v02.01.25 Geliştirme Notları
Lokmân Sûresi
413
Cuz 21
29﴿ (Ey görebilen insan!) Görmedin mi ki; gerçekten Allâh (gündüzü uzatıp, geceyi kısaltarak) geceyi gündüz(ün için)e girdirmekte, (geceyi uzatıp, gündüzü kısaltarak) gündüzü(n saatlerini) de gecenin içerisine girdirmekte (ve böylece dilediğini yapmaya Kādir olduğunu size göstermekte)dir.O (Allâh-u Te‘âlâ), güneşi ve ayı da (kulların istifâdesi için) emr(iniz)e âmâde kılmıştır. Her biri (günlük, aylık ve yıllık, bir de kıyâmete kadar olan tüm devrelerini tamamlamaları için) adı konulmuş bir süreye kadar (burçlarında ve yörüngelerinde) sürekli (ve süratlice) akıp gitmektedir. Bir de (görmedin mi ki) gerçekten Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri(n iç yüzünden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir.
30﴿ (Ey insan!) İşte sana! (Allâh-u Te‘âlâ’nın) bu (üstün kudret ve ilim vasfına sâhip olduğuna) şu sebeple (daha iyi inanman îcâb etmekte)dir ki; gerçekten Allâh, (varlığı ve birliği) Hakk (ve âşikâr olan; vâr olması husûsunda kimseye muhtaç olmayıp her şeyi Kendisi vâr eden, dolayısıyla varlığı için başlangıç ve nihâyet düşünülemeyen Zât)ın ta Kendisidir, (müşriklerin) O’nun dışında (ilâh olarak) tapmakta oldukları şeyler ise, şüphesiz ki bâtılın (ve ilâhlığı sâbit olmayan boş ve faydasız şeylerin) ta kendisidir. Bir de (şu sebeple bu inancını kesinleştir ki) muhakkak Allâh (var ya); ancak O, (tüm varlıklara karşı her cihetten üstünlük sâhibi olan bir) Aliyy’dir, (ortaktan pek münezzeh ve çok büyük olan bir) Kebîr’dir.
31﴿ (Ey insan!) Görmedin mi ki; gerçekten O (Allâh-u Te‘âlâ) size (kudretinin delil ve) âyetlerinden bir kısmını göstersin diye gemiler denizde Allâh’ın (yarattığı azıklar ve faydalı eşyâdan ibâret) nîmetleri ile birlikte (onları size ulaştırmak için) sürekli akıp gitmektedir. İşte sana! Şüphesiz ki (belâlara karşı) çokça sabreden ve (nîmetlere karşı) ziyâde şükreden (îmânlı) her bir kimse için, elbette bu (anlatıla)n(lar)da pek çok ve çok büyük âyetler vardır.
32﴿ (Herkes sabır ve şükür ehli değildir, nitekim bolluk gördüklerinde nankörlük ederler) ama (bulutlar ve dağlar büyüklüğünde) gölgelikler gibi dalgalar onları kapladığı zaman, (tüm taptıklarını unutup) duâyı sâdece Kendisine tahsîs eden kimseler olarak (sâdece) Allâh’a yalvarırlar. Nihâyet onları karaya (çıkarıp) kurtardığı vakit artık içlerinden (sözünde durup) dosdoğru hareket eden vardır. (Ama bunlar azdır, ekserîsi ise rahata kavuştuğunda Rabbini unutmaktadır.) Zâten ancak çokça söz bozan ve son derece nankör olan her bir kimse Bizim âyetlerimizi(n hak oluşunu) bile bile inkâr eder.
