v02.01.25 Geliştirme Notları
Lokmân Sûresi
412
Cuz 21
20﴿ (Ey müşrikler!) Görmediniz mi ki; şüphesiz Allâh göklerde olan şeyleri de, yerde bulunan şeyleri de sizin (faydalanmanız) için emre âmâde kılmış, görünen ve gizli olan (dışarıdan fark edilen ve edilemeyen sayısız) nîmetlerini de size bolca tamamlamıştır. Ama insanlardan (Nadr ibnü’l-Hâris ve Übeyy ibnü Halef gibi) öylesi vardır ki, (düşünme gerektirmeyen zorunlu) herhangi bir bilgi(ye sâhip) olmaksızın, (delille ulaştığı) hiçbir rehber de yokken, (vahye âit) aydınlatıcı hiçbir kitap da bulunmaksızın (sırf cehâlet ve inada dayalı bir şekilde) Allâh(ın birliğini iptal) hakkında (hâlâ) mücâdele etmektedir. Müfessirler dıştan görülebilen nîmetlere misâl olarak; güzel şekil, boy pos ve uzuvların düzgünlüğü gibi husûsiyetleri, dıştan görülemeyenlere ise; akıl, kalp ve anlayış kābiliyeti gibi nîmetleri örnek olarak açıklamışlardır.
21﴿ Bir de o (müşrik ola)nlara: “Allâh’ın (kitap olarak) indirmiş olduğu şeye hakkıyla tâbi olun” denildiği zaman: “(Hayır!) Doğrusu biz, baba (ve ata)larımızı üzerinde bulduğumuz şeye iyice tâbi oluruz” derler. Şeytan onları(n babalarını) o alevli (cehennem) ateşin(in) azâbına çağırıyor olduysa da mı (bunlar yine onlara uyacaklar)?!
22﴿ Her kim (bütün işlerini Allâh-u Te‘âlâ’ya ısmarlayarak tevekküle sarılır ve) yüzünü (ve kendini bütünüyle) Allâh’a (itâate) teslim ederse, kendisi de (İslâm’ın emrettiği) güzel amel(leri) işleyici bir kimse ise, gerçekten de o kişi (kopmasından endişe edilmeyen) en güvenilir kulpa sımsıkı tutunmuştur. Zâten tüm işlerin âkıbet (ve netîces)i ancak Allâh(ın hesap yurdun)a (varacak)dır. (Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ, tevekkül edene de, îtirâz edene de hak ettikleri muâmeleyi yapacaktır.)
23﴿ (Habîbim!) Ama kim kâfir olduysa artık onun inkârı seni (yıpratacak şekilde) üzmesin. (Tüm kullarımızın) dönüşleri ancak Bize (âit olan mahşere)dir. Biz de onlara (dünyâda) yapmış oldukları (kâfirlik ve günahların başlarına açtığı azap dolu) şeyleri (âhirette) haber vereceğiz. Şüphesiz ki Allâh, göğüslerin (barındırdığı kalplerin) sâhip olduğu şeyleri (tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
24﴿ Biz o (kâfir ola)nları (ne kadar çok yaşatsak da dünyânın ömrü çok az olduğu için) çok az (bir zaman) yaşat(mış ol)acağız, sonra da onları çok ağır bir azâba (girmeye) mecbur bırakacağız.
25﴿ (Habîbim!) Bir de andolsun ki; sen o (şirk koşa)nlara: “Gökleri ve yeri (yaratan o taptığınız putlar ve siz olmadığınıza göre, bunca âlemler de kendi kendilerine vâr olamayacağına göre peki ya bunları) kim yarattı?” diye sorsan, yemîn olsun ki; elbette (her akıllı gibi) onlar (da hakkı kabullenmek zorunda kalarak varlık ve yoklukları mümkün olan bütün mevcûdâtın yaratılışının, varlığı kimseye bağımlı olmayan bir Zâta dayanması gerektiğini ifâde etmek üzere): “Allâh (yarattı)” diyeceklerdir. De ki: “Bütün hamdler (sizi bu îtirâfa mecbur bırakan) Allâh’a mahsustur.” Doğrusu, onların ekseriyeti (fikirleri ile sözlerinin çeliştiğini bile) bilmezler.
26﴿ Göklerde ve yerde olan şeyler(in tamâmı yaratılış, mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece Allâh’a âittir. Şüphesiz ki Allâh; (hiçbir şeye muhtaç olmayan) Ğaniyy de, (övgüye lâyık üstün sıfatların tümünün yegâne sâhibi olan) Hamîd de ancak O’dur.
