleklerden ve ins-ü cinden) göklerde ve yerde bulunan kimseler (yaratılma, mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. Her biri de (ister istemez) ancak O’na boyun eğ(erek kendilerinden istenileni yerine getir)icilerdir.
وَهُوَ الَّذ۪ي يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِۜ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ ﴿٢٧
27﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; halkın tümünü ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta sâdece O) geri döndürecektir. Zâten O’na göre bu (tekrar diriltme) çok kolay bir şeydir. Göklerde ve yerde (eserleri âşikâr olan) o hayran bırakıcı en üstün sıfatlar (ve eşten, ortaktan, evlâttan münezzeh olmak, yoktan yaratmak, tekrar diriltmek, var etmek ve yok etmek gibi üstün vasıflar) da yalnızca O’na mahsustur. Zâten ancak O (yaratmak istediği bir şeyi yoktan yaratmaktan ve tekrar diriltmekten âciz bırakılamayacak üstün güce sâhip olan bir) Azîz’dir (ve yine ancak O, tüm işlerini hikmet üzere icrâ eden bir) Hakîm’dir.
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَٓاءَ ف۪ي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَاَنْتُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخ۪يفَتِكُمْ اَنْفُسَكُمْۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٢٨
28﴿ (Ey müşrikler!) O (Allâh-u Te‘âlâ ortağı olmadığına dâir) size kendi nefislerinizden ilginç bir misal açıklamıştır (şöyle ki); size verdiğimiz rızıklar(ı harcama husûsun)da sağ ellerinizin sâhip bulunduğu (köle ve câriye gibi) şeylerden size âit ortaklar var mıdır ki, siz on(ca mal)da (onlarla) tamâmen eşit (ve ortak kimseler)siniz de bu sebeple kendileriniz(e ortak olan hür kimseler)den korkmanız gibi onlardan da korkmaktasınız?! (Peki siz, insanlıkta müşterek olduğunuz kölelerinizin kendi malınıza ortak olmasına râzı gelmezken, ya Allâh’ın yarattığı şeyleri nasıl O’na ortak koşabiliyorsunuz?!) (Ey insan!) İşte sana! Biz bu âyetleri bir toplum için (rastgele değil de) ancak böyle (üstün bir açıklama üslûbuyla ve) tafsîlâtla îzâh ediyoruz ki onlar (tüm önemli konuları, özellikle açıkladığımız misalleri anlama noktasında) akıl(larını) kullanmaktadırlar.
بَلِ اتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ فَمَنْ يَهْد۪ي مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٢٩
29﴿ Doğrusu o (şirk koşarak) zâlim olmuş kimseler (bunca âyetlerden bir şey anlamayıp, yollarının yanlışlığı hakkında) bilgisiz olarak tamâmen kendi kötü arzularına tamâmen uymuştur. Artık (kendisine verilen irâde ve kudreti yanlış yolda kullandığı için) Allâh’ın saptırmış olduğu bir kimseyi (doğru yola) kim hidâyet edebilir?! Üstelik onlar(ın dalâletten kurtulmaları) için yardımcılardan hiçbir kimse de yoktur!
فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿٣٠
30﴿ (Habîbim!) O hâlde sen (onların inanıp inanmamasından etkilenmeyerek, tüm bâtılları bırakıp hakka yönelen) hanîf bir kimse olarak yüzünü o (İslâm) dîn(in)e doğrult! (Ey müminler! Siz de) Allâh’ın o (İslâm) fıtratına (hep birlikte sıkıca sarılın) ki, O (Rabbiniz) tüm insanları ilk başta onun (anlaşılması ve kabûlü) üzerine yaratmıştır. (Hiçbir kimse) Allâh’ın (fıtratını bozacak güce sâhip olmadığına göre O’nun) hilkati (ve fıtratı) için hiçbir değiştirme (söz konusu) olamaz (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın insanların fıtratında, kendisini anlayıp kabûl etme kābiliyeti yarattığı İslâm dînini kimse değiştiremez)! İşte sana! Ancak bu (İslâm dîni kendisinde hiçbir yanlışlık bulunmayan) dosdoğru dindir. Velâkin insanların ekseriyeti (düşüncesizlikleri yüzünden bu hakîkati) bilmezler.
مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿٣١
31﴿ (Tevbe ve ihlâsla sâdece) O (Allâh-u Azîmüşşâ)-na yönelici kimseler olarak (İslâm dînine iyice sarılın)! Ayrıca siz O (Allâh-u Te‘âlâ’ya isya)ndan hakkıyla sakının, o (farz) namazları da dosdoğru kılın ve (Allâh-u Te‘âlâ’nın, tüm kullarının fıtratına yerleştirmiş olduğu İslâm kābiliyetini değiştirerek) o şirk koşan kimselerden olmayın!
مِنَ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿٣٢
32﴿ O kimselerden (olmayın) ki (kendi kafalarına göre farklı tanrılar edinerek ve aynı puta tapsalar bile, değişik inanç yapılarına sâhip olarak) dinlerini tamâmen parçalamıştırlar ve önderler eşliğinde birleşen birtakım (sapık) fırkalar(a ayrılan kimseler) olmuşturlar. (Onlardan) her bir fırka (ise kendi doğruluğuna inandığı için din ve inanç nâmına) kendi yanlarında bulunan şey ile sevinici kimselerdir.