33﴿ Ey insanlar! Rabbiniz(in emirlerine muhâlefet)den hakkıyla sakının ve öyle büyük bir gün(ün muhâsebesin)den korkun ki; (o gün) hiçbir baba (ve anne) çocuğundan (azâbı uzaklaştırmak için onun nâmına bir şey) ödeyemeyecektir. Hiçbir çocuğun kendisi de (anne ve) babasından (azâbı uzaklaştırmak için onlar adına) hiçbir şey ödeyici olamaz. Allâh’ın (kullarını diriltip hesâba çekeceğine dâir) vaadi gerçekten (de, bozulması düşünülemeyecek) bir haktır. Artık o en alçak (dünyâ) hayât(ı) sakın hâ sizi aldat(arak fânî lezzetlerine meftûn bırakıp Allâh’a karşı sorumluluklarınızı yerine getirmekten alıkoy)masın. O son derece aldatıcı olan (şeytan) da sakın (ha) Allâh(ın acele cezâ vermemesi) sebebi ile sizi (günahlara sürükleyip “Ne yaparsanız yapın Allâh afv eder, zâten O son derece afv edicidir” şeklinde vesveseler vererek sizi) aldatmasın.
34﴿ Şüphesiz ki Allâh (var ya); o (kıyâmet) ânın(ın ne zaman gerçekleşeceğinin) bilgisi sâdece Kendi nezdindedir. Yağmuru da (takdîr buyurduğu zamanda) sâdece O indirmektedir. Ayrıca (dişilerin) rahimler(in)de bulunanları(n tüm hâllerini ancak) O bilmektedir. (Bugün ne yaptığını herkes biliyor) ama yarın (şerden ve hayırdan, zarardan ve kârdan) ne kazanacağını hiçbir kimse bilemez. (Hattâ çoğu kere yapmaya azmettiği işin tersini yapmaya bile mecbur kalabilir. Herkes doğduğu yeri bilmekteyse de) hiçbir nefis hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allâh (her şeyi lâyıkı vechile bilen bir) Alîm’dir, (her şeyin dışında görünenleri bildiği gibi, iç yüzünden de kavrayıcı şekilde haberdâr olan bir) Habîr’dir. Hadîs-i şerîfte bahsedildiği üzere; “Âyet-i kerîmenin konu ettiği beş mesele; ‘Gayb anahtarları’ diye tâbir edilen ve Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin -tüm yönleriyle ve kendi başına- bilemeyeceği gaybî konulardır.” (el-Buhârî, es-Sahîh, et-Tefsîr:269, rakam:4499-4500, 4/1793) Dolayısıyla gelişen cihazlar vâsıtasıyla yapılan yağmur tahminleri ve ceninlerin cinsiyet tespiti, birtakım âletlerden yardım alınarak yapıldığı için, ayrıca bu tespitler hiçbir zaman, erkek mi dişi mi, sağlam mı sakat mı, zengin mi fakir mi, mümin mi kâfir mi olacakları gibi tüm hâlleri hakkındaki bütün tafsîlâta dâir kesin bir bilgi ifâde etmeyip, zan ve tahminden ileri geçmediğinden dolayı bu tesbitlerde âyet ve hadîslerle çelişen bir durum söz konusu değildir. Zâten “Tüm yönleriyle” şeklindeki kaydımızdan anlaşılacağı üzere; çocuğun cinsiyeti belirdikten ve bir şekilde görüldükten sonra hâsıl olan bilgi gayba dâhil olmadığı gibi, çok yönlü de sayılmaz. Zîrâ o cenînin canlı olarak doğup doğmayacağı, ne kadar ve nasıl yaşayacağı ve âhiret hayâtı dâhil tüm mukadderâtı ancak Allâh-u Te‘âlâ nezdinde kesin bir bilgi ile mâlûm iken, kulların ise bu hususta en ufak bir bilgisi dahî mevcut değildir. Bir de şunu doğru anlamamız gerekir ki; peygamberlere mûcize olarak vahiy tarîkiyle, velîlere de kerâmet olarak ilhâm yoluyla bu gaybî konulardan bâzıları bildirilmiştir ki bu ilimler, Allâh-u Te‘âlâ’nın bildirmesine bağlı olduğu için, “Mutlak mânâda gayb ilminin Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsus olduğu” inancına zıt düşmez. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 29/97)
سُورَةُ لُقْمٰانَ
الجزء ٢١
٤١٣
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿٢٩
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟ ﴿٣٠
اَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٣١
وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ ﴿٣٢
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـًٔاۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ ﴿٣٣
اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿٣٤
Lokmân Sûresi
413
Cuz 21
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿٢٩
29﴿ (Ey görebilen insan!) Görmedin mi ki; gerçekten Allâh (gündüzü uzatıp, geceyi kısaltarak) geceyi gündüz(ün için)e girdirmekte, (geceyi uzatıp, gündüzü kısaltarak) gündüzü(n saatlerini) de gecenin içerisine girdirmekte (ve böylece dilediğini yapmaya Kādir olduğunu size göstermekte)dir.O (Allâh-u Te‘âlâ), güneşi ve ayı da (kulların istifâdesi için) emr(iniz)e âmâde kılmıştır. Her biri (günlük, aylık ve yıllık, bir de kıyâmete kadar olan tüm devrelerini tamamlamaları için) adı konulmuş bir süreye kadar (burçlarında ve yörüngelerinde) sürekli (ve süratlice) akıp gitmektedir. Bir de (görmedin mi ki) gerçekten Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri(n iç yüzünden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir.