27﴿ Eğer gerçekten yerde bulunan her bir ağaç kalemler olsa, o en büyük deniz (olan büyük okyanus mürekkep olsa), ardından yedi deniz de (dünyâdaki bütün sular da) onun mürekkebini artır(mak üzere ona ilâve katıl)sa, (bunların hepsiyle de) Allâh’ın (mâlûmâtını ifâde eden kelâmlarının ve yaratmak istediği şeylere hitâben buyurduğu: “Kün! (Vâr ol!)” emrinden ibâret İlâhî) kelimeleri (yazılacak olsa, elbette o denizlerin ve ağaçların tamâmı tükenirdi de, O’nun ilim ve kudretinin tealluk ettiği varlıklardan bahseden kelimeleri)nin bâzısı bile tükenmezdi. Şüphesiz Allâh (hiçbir şey tarafından âciz bırakılamayacak yegâne güce sâhip bir) Azîz’dir, (ilmi ve hikmeti her varlığı kaplayan bir) Hakîm’dir.
28﴿ (Ey dirilmeyi inkâr eden insanlar!) Sizi yaratmak ve sizi diriltmek (Allâh’a göre hiç de zor olmayıp) ancak tek bir can(ı yaratıp diriltmek) gibi (kolay bir iş)dir! (Zîrâ herhangi bir şeyin varlığı, Allâh-u Te‘âlâ’nın onu var etmeyi murâd edip, kendisine “Kün! (Vâr ol!)” emrini yönlendirmesine bağlıdır. Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ’nın fiilleri sizin işleriniz gibi tâkip ve gözetim gerektiren yollarla birtakım âlet ve edevâttan yardım almaya bağımlı olmadığı için onun işleri hakkında zorluk ve kolaylık mefhumları düşünülemez.) Muhakkak ki Allâh (her an her şeyi hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (bir şeyi görürken diğerini görememekten münezzeh olan bir) Basîr’dir.
سُورَةُ لُقْمٰانَ
الجزء ٢١
٤١٢
اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ ﴿٢٠
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ ﴿٢١
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ ﴿٢٢
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٣
نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلًا ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ ﴿٢٤
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٥
لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿٢٦
وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٧
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ ﴿٢٨
Lokmân Sûresi
412
Cuz 21
اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ ﴿٢٠
20﴿ (Ey müşrikler!) Görmediniz mi ki; şüphesiz Allâh göklerde olan şeyleri de, yerde bulunan şeyleri de sizin (faydalanmanız) için emre âmâde kılmış, görünen ve gizli olan (dışarıdan fark edilen ve edilemeyen sayısız) nîmetlerini de size bolca tamamlamıştır. Ama insanlardan (Nadr ibnü’l-Hâris ve Übeyy ibnü Halef gibi) öylesi vardır ki, (düşünme gerektirmeyen zorunlu) herhangi bir bilgi(ye sâhip) olmaksızın, (delille ulaştığı) hiçbir rehber de yokken, (vahye âit) aydınlatıcı hiçbir kitap da bulunmaksızın (sırf cehâlet ve inada dayalı bir şekilde) Allâh(ın birliğini iptal) hakkında (hâlâ) mücâdele etmektedir. Müfessirler dıştan görülebilen nîmetlere misâl olarak; güzel şekil, boy pos ve uzuvların düzgünlüğü gibi husûsiyetleri, dıştan görülemeyenlere ise; akıl, kalp ve anlayış kābiliyeti gibi nîmetleri örnek olarak açıklamışlardır.
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ ﴿٢١
21﴿ Bir de o (müşrik ola)nlara: “Allâh’ın (kitap olarak) indirmiş olduğu şeye hakkıyla tâbi olun” denildiği zaman: “(Hayır!) Doğrusu biz, baba (ve ata)larımızı üzerinde bulduğumuz şeye iyice tâbi oluruz” derler. Şeytan onları(n babalarını) o alevli (cehennem) ateşin(in) azâbına çağırıyor olduysa da mı (bunlar yine onlara uyacaklar)?!
