v02.01.25 Geliştirme Notları
Rûm Sûresi
408
Cuz 21
42﴿ (Habîbim!) De ki: “Yer(yüzün)de yürüyü(p gezi)n de, önceki (kâfir) kimselerin âkıbetinin nice olduğuna hemen bir bakın (ki; ıssız ocakları ve sessiz yurtları görerek, şirkin âkıbetinin çok kötü olduğunun delillerini gözlerinizle görün)! (Nitekim) onların ekserîsi (Allâh’a ortak koşan) müşrik kimselerdi.”
43﴿ (Habîbim!) O hâlde sen, Allâh(-u Te‘âlâ tarafın)dan büyük bir gün gelmeden önce yüzünü o dosdoğru (İslâm) dîn(in)e doğrult ki, onun için hiçbir geri çevrilme (söz konusu) olamaz! İşte o gün (insanlar, cennet ve cehenneme giden fırkalar hâlinde) tamâmen ayrılacaktırlar.
44﴿ Kim kâfir olursa, kâfirliği(nin vebâli olarak cehennemde ebedî kalması) onun aleyhinedir! Kim(ler) de (namaz, oruç, hac ve zekât gibi) sâlih ameller yaparsa; onlar ancak kendileri için (kabirde ve cennette) yatacak yer hazırlarlar.
45﴿ (Evet! Müminler şimdiden hazırlıklarını yapmaktadırlar ve) nihâyet O (Allâh), kendileri (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiş ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş kimseleri (hak ettiklerine göre değil de) fazl(-ı ihsân)ından (bolca) mükâfatlandıracaktır. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), kâfirleri sevmez (ve onların inançlarını beğenmez, buna mukābil îmân edenleri çok sevdiğinden, iki cihanda da mahrum etmez).
46﴿ Ayrıca O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve üstün kudretinin nişân ve) âyetlerinden biri de; o (kuzey ve güney rüzgârlarıyla, güneydoğudan esen sabâ) rüzgârları(nı, yağmuru) müjdeleyiciler olarak salıvermesidir. Tâ ki (ekip-biçmek, kötü kokuyu gidermek ve ağaçları sulamak gibi sayısız nîmet ve) rahmetin(in eserlerin)den bir kısmını (rüzgârlar sebebiyle) O (Allâh-u Te‘âlâ) size tattırsın, bir de O’nun emri (irâdesi ve rüzgâra buyruğu) ile gemiler (denizde) akıp gitsin ve (böylece) siz (deniz ticâretiyle) O’nun fazl(-ı ihsân)ından (size ulaştıracağı rızkınızdan) bir kısmını arayasınız ve ola ki siz (Allâh-u Te‘âlâ’nın bunca nîmetine) şükredersiniz! Âyet-i kerîmede geçen “Rüzgârlar” ifâdesi cemî olarak zikredildiğinden, rahmet rüzgârları olarak tefsir edilmiştir. Sabâ rüzgârının tersi olan debûr (batı) rüzgârı ise azap rüzgârı olarak bilinmektedir. Bu yüzden rüzgârlar esince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ey Allâh! Onları rüzgârlar yap, rüzgâr yapma” diye duâ ederdi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Âlûsî)
47﴿ Andolsun ki; elbette Biz senden önce de kendi kavimlerine elçi olarak nice değerli rasüller gönderdik de, (tüm elçiler senin gibi) onlara (peygamberlerin hak olduğuna delâletleri) çok açık olan mûcizeler getirdiler. Bunun üzerine (kimi îmân edip, kimi inkâr edince) Biz (inananların öcünü almak için) o (şirk) suç(unu) işlemiş olanlardan intikam aldık. Zâten îmân edenlere yardım etmek (dâimâ) üstlenmiş bulunduğumuz (için Bizden istemeleri) kesin bir hak (olan İlâhî bir vaad) olmuştur.
48﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; o (rahmet) rüzgârları(nı) gönderir de, onlar hemen yekpâre bir bulutu harekete geçirir. Sonra dilediği şekilde onu gök (cihetin)de (bâzen tek parça hâlinde birleşik olarak) yayar ve (bâzen) onu parçalar hâline getirir. (Ey görebilen kişi!) İşte sen yağmuru, onun (yağmasına sebebiyet veren bulutun sıkıştırılması netîcesinde oluşan deliklerin) aralarından çıkarken görmektesin. Nihâyet O (Allâh-u Te‘âlâ) kullarından diler olduğu kimseler(in memleketin)e onu isâbet ettirdiği zaman birdenbire onlar (bolluk, bereket gelecek diye sevinçleri yüzlerine vuracak derecede) müjdelenirler.
49﴿ Hâlbuki gerçekten onlar onun kendi üzerlerine indirilmesinden önce; onun (yağmasının getirdiği müjde ve ferahlanma) öncesinde elbette ümit kesmiş kimseler olmuştular.
50﴿ (Ey insan!) Artık sen, Allâh’ın (yağmur yağdırarak ihsan buyurduğu) rahmetinin eserleri (olan; türlü türlü ağaçlara, sebzelere, bitkilere ve diğer nîmetleri)ne bak (da anla) ki; O (Allâh), ölümünden (ve kurumasından) sonra toprağı nasıl diriltmektedir?! İşte sana! Gerçekten Bu (yüce kudrete sâhip) Zât, elbette ölüleri dirilticidir. Zâten O, (yoktan yaratmak ve tekrar diriltmek dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
سُورَةُ الرُّومِ
الجزء ٢١
٤٠٨
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُشْرِك۪ينَ ﴿٤٢
فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ الْقَيِّمِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِ يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ ﴿٤٣
مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِاَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَۙ ﴿٤٤
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ ﴿٤٥
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٤٦
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ رُسُلًا اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُواۜ وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٤٧
اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ فَاِذَٓا اَصَابَ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٤٨
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمُبْلِس۪ينَ ﴿٤٩
فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِ الْمَوْتٰىۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٥٠
Rûm Sûresi
408
Cuz 21
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُشْرِك۪ينَ ﴿٤٢
42﴿ (Habîbim!) De ki: “Yer(yüzün)de yürüyü(p gezi)n de, önceki (kâfir) kimselerin âkıbetinin nice olduğuna hemen bir bakın (ki; ıssız ocakları ve sessiz yurtları görerek, şirkin âkıbetinin çok kötü olduğunun delillerini gözlerinizle görün)! (Nitekim) onların ekserîsi (Allâh’a ortak koşan) müşrik kimselerdi.”
فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ الْقَيِّمِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِ يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ ﴿٤٣
43﴿ (Habîbim!) O hâlde sen, Allâh(-u Te‘âlâ tarafın)dan büyük bir gün gelmeden önce yüzünü o dosdoğru (İslâm) dîn(in)e doğrult ki, onun için hiçbir geri çevrilme (söz konusu) olamaz! İşte o gün (insanlar, cennet ve cehenneme giden fırkalar hâlinde) tamâmen ayrılacaktırlar.
مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِاَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَۙ ﴿٤٤
44﴿ Kim kâfir olursa, kâfirliği(nin vebâli olarak cehennemde ebedî kalması) onun aleyhinedir! Kim(ler) de (namaz, oruç, hac ve zekât gibi) sâlih ameller yaparsa; onlar ancak kendileri için (kabirde ve cennette) yatacak yer hazırlarlar.
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ ﴿٤٥
45﴿ (Evet! Müminler şimdiden hazırlıklarını yapmaktadırlar ve) nihâyet O (Allâh), kendileri (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiş ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş kimseleri (hak ettiklerine göre değil de) fazl(-ı ihsân)ından (bolca) mükâfatlandıracaktır. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), kâfirleri sevmez (ve onların inançlarını beğenmez, buna mukābil îmân edenleri çok sevdiğinden, iki cihanda da mahrum etmez).