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟ ﴿٣٠
30﴿ (Ey insan!) İşte sana! (Allâh-u Te‘âlâ’nın) bu (üstün kudret ve ilim vasfına sâhip olduğuna) şu sebeple (daha iyi inanman îcâb etmekte)dir ki; gerçekten Allâh, (varlığı ve birliği) Hakk (ve âşikâr olan; vâr olması husûsunda kimseye muhtaç olmayıp her şeyi Kendisi vâr eden, dolayısıyla varlığı için başlangıç ve nihâyet düşünülemeyen Zât)ın ta Kendisidir, (müşriklerin) O’nun dışında (ilâh olarak) tapmakta oldukları şeyler ise, şüphesiz ki bâtılın (ve ilâhlığı sâbit olmayan boş ve faydasız şeylerin) ta kendisidir. Bir de (şu sebeple bu inancını kesinleştir ki) muhakkak Allâh (var ya); ancak O, (tüm varlıklara karşı her cihetten üstünlük sâhibi olan bir) Aliyy’dir, (ortaktan pek münezzeh ve çok büyük olan bir) Kebîr’dir.
اَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٣١
31﴿ (Ey insan!) Görmedin mi ki; gerçekten O (Allâh-u Te‘âlâ) size (kudretinin delil ve) âyetlerinden bir kısmını göstersin diye gemiler denizde Allâh’ın (yarattığı azıklar ve faydalı eşyâdan ibâret) nîmetleri ile birlikte (onları size ulaştırmak için) sürekli akıp gitmektedir. İşte sana! Şüphesiz ki (belâlara karşı) çokça sabreden ve (nîmetlere karşı) ziyâde şükreden (îmânlı) her bir kimse için, elbette bu (anlatıla)n(lar)da pek çok ve çok büyük âyetler vardır.
وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ ﴿٣٢
32﴿ (Herkes sabır ve şükür ehli değildir, nitekim bolluk gördüklerinde nankörlük ederler) ama (bulutlar ve dağlar büyüklüğünde) gölgelikler gibi dalgalar onları kapladığı zaman, (tüm taptıklarını unutup) duâyı sâdece Kendisine tahsîs eden kimseler olarak (sâdece) Allâh’a yalvarırlar. Nihâyet onları karaya (çıkarıp) kurtardığı vakit artık içlerinden (sözünde durup) dosdoğru hareket eden vardır. (Ama bunlar azdır, ekserîsi ise rahata kavuştuğunda Rabbini unutmaktadır.) Zâten ancak çokça söz bozan ve son derece nankör olan her bir kimse Bizim âyetlerimizi(n hak oluşunu) bile bile inkâr eder.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـًٔاۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ ﴿٣٣
33﴿ Ey insanlar! Rabbiniz(in emirlerine muhâlefet)den hakkıyla sakının ve öyle büyük bir gün(ün muhâsebesin)den korkun ki; (o gün) hiçbir baba (ve anne) çocuğundan (azâbı uzaklaştırmak için onun nâmına bir şey) ödeyemeyecektir. Hiçbir çocuğun kendisi de (anne ve) babasından (azâbı uzaklaştırmak için onlar adına) hiçbir şey ödeyici olamaz. Allâh’ın (kullarını diriltip hesâba çekeceğine dâir) vaadi gerçekten (de, bozulması düşünülemeyecek) bir haktır. Artık o en alçak (dünyâ) hayât(ı) sakın hâ sizi aldat(arak fânî lezzetlerine meftûn bırakıp Allâh’a karşı sorumluluklarınızı yerine getirmekten alıkoy)masın. O son derece aldatıcı olan (şeytan) da sakın (ha) Allâh(ın acele cezâ vermemesi) sebebi ile sizi (günahlara sürükleyip “Ne yaparsanız yapın Allâh afv eder, zâten O son derece afv edicidir” şeklinde vesveseler vererek sizi) aldatmasın.
اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿٣٤
34﴿ Şüphesiz ki Allâh (var ya); o (kıyâmet) ânın(ın ne zaman gerçekleşeceğinin) bilgisi sâdece Kendi nezdindedir. Yağmuru da (takdîr buyurduğu zamanda) sâdece O indirmektedir. Ayrıca (dişilerin) rahimler(in)de bulunanları(n tüm hâllerini ancak) O bilmektedir. (Bugün ne yaptığını herkes biliyor) ama yarın (şerden ve hayırdan, zarardan ve kârdan) ne kazanacağını hiçbir kimse bilemez. (Hattâ çoğu kere yapmaya azmettiği işin tersini yapmaya bile mecbur kalabilir. Herkes doğduğu yeri bilmekteyse de) hiçbir nefis hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allâh (her şeyi lâyıkı vechile bilen bir) Alîm’dir, (her şeyin dışında görünenleri bildiği gibi, iç yüzünden de kavrayıcı şekilde haberdâr olan bir) Habîr’dir. Hadîs-i şerîfte bahsedildiği üzere; “Âyet-i kerîmenin konu ettiği beş mesele; ‘Gayb anahtarları’ diye tâbir edilen ve Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin -tüm yönleriyle ve kendi başına- bilemeyeceği gaybî konulardır.” (el-Buhârî, es-Sahîh, et-Tefsîr:269, rakam:4499-4500, 4/1793) Dolayısıyla gelişen cihazlar vâsıtasıyla yapılan yağmur tahminleri ve ceninlerin cinsiyet tespiti, birtakım âletlerden yardım alınarak yapıldığı için, ayrıca bu tespitler hiçbir zaman, erkek mi dişi mi, sağlam mı sakat mı, zengin mi fakir mi, mümin mi kâfir mi olacakları gibi tüm hâlleri hakkındaki bütün tafsîlâta dâir kesin bir bilgi ifâde etmeyip, zan ve tahminden ileri geçmediğinden dolayı bu tesbitlerde âyet ve hadîslerle çelişen bir durum söz konusu değildir. Zâten “Tüm yönleriyle” şeklindeki kaydımızdan anlaşılacağı üzere; çocuğun cinsiyeti belirdikten ve bir şekilde görüldükten sonra hâsıl olan bilgi gayba dâhil olmadığı gibi, çok yönlü de sayılmaz. Zîrâ o cenînin canlı olarak doğup doğmayacağı, ne kadar ve nasıl yaşayacağı ve âhiret hayâtı dâhil tüm mukadderâtı ancak Allâh-u Te‘âlâ nezdinde kesin bir bilgi ile mâlûm iken, kulların ise bu hususta en ufak bir bilgisi dahî mevcut değildir. Bir de şunu doğru anlamamız gerekir ki; peygamberlere mûcize olarak vahiy tarîkiyle, velîlere de kerâmet olarak ilhâm yoluyla bu gaybî konulardan bâzıları bildirilmiştir ki bu ilimler, Allâh-u Te‘âlâ’nın bildirmesine bağlı olduğu için, “Mutlak mânâda gayb ilminin Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsus olduğu” inancına zıt düşmez. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 29/97)