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ ﴿٢٢
22﴿ Her kim (bütün işlerini Allâh-u Te‘âlâ’ya ısmarlayarak tevekküle sarılır ve) yüzünü (ve kendini bütünüyle) Allâh’a (itâate) teslim ederse, kendisi de (İslâm’ın emrettiği) güzel amel(leri) işleyici bir kimse ise, gerçekten de o kişi (kopmasından endişe edilmeyen) en güvenilir kulpa sımsıkı tutunmuştur. Zâten tüm işlerin âkıbet (ve netîces)i ancak Allâh(ın hesap yurdun)a (varacak)dır. (Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ, tevekkül edene de, îtirâz edene de hak ettikleri muâmeleyi yapacaktır.)
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٣
23﴿ (Habîbim!) Ama kim kâfir olduysa artık onun inkârı seni (yıpratacak şekilde) üzmesin. (Tüm kullarımızın) dönüşleri ancak Bize (âit olan mahşere)dir. Biz de onlara (dünyâda) yapmış oldukları (kâfirlik ve günahların başlarına açtığı azap dolu) şeyleri (âhirette) haber vereceğiz. Şüphesiz ki Allâh, göğüslerin (barındırdığı kalplerin) sâhip olduğu şeyleri (tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلًا ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ ﴿٢٤
24﴿ Biz o (kâfir ola)nları (ne kadar çok yaşatsak da dünyânın ömrü çok az olduğu için) çok az (bir zaman) yaşat(mış ol)acağız, sonra da onları çok ağır bir azâba (girmeye) mecbur bırakacağız.
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim!) Bir de andolsun ki; sen o (şirk koşa)nlara: “Gökleri ve yeri (yaratan o taptığınız putlar ve siz olmadığınıza göre, bunca âlemler de kendi kendilerine vâr olamayacağına göre peki ya bunları) kim yarattı?” diye sorsan, yemîn olsun ki; elbette (her akıllı gibi) onlar (da hakkı kabullenmek zorunda kalarak varlık ve yoklukları mümkün olan bütün mevcûdâtın yaratılışının, varlığı kimseye bağımlı olmayan bir Zâta dayanması gerektiğini ifâde etmek üzere): “Allâh (yarattı)” diyeceklerdir. De ki: “Bütün hamdler (sizi bu îtirâfa mecbur bırakan) Allâh’a mahsustur.” Doğrusu, onların ekseriyeti (fikirleri ile sözlerinin çeliştiğini bile) bilmezler.
لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿٢٦
26﴿ Göklerde ve yerde olan şeyler(in tamâmı yaratılış, mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece Allâh’a âittir. Şüphesiz ki Allâh; (hiçbir şeye muhtaç olmayan) Ğaniyy de, (övgüye lâyık üstün sıfatların tümünün yegâne sâhibi olan) Hamîd de ancak O’dur.
وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٧
27﴿ Eğer gerçekten yerde bulunan her bir ağaç kalemler olsa, o en büyük deniz (olan büyük okyanus mürekkep olsa), ardından yedi deniz de (dünyâdaki bütün sular da) onun mürekkebini artır(mak üzere ona ilâve katıl)sa, (bunların hepsiyle de) Allâh’ın (mâlûmâtını ifâde eden kelâmlarının ve yaratmak istediği şeylere hitâben buyurduğu: “Kün! (Vâr ol!)” emrinden ibâret İlâhî) kelimeleri (yazılacak olsa, elbette o denizlerin ve ağaçların tamâmı tükenirdi de, O’nun ilim ve kudretinin tealluk ettiği varlıklardan bahseden kelimeleri)nin bâzısı bile tükenmezdi. Şüphesiz Allâh (hiçbir şey tarafından âciz bırakılamayacak yegâne güce sâhip bir) Azîz’dir, (ilmi ve hikmeti her varlığı kaplayan bir) Hakîm’dir.
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ ﴿٢٨
28﴿ (Ey dirilmeyi inkâr eden insanlar!) Sizi yaratmak ve sizi diriltmek (Allâh’a göre hiç de zor olmayıp) ancak tek bir can(ı yaratıp diriltmek) gibi (kolay bir iş)dir! (Zîrâ herhangi bir şeyin varlığı, Allâh-u Te‘âlâ’nın onu var etmeyi murâd edip, kendisine “Kün! (Vâr ol!)” emrini yönlendirmesine bağlıdır. Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ’nın fiilleri sizin işleriniz gibi tâkip ve gözetim gerektiren yollarla birtakım âlet ve edevâttan yardım almaya bağımlı olmadığı için onun işleri hakkında zorluk ve kolaylık mefhumları düşünülemez.) Muhakkak ki Allâh (her an her şeyi hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (bir şeyi görürken diğerini görememekten münezzeh olan bir) Basîr’dir.