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٤٦
46﴿ Ayrıca O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve üstün kudretinin nişân ve) âyetlerinden biri de; o (kuzey ve güney rüzgârlarıyla, güneydoğudan esen sabâ) rüzgârları(nı, yağmuru) müjdeleyiciler olarak salıvermesidir. Tâ ki (ekip-biçmek, kötü kokuyu gidermek ve ağaçları sulamak gibi sayısız nîmet ve) rahmetin(in eserlerin)den bir kısmını (rüzgârlar sebebiyle) O (Allâh-u Te‘âlâ) size tattırsın, bir de O’nun emri (irâdesi ve rüzgâra buyruğu) ile gemiler (denizde) akıp gitsin ve (böylece) siz (deniz ticâretiyle) O’nun fazl(-ı ihsân)ından (size ulaştıracağı rızkınızdan) bir kısmını arayasınız ve ola ki siz (Allâh-u Te‘âlâ’nın bunca nîmetine) şükredersiniz! Âyet-i kerîmede geçen “Rüzgârlar” ifâdesi cemî olarak zikredildiğinden, rahmet rüzgârları olarak tefsir edilmiştir. Sabâ rüzgârının tersi olan debûr (batı) rüzgârı ise azap rüzgârı olarak bilinmektedir. Bu yüzden rüzgârlar esince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ey Allâh! Onları rüzgârlar yap, rüzgâr yapma” diye duâ ederdi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Âlûsî)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ رُسُلًا اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُواۜ وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٤٧
47﴿ Andolsun ki; elbette Biz senden önce de kendi kavimlerine elçi olarak nice değerli rasüller gönderdik de, (tüm elçiler senin gibi) onlara (peygamberlerin hak olduğuna delâletleri) çok açık olan mûcizeler getirdiler. Bunun üzerine (kimi îmân edip, kimi inkâr edince) Biz (inananların öcünü almak için) o (şirk) suç(unu) işlemiş olanlardan intikam aldık. Zâten îmân edenlere yardım etmek (dâimâ) üstlenmiş bulunduğumuz (için Bizden istemeleri) kesin bir hak (olan İlâhî bir vaad) olmuştur.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ فَاِذَٓا اَصَابَ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٤٨
48﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; o (rahmet) rüzgârları(nı) gönderir de, onlar hemen yekpâre bir bulutu harekete geçirir. Sonra dilediği şekilde onu gök (cihetin)de (bâzen tek parça hâlinde birleşik olarak) yayar ve (bâzen) onu parçalar hâline getirir. (Ey görebilen kişi!) İşte sen yağmuru, onun (yağmasına sebebiyet veren bulutun sıkıştırılması netîcesinde oluşan deliklerin) aralarından çıkarken görmektesin. Nihâyet O (Allâh-u Te‘âlâ) kullarından diler olduğu kimseler(in memleketin)e onu isâbet ettirdiği zaman birdenbire onlar (bolluk, bereket gelecek diye sevinçleri yüzlerine vuracak derecede) müjdelenirler.
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمُبْلِس۪ينَ ﴿٤٩
49﴿ Hâlbuki gerçekten onlar onun kendi üzerlerine indirilmesinden önce; onun (yağmasının getirdiği müjde ve ferahlanma) öncesinde elbette ümit kesmiş kimseler olmuştular.
فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِ الْمَوْتٰىۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٥٠
50﴿ (Ey insan!) Artık sen, Allâh’ın (yağmur yağdırarak ihsan buyurduğu) rahmetinin eserleri (olan; türlü türlü ağaçlara, sebzelere, bitkilere ve diğer nîmetleri)ne bak (da anla) ki; O (Allâh), ölümünden (ve kurumasından) sonra toprağı nasıl diriltmektedir?! İşte sana! Gerçekten Bu (yüce kudrete sâhip) Zât, elbette ölüleri dirilticidir. Zâten O, (yoktan yaratmak ve tekrar diriltmek dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.